- 1485 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
UTANGAÇ GÜNEŞ
Minik suratındaki, iri yeşil nazarını güneşe doğru yöneltti ve bembeyaz soruyu uçurdu semaya: “Güneş hiç üşür mü?”. Masum bakışları sanki güneşe hesap soruyor gibiydi. Öyle ki; koca güneş, pamuk yığınlarının arkasına kaçıverdi. ‘Hey gidi heybetli güneş, hiç yakıştı mı sana, insan yavrusundan utanmak! Sen ki milyonlarca kilometre öteden yakıp kavuracak kudrete sahipsin; hadi ama çık dışarı, zaten çocuk seni çoktan unuttu, elinde ki dondurmaya dalmış baksana.’ Küçücük çocuktan utanan güneş, beni duymuyordu bile. Bulutların arkasını, mesken edindi epeyce bir süre. Ardından bulutlar indi yeryüzüne damla damla… Katreler yorulduğunda, güneş korkaklığı bırakıp kendini gösterdi.
Yağmur damlaları dökülmekten vazgeçtiğine, bu sefer dökülen zehirli bir isimdi dost bir dudaktan… Gözlerimden beni kandırmalarını istedim, bir kereliğine yalan söyleseler ne olurdu sanki! Ama gözlerimin doğruculuğu tutmuştu yine. Rabbim, yıllarca içten içe alay ettiğim hislerin uğultusu ne kadar çirkin ve tatsızdı. Yüzümde asılı duran düzenbaz gülücük mü, yoksa bir tost, iki çay ve tevafuklar zinciri mi daha yalandı? Bana doğru yaklaşan kara haber ekibini fark ettim, selam verdim ama onun selam almaya niyeti yoktu.
Yüreğimde ki can yakıcı marşlarla yola çıktığımda, yolumun üzerinde güneşi utandıran yeşil gözlerin tatlı gülümsemesiyle karşılaştım. İşte o ana anladım onu gülümsetenin kudretini ve Schiller’in dediği gibi asıl yalnızken yalnız olmadığımı…