- 797 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Kısa Süren Ayrılıklar İçin
"Varlığın ilacım
yokluğun umarsız acım
Sen doğmadın diye ağıtlar yakardım
hiç gelmeyen gecelerde
Uzun kirpiklerin yaşarır bazen
bazen bırakıp giderim seni enginlere
Kapkara bir buluttur sensiz yaşamak
ellerin geceyi saran tül
İmkânsızı düşlemekle geçer ömrümüz
ömrümüz hiç açmayan gül "
Yukarıdaki mısraları oğluma hitaben yazmıştım çok eskiden.
Çalıştığım için onu zaman zaman başkalarına emanet ederdim. Aslında bu ikimiz için de alıştığımız bir şey olmuştu sonraları.
Yola çıktığımda, oğlum uyuyorsa zor olmazdı ayrılığımız fakat eğer uyanıksa bir trajediye dönüşürdü.
Ben ağlamazdım, o avazı çıktığı kadar ağlardı. Ağlamazdım ağlamamasına ya içimde her sabah sessiz ve sakin fırtınalar kopardı. Kara bir bulut gelir, kalbimin tam ortasına yerleşirdi. Sonra da bütün gün terk etmezdi beni. Herkes gülüp söylerken ben oğlumu düşünürdüm. Bir yanım hüzünlü kalırdı hep.
Gerçi bu geçici bir ayrılıktı. Günün belli saatlerinde ayrılır, günün belli saatlerinde kavuşurduk. Ayrılık ne kadar zahmetliyse kavuşmak o kadar coşkulu olurdu. Oğlum küçük ellerini şaklatır, etrafa gülücükler saçardı. Mutluluk dedikleri kuş gelir, kalplerimizin dallarına konardı. Ertesi sabaha kadar oğlum, ben ve kalplerimizdeki geçici mutluluk güzel saatler geçirirdik.
Oğlum ben yokken neler düşünür, neler hissederdi bilmem fakat ben dediğim gibi hep hüzünlü ve kaygılı olurdum.
Bazen o yılları düşünür efkârlanırım.
Akşamları, yani okuldan geldiğimde, yemekten sonra beni bir ağırlık basardı. Televizyon denilen zaman hırsızının karşısında ben uyuyacağım diye uğraşırdım. Oğlum uyutmayacağım diye. Kolay mı? Bütün gün beklediği anne yorgunluktan sızıp kalmış. Güler misin, ağlar mısın? Gelip saçlarımı çeker, türlü maskaralıklar yapardı.
Ne sinir bozucu bir harpti o öyle!
Tabii ki bu harbi oğlum kazanırdı çoğunlukla. Şimdiki aklım olsa harp etmezdim ya. Beden işte, bütün günün keşmekeşi içinde yorgun düşüyordu. Akşam oldu mu ver elini miskinlik.
Kendim de çalışan bir annenin çocuğuyum. Üstelik benim annem bir işçiydi. Benimki gibi bedenen daha rahat bir işte çalışmazdı. Ve o, her zaman benden daha çalışkan ve fedakâr bir anneydi. Bütün hafta çalışıp yorulur cumartesi günleri evi temizler, pazar günleri makinesi olmadığı için elinde çamaşır yıkardı.
Akşamları da uyuklamazdı annem. Mutlaka bir işi olurdu. Çoğunlukla bir sonraki günün yemeğini hazırlardı. Ben de ayağının altında dolaşır, eteğini çekiştirirdim. Çenesi düşük bir çocuk olduğum için bütün günün olaylarını anlatacağım diye uğraşırdım.
Küçük çocukların anneye olan ihtiyaçlarını anlatmak için ne kadar çok satır yazmak gerekir kim bilir?
Bir gün hiç unutmam, annem yine böyle mutfakta yemek yapacağım, bulaşık yıkayacağım diye uğraşırken, ben de günün özetiyle meşgulken annemin eli burnuma denk geldi. Bilmiyorum ki kasıt var mıydı? Çünkü bir harp haliydi bu. Birinin yarına kalmaması gereken işleri vardı, ötekinin anlatması gerekenler. Bütün çabalara rağmen durmayan bir burun kanaması, korkunun da neden olduğu bir feryat...
Babamın o zamanlar bir mobileti vardı. Beni attılar mobilete. Doğruca hastane! Yolda rüzgârın etkisiyle olacak burnumun kanaması dindi, yarısında yolun döndüler.
Annem cahil bir insandır. Daha doğrusu ümmidir. Yani okuma yazma bilmez. Fakat buna rağmen teşhisi kor bir psikolog gibi. “ Tabii canım” der “Çocuk bütün gün beni özlemiş. Anneye ihtiyacı var. Keşke işlerim yerinde kalsaydı da çocuğun burnu kanamasaydı.”
İşin ilginç yanı ağabeyim de küçük olduğu halde, akşamları annemin etrafında pek dönmezdi. Anlatacak bir şeyleri mi yoktu? Yoksa anlatma gereği mi hissetmezdi? Bilinmez. Bu yüzden onun değil, benim burnum kanadı zaten. Bazen düşünüp gülüyorum: Bülbülün çektiği dilinin belası!
Özlemek ve kavuşmak iki kardeş gibidir. Hem birbirlerine benzerler hem de ayrılan yönleri vardır. Ben bu iki hissi yukarıda örneklerini verdiğim gibi çok yaşadım. Sonra zamanla özlemek çok acıtmaz oldu gönlümü. Kavuşmaksa eskisi kadar tat vermedi.
Bilmem başkalarında da bu his var mı? Çoğu kez güzel bir günde fazlasıyla mutlu olamam ben. Hep içimde bir yerlerde günün biteceği gerçeği yatar. Bu arada herkesi rahatsız eden bazı kötü haller – çok kötüsünden Allah korusun hepimizi- beni fazlaca rahatsız etmez. Çünkü bunun geçici bir hâl olduğunu bilir, teselli bulurum. Mevlana “Bu da geçer ya Hu!” sözünü bu ruh halini özetlemek için söylemiş olsa gerek.
Gece olmasaydı gündüzün değerinin bilinmeyeceği gibi, her ayrılık bence kavuşmayı kıymetli kılıyor. Fakat aynı zamanda eğer bir daha ayrılık varsa görünürde, kavuşmak insana yeterince şifa olmuyor.
Eğer ben çalışan bir annenin kızı olarak büyümeseydim ve küçük bir çocuğun çalışan annesi olma durumunu yaşamasaydım yine öğrenir miydim acaba bana doğru gelen bu hissi?
Annem ne mutlu bana ki sağ. Çoktan emekli oldu. Evlerimiz çok yakın. Keyfim ne zaman isterse, onun bana ne zaman ihtiyacı olursa ya da ben ona ihtiyaç duyduğumda yanına gidebiliyorum. Oğlum yanımda büyüdü. Şimdi televizyonun karşısında uyuklasam da umurunda olmuyor. Bu arada ben de büyüdüm. Artık eskisi kadar televizyonun karşısında durmuyorum. Belki de o hınzır, uykusunu getiriyordur insanın.
O zaman ne önemi var ayrılık ve kavuşma edebiyatının. Aslolan şimdiyse ben ne kadar mutluyum…
YORUMLAR
Çok beğendim yine. Bilmem bu lafı daha ne kadar tekrarlarım sayfanızda...Hele çalışan annelerin dramını çok güzel anlattınız. Demek hepimiz aynı şeyleri hissediyoruz.
...Kutluyorum...
hatice eğilmez kaya
ben oğlumu büyütürken işte bu hisleri yaşamıştım
yorumunuz için teşekkür ederim
sevgilerimle kalınız...
Allah mutluluğunuzu arttırsın.
Annen mantı yapmış; uyuklama da git.
Paylaşım için teşekkürler, saygı öncelikli sevgiler.
hatice eğilmez kaya
saygı, sevgi ve selamlarımla kalınız...