telefon ve oyun
Geliverdi birden aklına ilk telefon mesajı hiç beklemediği bir anda ne olduğuna şaşırarak.
Nasıl bir oyuna getirmişti onu canan, tamam, canan bir oyun oynamıştı da kendi nasıl gelmişti bu oyuna hayret. Bilseydim yazar mıydım diye düşündü bir an. Kim bilir?
‘bir hafta yokum şimdi yoldayım’ haberini vermek istemişti canana beklemesin onu diye.
Gelen cevapla şaşkın, elindeki telefona baka kaldı. İnanmadı, bir süre, sadece okudu tekrar, tekrar okudu ama yine inanmadı.
Olamazdı, imkânsızdı, o canana yazmıştı, hem numarasını bilmiyordu ki. Oyuna geldiğini o an anladı.’ Ah canan ah’ dedi sızlanıp, birazda heyecanla içi titrerken.
Evet oydu. O değilse, neden elleri titresin, neden yüreği çırpınsın, neden boğazı kurusun ki?
‘ bu sen misin, sen gerçek misin, gerçekten sen misin’ gibi sözler yazabildi heyecanla sadece bunlar gelmişti aklına kilitlenmişti. Cevap gecikmedi.
‘evet, benim, ara beni lütfen sesini duyayım, nefesini hissedeyim’.
Hem okudu hem de bir yandan ‘ben böyleyim acaba o nasıl şu an’ diye düşünmeden de edemedi.
Soluğu tutulmuştu zaten, nefes alamıyordu, nasıl konuşacaktı ki. Olamazdı
‘nefesimi kestin’ diye yazabildi.
Akşam saatlerine kadar sürdü bu durum, sonuçta çok âşık, çok mutlu ama huzursuzdu.
Sanki asır geçmişti üstünden tanışıksız tanışıklığın. Bir şekilde ayrı düşmüşlerdi ama o unutmamıştı. Kalbinin bir yerleri ona aitti ve her daraldığı bunaldığında, inanılmaz sessiz bir çığlıkla ona anlatırdı içini, ona sığınırdı. Biliyordu o duyardı onu. Anlatımı zor, kelimesi olmayan ama çok gerçek, çok sade, temiz bir şeydi. Belki de yıllardır bu günü, bunu beklemişti. Telefonun diğer ucundaki hayattı. En zamansız zamanlarda bile yanında olduğunu, sevgisini hissederdi.
Tanrı belki alnına yazmamıştı ama yollamıştı işte, isterse hayalindeki yerden çıkarıp karşısına koyabilir, yılların özlemiyle sıkı, sıkı sarılabilirdi. Hayır, o kadar cesur değildi.
Kendi için değil di korkusu.
Kaç kez gitti eli telefona, ‘gel beni al’ demek için. Gel beni al’dan sonrasını düşündüğünden arayamadı. Adı aşktı, o hayattı. O gerçekten belki de dokununca bozulacak büyü, gördüğünde sislenecek bir rüyaydı, ama en çok aşk’tı. O aşkın içinde önce kaybolunmuşluk sonra bulunmuşluk vardı.
‘hayat bana kendiliğinden hiçbir şey vermedi, ellerimle paçasına yapışıp aldım, sonra, ödül diye seni verdi özür dilercesine, ama bir yanımı da eksik bıraktı bu da cezan dercesine, gör ama dokunma, hisset ama duyma, sev ama sahip olma’
Etkilenmişti yazdığından, tanrı ikisine de aynı ceza ve ödülü vermişti sanki. Sonra? Sonrası: bir kez olsun elini tutmadan, boynuna sarılmadan, göğsünde susamamak için ağlamadan oturup, şekeri olmayı kabul ederse bir sade kahve içmeden ölmeyeceğine dair ona söz verdi.
Ah keşke elinde sihirli bir değneği olsaydı şimdi…
NAZ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.