- 690 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
ZAMANIN KARA KUTUSU KELİME -III-
Bir yaz günü açık bir kapıdan
giren rüzgarı
küçük vantilatör oyunları
ile
şekillendirir
kısırlaştırır
ÖZGÜRLÜĞÜNÜ
elinden
alıveririz...
Parmak kaldıran her öğrenci gökyüzünü işaret eder!
Aynaya bakmayız, kendimize bakarız... Ayna “yalnız” aracıdır...
Karmaşa var her yanda! Kirletiliyoruz.
Bittiği zamanlar yenileri için yanıp tutuşuruz. Bekleriz hep yenisi gelsin yeni bir şey olsun diye. Ama bir türlü denkleştiremeyiz “yeninin” zamanını. Elimizde ne varsa hep eskiden harcamış oluruz. Tebessüm eder geçeriz. Mutlu olduğumuza inanmıyorum, geçiştiriyoruz sadece.
Dünya yaşlandı bizler öle öle!
Tartışıp duruyorlar devamlı. Sonuç; “ses” doğuyor sadece!
Serseri bir kurşunu hiçbir ana baba, adam edemez...
Kendimize yabancılaşıyoruz. Birileri bizleri her dakika katlediyor. Kültürler birbirlerine karışıyor. Oraya “-süzlük” “-sizlik” ekli bir çok kelime, bir sürü kavram çıkıyor. Adam akıllı yaşamaya ve üretmeye hasret kaldık.
Uzun sevişmeler döndürüyor dünyayı!
Başı dönüyor dünyanın ve düşüp bayılıyor her defasında...
Deprem!
Şu duvar, şu masa, şu sandalye, şu demir kapı öylece duracak/kalacak, biz gideceğiz!
Kelime insana tebessüm eder inanın...
Kelimenin gücü vardır ve bu güç her kalemin ucunda saklıdır.
Kiminde az kiminde çoktur!
Önce bir inanın...
Yağmurlu bir gece vakti, plaklarınızın arasına saklanmış olan huzuru bulun ve çekip çıkarın!
Acılarınıza kim inanır?
Kimse...
Sevgilerinize?
Kimse...
Umutlarınıza?
Kimse...
Nefretlerinize?
Kimse?
Gözyaşınıza?
Kimse?
Olur da bir gün, çekip giderseniz, kim hisseder sizden geriye kalan sessizliği?
Birisi...
Alttaki cümleyi okuduktan sonra, artık hiçbir atasözünün hükmü kalmayacak!
“Atalarımız bizi teselli etmekten ne zaman vazgeçecekler?”
Gökyüzünün rengi kırmızı olsa ne olurdu sanki?
Sivrisinek kan emdiği için değil, insana meydan okuduğu için “sivri”dir...
Birden doğuverdik. Ne oldu da geldik yer kabuğuna? Hangi gece? Hangi an? Hangi tahrik unsuru tetikledi tohumlarımızı? Niçin bir sonraki gün değil de tam o gün doğduk? Bir güvercinin, bir farenin bizim dünyaya geldiğimizden haberi var mıydı? Televizyonda haber olduk mu? Yağmur durdu mu bir an? Ya da ezan sesleri sustu mu? İmam merak etmedi mi bizi? Alt komşu o gece ne yapıyordu? Dünya bir an olsun durmadı mı biz de binelim diye? Her daim esen rüzgar biz üşümeyelim diye durdu mu? Yıldızlar ve hatta ay o gece bizi görsünler diye bulutlar çekilmedi mi kenara? Hiçbir itiş kakış yaşanmadı mı yer kürede o an? Nüfus müdürünün haberi olmadı mı bizim geldiğimizden? Günler geçerken ve biz büyürken hiç kimse, bir mucizeye tanık olduklarının farkında dahi değillerdi!
Kedileri bilmem ama köpekler mutlaka düşünüyor!
Yaşamaktan korkup da, yaratıcıyı kızdırmayın...
“Elbet vardır bir bildiği” deyip, çıkın tepesine dünyanın!!!
Şu uçan kuş ne düşünür?
Şu köpek, şu kedi ne düşünür?
Ben, her daim seni düşünürüm.
Günde en az 8 saat ölmeliymiş insan. Sağlık için.
Kırmızı, renklerin en utangacıdır.
Hâlbuki burada olmamak var şu an. Gidip parkın birinde bir banka oturup, püfür püfür esen rüzgâra bırakmak zihnimizi... Orada bulunmanın mutluluğundan başka hiçbir şey düşünmemek var. Kuş cıvıltıları, karmakarışık insan sesleri ve dudağımızda minicik bir tebessümle, bir türlü niyetlenip de gidemediğimiz yerleri düşünmek var...
Bir gün bize verilen sürenin sonuna geleceğiz ve bedenimiz elimizden alınacak. Zihnimiz kalacak. Bir meçhulde süzülerek sadece hatırladıklarımızla mutlu olmayı öğreneceğiz. Ne çok şey hatırladığımızı düşünüp hafızamıza şaşıracağız. Uzun bir uykunun ardından hiçbir şey olmayacak. Belki!
Bulut güneşin önüne geçince, dünya gece oldu zannedip uyuyuverirse?
Gökyüzü, hırsız girmesin diye mi bu kadar yüksekte?
Sinirlendirildik.
Bizden kaç tane var? Her yaşımızda birisi olduğumuza göre!?
Güneş yine yanıverdi.
İtfaiyeciler bir gün güneşi söndürmeye gidecekler, mutlaka.