- 1539 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Ayşeye Mektup
Sevgili Ayşe,
Yolda kalmış bir araba gibisin. Seni görüyorum, duruyorum. Ama sana yardım edemiyorum. Arızanı biliyor, seni terkime alamıyorum. Bu beni kahrediyor. Oradan ayrılıyor, sana yardım edemiyorum. Bütün huzursuzluğumun nedeni bu. Biliyorum, bir tek ben onarabilirim, bir tek ben yola yeniden çıkarabilirim, yolda kalan bu arabayı. Ama yapamıyorum, bütün gücüme rağmen. Dokunamıyorum sana. Bir elveda bile diyemeden yanından ayrılmak zorunda kalışım, hüzünde bırakıyor beni.
Hüznünü alamadım. Gözlerini ayıramayışın gözlerimden gitmiyor. Bırakma, gitme demen yetmiyor. Elleri kolları bağlı bir vaziyette bu arabanın yanından geçiyorum.
Anlatamıyorum duvarlara sessizliğini. Kimse anlamıyor benden başka, kimse duymuyor ve kimse görmüyor seni. Ve sen kahroluyorsun duvarlarının içinde. Kendini kendinden saklıyorsun. Arzın merkezine seyahattesin sanki. Her şeyden kaçıyor, kaçıyorsun. Sevmek böyle zamansız gelirse, bilirim kaçar insan.
Ahh minel Rosa, baygın bakışlım. Bakışında sevdası gizli, kendi gizli kırmızı gülüm. Artık seni terk ediyorum. Her gün hüzün dolu gözlerine artık bakamayacağım.
Bugün işyerime istifa dilekçemi verdim. Seninle artık ne aynı odada, ne de aynı şehirde olabileceğiz. Artık bu şehirden de gidiyorum. Bu mektubu sabah erkenden gelip masanda bırakacağım. Seni artık bir daha görmeyeceğim.
Çok düşündüm. En doğru karar bu. Sen girdiğin üçgenin girdabında kaldın. Kurtulamıyorsun. Bir tarafta Zafer, sana hem çok uzak hem çok yakın. Ama güvenemiyorsun. Diğer tarafta âşık olamadığın ama apansız kaybettiğin eşin ve ona karşı duyduğun suçluluk duygusu. Diğeri ise ömrünün ikinci baharında karşılaştığın ben. Yani hayırsızın. Hiç birinden sana bir adam çıkmıyor. Bütün gitgellerine rağmen bana olan sevgini biliyorum, adım gibi.
Ama sana gelemiyorum. Benim girdabımdan kurtulma ihtimalim bile yok. Ben ömrünü hasta çocuğu ile ona vakfetmiş olan bir kadının parçasıyım. Sana şimdi bir gerçeği açıklıyorum. Ben hiç âşık olmadım. Ta ki sana kadar. Ben ilk aşkı sende buldum. Eşime âşık olmadım. Onun fedakârlığını sevdim. Onun beni sevmesini sevdim. Ona âşık olmadığımı bildiği halde beni, en uzun seyahatlerimde bile bir yaprak gibi beklemesini sevdim. Anneliğini sevdim onun. Bir kez bile yüksünmeden oğlumun bütün ameliyatlarında benim yetişemediğim bütün yerlere yetişmesini sevdim. Ben onu terk edemedim. Edemedim aah Minel Rosa. Benim girdabımdan kurtuluşum hiç yok.
Sen bunu biliyorsun. Yaşadıklarımı anlıyor, bana zarar gelsin istemiyorsun. Gitgellerinin nedeni bu. Çok iyi biliyorum. Ben bu hayatı sensiz de olsa çekeceğim. Kırk yaşında olan bir adamın otuz yılı aşksız geçmiş. Şimdi ise bulduğu aşkına sahip çıkamayan bu adamdan sana ne hayır gelir? İşte o yüzden terk ediyorum. Senin yanında olamadıktan sonra bu şehirde yaşamanın ne önemi var? Ve bu uslanmaz gönlüme bir otuz yıl daha pranga cezası veriyorum. Otuz yıl sonra “Kardelenim”, ben seni o sahilde bekleyeceğim. Bütün saflığı ile buzların arasında dondurduğum, koruduğum sevgimi sana bir kere daha göstereceğim. Birincisi benim doğum günüm 24 Ocakta. İkincisi senin doğum günün 10 Haziranda. Balık yediğimiz sahilde, oturduğumuz o masada seni bu iki günde bekleyeceğim. O gün sana doğum gününde aldığım tokanı ve fularını takarak gel. Seni ölmeden bir kez daha görmek, gözlerine bakmak istiyorum. Kaybettiğim seni, hasretimi bağrıma basmak istiyorum. Beni bundan mahrum etme. Eğer yaşıyorsan, gel! Bekleyeceğim seni yılda iki kere. Eğer ben ikisin de de gelemezsem, “Kardelenim” bil ki prangalarından hiç kurtulamamış aşkı ile bu dünyadan göç etmiş bir adam tanıdım diyeceksin. Bugünü bir tek gözlerime baktığın anlarda ki gibi, ölümüne bir bakışı gözlerinde yakalamak için gel. Gözlerinde aşkı, sevdayı, dokunmayı; yapabileceğimiz ama yapamadığımız her şeyi anlatan bakışınla bak bir kez daha. Bu prangaya vurulmuş aşkın senden son vasiyetidir.
Kaç kere gözlerine baktımsa, derin hüzünler gördüm. İçindeki yalnızlığı bastıran bir merhem olamadım sana. Şimdi bir vedayla ayrılırken senden, müebbet hapse uğramış pranga mahkûmu gibi yaş haddimden cezamın affını bekleyeceğim. Tam otuz yıl sürecek cezamın sonunda, yetmişime vardığımda, bekle beni. Ömrümde kalan bir gün dahi olsa, bekle. Biri kışta, biri yazda bekle. Kimsenin beni beklemediği bir günle bekle beni. Bir bakışının hatırına bekle. Anlatamadığın, anlatamadığım hüzünlerle bekle beni. Bir saatine bir ömür verdiğim bekleyişle bekletme beni. O gün gelmeyen, gelemeyen biri olursa, yazına kadar yine bekle beni. Eğer yazında da gelemeyen olursa, ben gelemezsem anla ki bu hayırsız, seni bekleyememekten değil! Ömrü yetememekten gelmemiştir. Mahkûmiyeti dolmadan, gerçekten çekip gitmişimdir. Seni bilemem, gelemeyişinin başka nedenleri olabilirse de, ben o günün akşam vaktine kadar bekleyeceğim seni. Bir gün birlikte olduğumuz o balıkçı kasabasındaki sahilde bekle beni.
Seninle yediğimiz o son yemekten sonra, arabadan ayrılırken gözlerime bakarak ellerimi tuttuğun anda, o kadar çok istedin, istedim ki seni alıp sarıp sarmalayıp dünyanın diğer ucuna gitmeyi. Saramadım, saramadığım sevgilim beni affet! Seninle geçen bir tek an bile sonsuzluk ikliminde, o an gibi saklanacaktır. Ve seni sadece gelecek zamana bırakıyorum. Kavuşması imkânsız aşkım! Aah Minel Rosa, yalnızca gözlerinde yaşamamak için, senden kaçıyorum. Söylediğim zamana kadar seni bekleyeceğim. Ömrüm olursa eğer, bil ki ben hep seni seveceğim. Hep seni seveceğim, hep seni bekleyeceğim.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.