Lise Yılları 2 Kopya Makinesi
Lise yılları 2 Kopya makinesi
TERSLİK
Bu gün çok ters bir gündü onun için, terslik kendini sabahın ilk saatlerinde belli etmeye başlamıştı... Uyku ile birlikte unutkanlıkta başlamıştı Baran’da. Ve bu unutkanlık aynı hızla devam edecek olursa başına büyük dertler açacaktı. Sabah altı buçukta kalktı yataktan. Nasıl böyle yarım saat erken kalktığını düşünürken birden kendi kendine kalktığını fark etti. Oysa normal günlerde onu uyandırmak için çok uğraşırlardı. Su dökerlerdi, sürürlerdi, gelen geçen bağırırdı kulağına, garip Çin işkenceleri yaparlardı. Bazen tuvaletin kapısına kadar götürüp orada bırakıverirlerdi Baran’ı ki o da zoraki uyanırdı. Çok uykulu olduğu günlerde ise bunların hepsi yapılırdı ona. Lise 1’de iken uyanık kalma süresi onun için çok kısa bir süre idi. Yemek yemek için, okula gitmek veya yurda geri dönmek için, yatağına gitmek, tuvalete gitmek için uyanırdı sadece. Bir keresinde arkadaşlarıyla yurtta yemek yerken kaşık ağzında iken uzun süre beklediğini fark eden arkadaşı onu kontrol eder. Ve Baran’ın gözleri kapalıdır...
İLK ÜÇ
Unutkanlık evet, unutkanlık başıma büyük dert açacaktı. Bu güne kadar iyi kıvırmıştım bu işten belki ama bu gün kıvıracakmışım gibi gözükmüyor. Yurttan çıkarken aynı sınıfta okuduğumuz Polat bu günkü fizik sınavında ona kopya verip vermeyeceğimi telaşla sordu. Ona ’verebilir miyim sence?’ diye sorduğumda ’bana söz vermiştin’ dedi. Okul kapısından içeri girerken Esra’yı gördüm. Ufak tefek bir kızdı açıkçası ilkokul beş okuyor sanılacak bir bedeni vardı. Aslında çalışkan bir kızdı, ama fizik dersi onu zorluyordu. Yanıma geldi. ’Sözünü unutma sınavda yardım edeceksin bana!’ dedi. Etti mi iki! Okul bahçesinde değerli müdürümüz konuşma yapacaktı. Ki onu değerli görebilen kesim görünmeyecek kadar azınlıktı öğrenciler arasında. Görünmeye cesaretleri varsa tabi! Neyse bütün okul düzen denilen boktan bir şekilde sıradaydı. Kravatım yoktu ve ben saf saf en ön sıradaydım. Görevli öğretmenlerden biri yanıma geldi. ’Oğlum senin kravatın nerde.’ Diye sorduğunda ben otomatik işleyen bahanemi damdan düşercesine aniden kulaklarının içine soktum. ’Unutmuşum hocam’ dedim. Arkadan bir kız kravat uzattı. ’Bunu bağlayacak kimse yok mu?’ diye sorduğumda ise galiba yine söz verdiğim bir arkadaşım; kravatımı bağladı. O da Sevinç’ti; kravatı bağladı yanıma geldi.
"Marslı ne haber?"
"Ne olsun be pempe kravat gene yokmuş boynumda ve şu ardından kaç kilo küfür edeceğimi düşünmeyen hoca bana kravatımın olmadığını söyledi."
"Boş ver sen onu bu gün sınav var olum hemde ilk ders."
"Anaaaa fizik bu gün ilk ders mi?"
"Tabi olum, inşallah sözünü unutmamışsındır, aynı sırada oturacağız."
"Neden olmasın hanımefendi sizde bana kopya vereceksiniz."
"Şöyle konuşup ta beni korkutma, yoksa sınava çalışmadın mı?"
"Nedense ben sınava çalıştım mı pek iyi sonuçlar almıyorum."
"O da doğru da, sen kâğıdını çabuk doldurmaya bak, birde ismini kâğıda yazma ha."
"Annem gibisin, her zamanki nasihatlerle kafamı beceriyorsun..."
Tokadı hak ettim ve yedim, kahvaltı niyetine... Daha sınıfa girmeden üç kişinin kâğıdını doldurdum ne güzel değil mi? Bakalım daha kaç kişiye söz vermişim. Gözlerim yine yorgunluğunu fısıldıyordu. Ve ben kafamı aşağı eğdim. Her okulun bahçe zemininde bulunan asfalt zemin bizim okulu da istila etmiş durumdaydı. İşin aslı bizim 9-L sınıfı mekân olarak müdürün konuşma yaptığı kürsüye pek bir yakındı. Ki böyle bir durumda yakalanma ve uyandırılma riskim çok fazla idi. Şimdi arka sıraya geçmeye halimde yoktu. Öyle kendi halimde uyumalıydım, tabi değerli müdürümüz izin verirse. Vermedi de, ’Şu uyanmamış çocuğu uyandırın.’ Duymazlıktan geldim. Yüzde yüz bana demişti. Daha uzak bir köşedekine seslenme olasılığı yoktu. Ama yinede bana dememiş gibi davranacaktım. Gıcık pempe olmasaydı. Ah pempe ah!
"Len marslı, müdür sana diyor."
"Değerli mi"
"Kaldır kafanı oğlum!" dedi müdür sertçe. Hem tersleyip hem de oğlu gibi sahiplenmesi bence baya bir ters durumdu. Neyse acıdım onların uykunun kollarında olmayışına ve kafamı kaldırdım. Gözlerim ilk bakışını tam hedef olarak değerli müdürümüze yöneltti. Ters ters baktım değerliye...
"Gel buraya oğlum, seni biraz uyandıralım." Daha ben, ben mi işaretimi bile yapamadan sözüne devam etti.
"Evet, sen gel buraya yavrum." Kırmadım onu. Uykusuz ipne...
DEĞERLİ
Mikrofondan bağırdı kulağıma hoparlörün biri de arkamda iken.
"Günaydın!"
"Size de günaydın hocam."
"Gel buraya bütün okula söyle bunu, hala uyanmayan varsa senden başka."
Ufak kürsüye çıktım, mikrofonda önümde olunca, gaza geldim. Götüm kalktı hemen. Bunda yeni uyanmışlığında etkisi vardı tabi.
"Açıkçası hocam her pazartesi neden burada uzun ve boş kelimeler sarf ettiğinizi yeni anladım, buradan manzara gayet güzel."
Bütün okul gülme krizine tutuldu. Fark ettiğim kadarıyla, ki rüya değil gibi gözüküyor; bazı hocalar bile gülmüştü buna. Müdür beni yana itti. Tabi kürsüden inmedim. Okulu krizden çıkarmak için sert bir ses tonuyla bana hitaben ama okula bakarak:
"İlk ders odama bekliyorum." dedi. Ve ben tekrar mikrofona yöneldim.
"Maalesef şansınızı yitirdiniz hocam. İlk ders sınavım var, diğer derslere randevu veremez misiniz?" Değerli müdür beni kürsüden indirdi. Yine okula bakarak ama bana hitaben:
"Geç yerine."
Ön sıraya geçtim yine. Ve o göt hocalardan bir tanesi:
"Şunu arkaya götürün." dedi. Ben kendim gidemezmişim gibi. İyi geçelim bakalım. Bir kaç kişiye sürterek en arka sırada yer kaptım kendime. En arka sıra değerliydi, yakalanma riskin minimumdu. Aslında orta sıralarda fena sayılmazdı o konuda, uyanıklar için, benim için değil.
Sınıflara girmeden öğrenci kapısının iki yanına dizilen örtmenler ve örtwumenler kıyafet kontrolü yapmaktaydılar. Kapı girişi sıkış tıkıştı. Muhtemelen kıyafeti bozuk olanlar, benim pek çok zaman yaptığım gibi kapının orta kısmını kullanmaktaydı. Ben bu gün güvenle yan taraftan geçebilecektim. Kravatım vardı ve değerlinin kürsüsüne çıkmak için gömleğimi pantolonuma geçirmiştim. Kalabalığa katıldım. O kalabalıkta yüzünü görmediğim biri kolumdan tutup çekti beni tenhalara... Sonradan Sinan’ın yüzünü gördüm.
"Uykucu ne haber."
"İyi sen."
"İyi iyi, bütün okula rezil oldun."
"Ama değerliyi de rezil ettim."
"Boş ver oğlum, sen kopya işine bak."
"Ne kopyası oğlum!"
"Ne olacak ilk ders randevun bana değil mi lan."
"Tamam, tamam bakarız."
"Bakarız deme, kâğıdına da ismini yazma."
"Of Sinan!"
"...
Konuşarak sınıfa girdik. Ben öğretmen masasının hemen önündeki sıramın pencere kenarına geçtim. Penceremi açtım kafayı koydum sıraya. Açıkçası sınıfa girene kadar uykum yok gibiydi. Sınıfın kapısından geçince uykum geldi. Zaten pencereyi de sınavda uykum beni zora sokmasın diye açtım. Ama ne fayda. Ve başladım uyumaya...
KOPYA PLANI
Sevinç yanıma oturmuştu. Dalgalı sarı uzun saçları vardı. Vücudu sıska değildi. Yüzü çok tatlıydı. Ve bana kızgın kızgın seslendi. Daha kendimi tam olarak uykunun ellerine bırakmadığımdan dolayı sesine karşılık verdim.
"Efendim pempe!"
"Sen kaç kişiye kopya sözü verdin Baran?"
"Vallaha bilmiyorum."
"Şimdiden yedi kişi."
"Ne! En son dörttü."
"Sen uyumaya devam et, sayı artıyor."
"Ya kızım ben kimseye söz verdiğimi hatırlamıyorum."
"Sinan, Esra, Osman, Süleyman, Polat, Şule ve ben."
"Daha var mı?"
"Bilmiyorum ama bana kopya vermezsen küserim valla."
"Sen yanımda değil misin?"
"Diğerlerine nasıl vereceksin?"
"Bakarız topla onları, bende biraz düşüneyim."
İki saniye geçtiğini hatırlamıyorum. Sevinç beni dürttü.
"Kalk Baran kalk da kaç kişiye söz verdiğini gör." Karşımda yedi kişi vardı. Kimi gülerek, kimi ters ters, kimi ise mal mal bakıyordu.
"Abuuuu ben hepinize söz mü verdim?" Garip diye tabir ettiğim sesler yankılanıyordu kulağımda. Sinan; yakın arkadaşımdı, uzun boylu biri. Sayısal bölüm seçecekti. Aynı sınıfta olmayı hayal ediyorduk. O bana ben ona kopya verme niyetindeydik. Ama henüz onun bana kopya verdiği bir ders olmamıştı. Pardon müzik dersinde kopya veriyordu, ama yakalanmıştım. Onu ele vermemiştim, ama... Esra’ya borçluydum şimdi hatırladım. Arka sıramda kimi zaman Sevinçle, kimi zaman Osman’la otururdu. Çok çalışkan diyemezdiniz, ama çalışkan kızdı. Uslu, belki birazda utangaçtı. Geçenlerde kantinde bana poğaça ısmarlamıştı, kopya sözü vermiştim. O gün çok açtım ve uykum nedeniyle kahvaltıyı kaçırmıştım. İmdadıma yetişmişti. Bir farklı tabirle kalbimden vurmuştu. Yanlış anlamayın... Osman, benim şişman kardeşim. Yanımda otururdu. Eleman iyi çocuktu. Temiz kalpliydi. Sınıfa ilk girdiğim günden beri aynı sırada oturuyoruz. Biraz kekeme bir çocuk. Yüzü de vücudu gibi tombul. Kaprislerime bir Osman birde Sevinç karşılıksız katlanır. Sinan bile pek çok zaman dayanamaz. Süleyman; cüce ve büyüklerin tabiri ile serseri biri. Ama harbi süper esprileri var. Sınıfta yegane lakap takıcıdır. Benim marslı lakabımı Pempe taktı, o ayrı. Polat: Yurttan arkadaşım. sınıfta aynı yurttan dört kişi vardık. Bana en yakın olanı Polat’tı. Ona nasıl söz verdiğimi hatırlamıyorum. Ama o yalan söylemez, dediyse öyledir. Şule; kısa boylu sayılır. Erkeksi bir kız, futbol oynar mesela... Bana dayak atma çabaları oldu, başarılı olduğu bile oldu. Tabi ben uykuluydum. Asi bir kız kendisi. Yalan söyleme ihtimali olanlardan biri idi. Ve pempe, kardeşim benim. Çok iyi kalpli biri Sevinç. Lakabını Süleyman taktı, en çok kullanan benim.
Aman Allah’ım ben bunların hepsine söz mü verdim. Ayvayı yedik, hem de öyle ekmek ayvası falan değil, baya sert bir ayva olsa gerek. Ama almışız bir kere sorumluluğu. Bir yandan ne yapacağımı düşünürken bir yandan da konuşuyordum.
"Şimdi, ben Sevinç’le en önde oturacağım." Osman atıldı:
"Biz ne olacağız Baran?
"Kanka sen arka sırada Esra ile oturacaksın." Sinan’ la Polat ters ters baktı. Bir sonraki sırayı onlara tahsis ettim.
"Sinan ve Polat sonraki sıra, Süleyman ve Şule de dördüncü sırada olacak." Süleyman:
"Sen bizi çöpe at, elbet işin düşer lan bana..."
"Dur be olum ilk kâğıt size gelecek. Doldurduğum ilk kâğıt sizin sıraya ulaşacak ve kağıt kime geldiyse diğerine gösterecek."
Mal mal bakınıyorlardı, bu iş nasıl olacak dercesine. Ben devam ettim.
"Sonraki kağıt Polat’la Sinan’ın birine aynı durum orada da geçerli." Sevinç:
"Oğlum sen kaç kâğıt doldurmayı planlıyorsun?"
"Vallahi dört kâğıt borcum var, olursa daha fazlası."
"Ya olmazsa?"
Herkes yerine geçiyordu. Arka sıralarımda oturanları kovaladılar, Şule, Süleyman ve Polat. Diğerleri zaten arka iki sıramda otururlardı. Ki düzen değişikliği fizik hocası Kemal hocanın umurunda değildi. Belki de farkında değildi.
"Niye olmasın kızım, sen dert etme."
Arkadaşlarımın gönlünü hoş tutma çabam biter bitmez kafamı namı değer yastığım çantama koydum. Bana nasıl dayanıyordu, şaşıyordum. Uyuyamadım belki ama gözlerimi kapatmam, nefes alışverişimi bile değiştiriyordu. Açıkçası uykuya daldığımı bile hatırlamıyorum. Ama şimdi Sevinç beni kaldırıyor işte.
"Kalk marslı kalk, kâğıtlar dağıtılıyor. Şu sorulara bir bak, kazık oğlum bunlar." Arkadan Osman dürttü. Tabi Kemal hoca bizi keşfedemiyor. Osman kısık sesle:
"Yapabilecek misin soruları? Bak çok ihtiyacım var sana."
"Tamam, tamam dert etmeyin." Sorulara baktım ufaktan, hepsi gayet basit görünüyordu. Hatta kalemler serbest olsa bir kaç soru bitmişti bile. Ve Kemal hoca startı verdi.
"Başlayın çocuklar."
OPERASYON
Gözlüklü sıska ve birazda saf bir hocaydı. Aslında saf bir görüntüsü vardı. Neden böyle davranıyordu bilemiyorum.
"Hemen başladım ilk kâğıdı doldurmaya son sorudan. Çünkü son soru benim için en zoru idi. Daha sonra diğer soruları kafamın estiği sırayla yaptım. İlk kâğıt dolduğunda on beş dakika geçmişti. Arka sırayla kâğıt değiş tokuşu yaparken, Kemal hoca önünde duran kitaba bakıyordu. Harbiden fark etmemişti. Ben bu işte ustaydım. Ben ilk kâğıdı doldururken, Sevinçte benden bakarak dört soruyu yapmıştı. Saksıyı tekrar çalıştırdım, ikinci mahsul için yedi-sekiz dakika yetti. Sevinçte iki soru eksik kalmıştı. Kemal hoca sınıfta dolaşmaya başladı. Bir fırsatta Sevinçle kâğıtları değiştirdim. Hemen onun eksik iki sorusunu yaptım. Bu arada Sevinç ikinci mahsulümü arkaya yollamıştı. Ama nedense hala Polat ve Sinan kâğıt bekliyordu, Osman öyle diyordu. Üçüncü mahsul onlara ulaştı. Ben dördüncü mahsulü verirken Sevinç kendinde olan kâğıda üç dört soruyu yazmıştı. Dördüncü mahsul tam üremeden Kemal hoca geçti yanımızdan ve bana ’Oğlum sen o soruyu yapmamış mıydın.’ dedi. Ve ben ’Yok hocam ben sırayla çözmüyorum ya size öyle gelmiştir’ dedim. Kafasını sallaya sallaya gitti. Dördüncü mahsulü Osman’a verdim. Elimdeki son boş kâğıdı süratle doldurdum. Hızlı yazmak yazımı iyice bozmuştu.
Kâğıt dolduğunda, bizim gruptan sınıfta Esra, Osman, Sevinç ve ben kalmıştık. Esra ile Osman da çıktılar sınıftan. Sevincin kâğıdına baktım, Eksik üç soru vardı. Saati sordum, 5-10 dakika kalmıştı. Belki kalmamıştı bile. Hemen sevincin kâğıdı ile değiş tokuş yaptık. Sevinç’e ismini yazmamasını söyledim. Sonuçta onun yazısı güzeldi. Bense berbat bir yazıyla doldurmuştum son kâğıdı. Sevinç’in kâğıdındaki soruları onun güzel yazısına benzeterek cevapladım. Kâğıtları değiştik. İlk önce o çıktı. Biraz sonra ise ben. Sınıftan çıktığımda Osman, Sevinç ve Sinan vardı karşımda. Hepsi sevinçli idi. Sinan:
"Oğlum sen tam bir kopya makinesisin." Güldüm. Osman sevinç yumruklarını attı omzuma. Sevinç sarıldı. Ben sınıftan çıktıktan bir-iki dakika sonra zil çaldı.
RAHATLAMA
Sevinçle beraber kantine indik. İlk teneffüs kantin kalabalık olurdu. Daha zil çalmamıştı aslında biz kantine indiğimizde. Ama bazı hocalar erken çıkartırdı sınıfları ilk teneffüse. Erken çıkartıyorsa bir hoca, mutlak o da açtır, aç!
Hemen bir masa kaptım. Sevinç çay sırasına girdi. Esra elinde poğaçalarla geldi masaya.
"Ya kızım daha fazla borçlanmak istemiyorum ama ben harbiden açım."
"Biliyorum, altı poğaça aldım."
"Üçü benim biri sevincin ikisi senin Esracım."
"Tamam, öyle olsun."
"Kaç sınav borcum olacak."
"Önümüzdeki maçlara bakmam lazım." Gülüştük. Sevinç’e seslendim.
"Pempe" Ona bu lafı söyleyen tek kişi ben sayılırım. Direk bana baktı. Bende Esra’yı gösterdim.
"Üç çay al." Kafasını salladı. Esra:
"Saf Kemal görmedi."
"Belki de görmek istemiyor."
"Bilmem."
"Ya Şule ile Süleyman ilk kâğıdı ne yaptılar?"
"Ne yapacaklar, Şule kâğıdı alır ve Süleyman’a göstermez, bu kadar basit."
"O niye?"
"Niye olacak Süleyman beden derslerinde futbol maçlarına Şule’yi almıyor diye." Sevinç geldi.
"Kız pempe ne yaptık yav biz."
"Napa caz kopya çektik." Esra:
"Yok, biz baya fotokopi yaptık." Gülüştük. Sevinç devam etti. Cennet mahallesi diye bir çingene dizisi var televizyonda, Oradaki Pempe’nin tavırlarına bürünerek konuştu:
"Hani benim marslım, kopya makinesi miymiş?" Oradan bir öğretmen geçerken Esra uyardı.
"Şşşt polis geçiyor, bizi gidi yazılı azılıları, kendimizi ele vermeyelim." Hoca geçtikten sonra tekrar azdık. Ben:
"Ya pempe kaç kâğıt doldurdum ben?" Sevinç gözlerini kapattı ve havada şizofrence kâğıtları saymaya başladı.
"Biir, ikiii, üç, dört..." O ara biraz bekledi. Heyecanla:
"Galiba beş kağıt doldurdun."
BOZGUN
Eğlenceli bir kahvaltı olmuştu benim için. Ama zil çaldığında müdürün odasında olmalıydım. Ve işkence olacaktı bana. Zil çalınca odasına gittim. Yalnızdı. Yanakları çökmüş, esmer tenli ve 1,80 boylarında idi. Yüzü çok gıcık bir tipti benim için. Ama pek çokları için tontoş bir dede tipi olabilirdi. Uzun bir nağmeyi yedikten sonra binlerce kez özür diledim. Arada iki zil duydum, tabi bir teneffüs geçmiş oldu. Neyse adam beni okuldan atamıyordu. İlk kez karşısındaydım. Uyku mazimi duymuş olabilirdi belki. Ama çalışkanlığımı da duymuştur yanında. E karşısına ilk kez çıkmışım, derslerim iyi, önceden hiç bir vukuatım yok. Ve şu an karşısında özür diliyordum. Mecburdu bana bağıran nasihatlerden başka işkence yapmamaya. Üçüncü dersin yarısında beni bıraktı.
UYKU FASLI
Sınıfa gittim. Ders İngilizce idi. Hocamız İsmail hoca. Belki Kemal hocaya saf diyorduk ama bu adam harbi saftı. Beni de severdi.
"Ne yaptın oğlum?"
"Hiçbir şey, bir buçuk ders kilometrelik nasihat ve bir teneffüs kilometrelik özür sadece."
"Yazık oldu uykuna."
"Ya hocam izin ver uyuyayım."
Cevap vermedi İsmail hoca. Ama ben devam ettim.
"Valla hocam ilk ders sınav vardı. Teneffüste kahvaltı yaptık. Sonrası malum... Daha uyuyamadım bu gün."
"Gece ne yaptın, beşik mi salladın."
"Aman hocam karanlık uykunun yeri ayrı."
"Otur." Şişmanca bir hocaydı İsmail hoca. Onunda gözlükleri vardı ve kumral bir teni. Yaz günlerinde bile örme kazak giyerdi. Onunda yüzü çökmüş ve buruş buruştu. Ama değerli kadar değil. Ve bana göre değerliden daha bir tontoştu. Osman sırada yalnızdı. Sınıfı şöyle bir süzdüm. Neredeyse herkes beni izliyordu. E sonuçta dersi bölmüştüm. Ama tek sebep bu değildi. Sorun ilk dersti... Osman kalktı, ben pencere kenarına geçtim. Kafamı sıraya koydum, dersi dinlemiyordum. Ama henüz uykudan eser yoktu. Osman dersi dinliyordu. Sevinç’e baktım. Sevinç:
"Ne yaptın lan disiplin kazası filan var mı?"
"Yok, be kızım, benim gibisine kıyarlar mı?"
"Derslerin iyi olmasaydı, uykudan giderdin önce."
"İyi o zaman izin ver de, uyuyayım." Geri döndüm ve kendimi uykunun ellerine bıraktım...
SONUÇLAR
Aradan bir hafta geçti. Günlerden Pazartesi... İlk ders fizik ya, Kemal hoca sonuçları okuyacak. Ama benim umurumda değil, nede olsa doksandan yüksek benimki. Gittim sıraya başımı koydum. Kimsenin bana dokunmaması için telkinlerimi verdim Osman’a. Uykuma daldım...
Ama dokundular işte, hem de telkin verdiğim kişi dokunuyor. Hem de baya bir sert. Osman’ın yumrukları ile uyanıyordum. Tombul elin yumrukları ile kimse uykudan uyanmak istemez. Ama ben alıştım işte.
"Kalk lan, Kemal hoca."
"Ne olmuş?"
"Bizi çağırıyor lan!"
"Bizi mi?" Sekiz kişi vardı ayakta. Bizde kalkınca on oldu. Hesapta olmayanlar, Üzeyir ve Tahir’di. Demek ki onlarda beşinci sıradaydılar, onlar Süleyman’ın tayfası. Ondan faydalanmışlardı. Kemal hoca benim uyandığımı görünce. Konuşmaya başladı.
"Bakın sizin kopya çektiğinizi biliyorum ama farklı yerlerde hatalarınız var o yüzden bir şey demeyeceğim. Sizden istediğim, sadece bunu itiraf etmeniz. Sınavınızı sayacağım." Kimseden ses çıkmayınca Sevinç’e baktı:
"Kızım sende mi? Senden beklemezdim kopyayı."
"Yok, hocam çekmedik."
"Tamam, bu sefer bir şey demeyeceğim. Ama bir daha böyle çıkmayın karşıma. Karnenizde Fizik sıfır olur."
Yerlerimize geçtik. Osman’a sordum. Kemal hoca notları okumaya devam etti.
"Kaç aldık Osman?" Sevinç cevapladı:
"Senle ben yüz, diğerlerinin hepsi seksen beşin üstünde."
"Abuuu!" Hep beraber güldük.
"Benden kaç kişi faydalandı?"
"En az on..."
...
Teneffüs zili çaldığında Kemal hoca yanına çağırdı beni. Nasihat vermesini sevmeyen birisiydi kendisi. Bu yüzden direk konuya girdi. Sorusunu yöneltti bana, sınıf boşalırken...
"Oğlum açık konuş, kaç kâğıt doldurdun sınavda?" Onu uğraştırmak istemiyordum açıkçası, ama kendimi de garantiye almalıydım. Sessizce bekledim. Ve kemal hoca garantimi verdi.
"Söz sınavlarınız sayılacak ve benden başka kimse duymayacak. Söz bak duymamış gibi yapacağım. Bu iyi niyetimi hor görme."
"Peki, hocam madem siz iyi niyetli olmakta profesyonelsiniz. Ben de biraz açık sözlü olsam iyi olacak." Heyecanlanmıştı Kemal hoca:
"Evet."
"Hocam sanırım beş kâğıt doldurdum."
"Bunu nasıl yaptın?"
"Vallaha bilmiyorum hocam."
"Uyuyor muydun?"
"Galiba..."
...
BN CN
28/06/2010 03:22
Marslı hangi dersten zayıf not alır? Baran’ın uykusunu hoş görmeyen Öğretmen hangi dersin öğretmeni? Hangi derste öğretmenle kavga ettiği için disiplinlik olur? Hepsi gelecek bölümde. Marslı Baran deliliklerine devam edecek. Üçüncü bölümü bekleyin...
MARSLI
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.