YAZININ AKLINDAN ZORU
“28 gence Tek Türkiye? Sorusunu yönelttim..
İçlerinden hiç birisi, Türkiye’nin gerçekleri diyemedi..
Nihayet, 32. soruya muhatab bir veled ancak, ‘Türkiye zaten tek, ikincisi yok ki!’ akılberliğinde bulunabildi.
Anlayamadım.. Ki düşük belli tumanıyla Batı’nın dümen suyunda şişkin Kurbağa modeli sunan bu gençlik, acaba niçin bu kadar tefekkür ve teşekkürden uzaktır?
İmani noktadaki eksikliğimiz mi, devrin modern açılımları mı, tahsilin arttıkça terbiyenin asgarileşmesi mi? Hangisi, yeni nesli, sadece gideceği yeri bilmeye ve bulmaya, alacağı şeyi almaya ve çalmaya mıhlıyor da, küçüğe kol, büyüğe yol vermeyi dahi unutturuyor.
Birkaç gün önce 28 Şubattı ya.. İşte o güdük ay itibariyle, bu gençliğin düşük kemerli hâlinde, teşbihte bir hatamız olmayacaksa, dişisinde Fadime Şahinli bir endam, erkeğinde Ali Kalkancı tipi bir yobazlık gördüm.
Onlara göre, Tek Türkiye, işte öylesine altında madeni keşfedilmemiş, üstünde altını işlenmemiş bir ye kürküm ye sofrası Türkiye idi.
Yani, yürüyebildikleri kadar yürüyorlar, sürüyebildikleri kadar sürüyebiliyorlar, üreyebildikleri kadar da ürüyorlardı..
Haaa.. belki bu zaafları Şubat’ın kısa 28’ine rastgelmiş de olabilir DİYE DÜŞÜNDÜM..
Bu, sorumuza muhatab 33 genç, belki; DİYE DÜŞÜNEN bir cemiyet oluşumuzun 1. Yıldönümü’ne rastgelen 28 Şubat’ta milli hassasiyetlerini gama ve geme çekmiş de olabilirlerdi. Dolayısıyla işin aslına vakıf olmanın bir diğer yolu da vardı ve o da 253 bin şehid verdiğimiz Çanakkale Deniz Savaşları’nın yıldönümü olan 18 Mart’ı beklemekti.
Evet.. malûm zaafın sebebleri için 18 Mart’ı bekleyelim bakalım..
Hakikaten bu gençlik, bugün realist Tek Türkiye filmini mi, yoksa Recep İvedik türü komedileri mi izliyor..
Acaba, 28 Şubat, nasıl ki Fadime Şahin’li Ali ile Müslüm’ü vizyondan çıkardıysa, 18 Mart Düşük belli gençliği Çanakkale’ye götürüp de vizyona sokabilecek mi.. Bekleyip göreceğiz..”
Böyle bir yazıyı kaleme aldığımız günden bu tarafa sizin cephenizde bir değişiklik oldu mu?
Yahut da var mı?
Sizi bilemem, ama bana göre Türkiye halâ Tek Türkiye rollerinin icablarıyla inliyor. Bir taraftan gelen üçer beşer şehid cenazelerinde aynı sahneleri yaşıyoruz; “Kahrolsun PKK! Şehidler Ölmez Vatan Bölünmez!”
Bir taraftan birlik ve beraberliğin en hassas noktası TBMM’deki hainler işi azıttıkça azıtıyor ve utanacakları yerde bir ‘Şerefsiz’e takılıyorlar. TC’ye adeta kafa tutuyorlar.
Bu meselenin temelinde 50-60 yaş üstü insanlık yerine gençliğin mangurtluk ve aptallık sendromu yatıyor.
PKK denilen illet Taşnakcıyan’lar, ya da Asala bozuntuları, ihtimal ki Mosad’cı senaristler, yahut da Lawrence’in enkaz-ı naaşını SAL’larında taşıyanlar, Anadolu diyarından hile ve desiseli geçmişlerinin hıncını alma gayreti içindeler..
Ki işte bunların arasına Sabbah’ın afyonkeşleri sıfatıyla demir atanlar da ne yazık ki bu ülkenin her türlü faziletinden faydalanma hakkına sahib aptallar sürüsü..
Ben; dolayısıyla toprakları üzerinde bir cemiyet teşekkül ettirdiğimiz has Anadolu uşakları, neredeyse her gün gelen şehidler karşısında kahrolmayı adeta bir nev’i vicdani sanat zannetmeye başladık.
Yüce devletten beklediğimiz hassasiyetin zaman zaman ana ve muhalif siyaset kanatlarıyla umura uğratılması, aradan da hainler çetesinin sıyrılıp sıyrılıp milletin kanına dokunacak hâl ve tavırları sergilemesi vicdani sanatımızı zorladıkça zorluyor.
Buna rağmen, PKK denen terörist akımından halâ bir vicdani muhakeme ve insaf hareketi bekliyoruz..
Peki gelir mi?
Asla..!
O hâlde çare ne?
Çare; madem ki dağlar bize geçit vermiyor ve kanımızı derelerinde sele çeviriyor. O hâlde iki de bir muhatab gösterdikleri İmralı Konuğu’nu ipe çekmek veya kurşuna dizmek..
Madem ki onlar bu sevdaya nice evlâtlarımızı kurşuna diziyorlar. Yeni bir kanun ile TC’nin de bu adamı kurşunu dizmesi icabediyor.
Buna acıyı hafifletmek denirse; bu kadar yanan canın ateş düşürdüğü ocaklardaki ızdırab yükünü üstümüzden atıp ancak böyle hafifletebiliriz.
Yoksa PKK denilen piyonlar bizim müsamahamızı, daha nice canlara kıyarak hain emellerine âlet edecektir.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.