- 817 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Kör Kuyuların Kenarlarında (Joe Black'e Meydan Okuma)
Kör Kuyuların Kenarlarında....(Deneme)
Seni düşüncelerimin soyut sonsuzluğunda anlatmak isterdim. Çünkü, sen düşünce gücümün algılamaya çalıştığı soyut bir sonsuzluktan başka bir şey değilsin aslında. Soyut olman somutlaşmadığın anlamına gelmiyor ancak, tam da somutlaştığın an, daha da anlaşılmaz bir hale bürünüyorsun. Tam seni anladığımı hissettiğim an, beynimde soyutlaşıyorsun birden. Kimi canlı bedenlerde somutlaştığına tanık olmak, seni bana daha da yakınlaştırıyor ancak somutlaştığın varlıkları sonsuza kadar alıp götürüyor benden. Seni kavrayabilmenin tek yolunun bende somutlaşmanla mümkün olabileceğini düşünsem de zaman zaman, bunun tatlı bir yanılsama olduğunu çok geçmeden anlıyorum. Çünkü, senin bende somutlaştığını bilmemin, ’bildiğim son şey’ olacağını biliyorum. Bu bildiğim şey, artık hiç birşey bilemeyeceğim gerçeğine götürüyor beni. Seni nasıl bilebileceğimi bilmiyorum. Senin hangi yüzün gerçek, onu da bilmiyorum. Soyut halini mi hakikatle özdeşleştirmek doğru olur yoksa somut halini mi? Kafamda kavram kargaşası yaratıyorsun ve ben bilmeye duyduğum özlemin çaresizliği içinde bir bunalıma sürükleniyorum.
Seninle karı karşıya, hatta burun buruna geldiğimiz an’ları anımsıyorum. Ya sen benden teğet geçtin ya ben sana çelme taktım. Gücünün karşısında gücümün çok yetersiz, hatta hiçe yakın olduğunu gözardı etmemin, benim için bir avuntudan başka bir şey olmadığını kabul ediyorum çoğu kez. Ya çok şakacısın ya da çok acımasız. Gücünün karşısında vurdumduymazlığa bel bağlayanın yalnızca ben olmadığımı biliyorum.
Birgün bana geleceksin biliyorum. Biliyorum ki; er ya da geç bende de somutlaşacaksın. Belki bir gece vakti, belki şafak sökerken henüz, belki bir gün batımında, ya da yakıcı bir öğle vakti çalacaksın kapımı. Yağmurlu bir günde geleceksin belki de apansız, geldiğini bile hissettirmeden. Karlı bir günde de gösterebilirsin karbeyaz yüzünü. İlkyaza merhaba bile diyemeden, doyamadan ilkyazın güzelliklerine alıp götüreceksin beni. Doğanın üzerindeki beyaza aşık olan bana, bedenime giydireceğin son beyazla veda edeceğim sensizliğe.
O an geldiğinde, bu bana göstereceğin son beyaz olacak. İlkyazın ilk çiçeklerinin pembe beyaz harmonisini artık göremeyecek ve kelebeğin kanat çırpmasına tanık olamayacak olmamın hüznü çoğalıyor içimde. Gürül gürül akıp giden zamanın getireceklerinden etkilenemeyecek ve okunacak onca kitaplardaki bilgiyi bilme gücüne veda edecek olmamın acısı kaplıyor yüreğimi. Sevdiği herkese ve her şeye farkında olmadan veda edecek olmayı yaşamak ve bunların sadece ’seni bilmek’ yanılsamasıyla gerçekleşmesi, ne kadar da trajik aslında.
’Senden korkmuyorum’ dememin, kendimi kandırmanın ötesinde bir anlamı var mı bilmiyorum. Belki senden korkuyor da olabilirim ama korkumun nedeni seninle yüz yüze gelip yüzleşmemiz değil. Sana karşı verilemeyecek hesabım yok. Hem sana karşı hesabım açık verecek dahi olsa, bunu anlayabileceğini ümit ediyorum. Ümit ediyorum çünkü, senden önceki zamanda, sensizlikte hesabı hep açık veren, daha doğrusu senden önceliliğe hep borç takan ve bu şekilde yaşamaya alışmak zorunda kalan birinin vurdumduymaz gibi görünen trajikomik tavrını, o kişinin kaşarlanmış bir yüzsüz olmasıyla bağdaştırmak adil olmaz. Aksine verdiklerinin karşılığını alamayan ve bunlara geçici yenilgiler avuntusuyla göğüs gererek varoluşunu sürdüren birisinin çaresiz çırpınışlarının götürdüğü, son durağa yönelmiş yolculuğunda yaşadığı bir zayıflığı, bir güçsüzlüğü denilebilir.
Senden öncesinin, hiç de adil olmadığına kuşkum yok. Buna karşın senin daha adil olduğunu biliyorum. Adalet konusunda felsefe yapıyor olmam senden öncesinin adil olmasını sağlamıyor. Senden korkmayışımın hatta zaman zaman seni seviyor ve özlüyor olmamın bir nedeni senin, senden öncekine göre daha adil olman olabilir.
Aslında itiraf etmeliyim ki; senin adil olduğun konusunda da kuşkuya düştüm şimdi. Gerçekten adil misin? Yoo, sanmıyorum adil olduğunu. Çünkü bazen öylesine beklenirsin; öylesine özlenirsin ama bir türlü gelmezsin ve gelmeyişin olabileceklerin en kötüsü olur. Bazen, hiç akılda yokken birden bire gelirsin. Aslında, senin gizemin, ne zaman geleceğini kimsenin bilmemesinde saklı galiba. Bu senin belki de en güzel yüzün olsa gerek. Aksi olsaydı, hem ’sensizlik’ hem ’senle olmak’ ne kadar korkunç olurdu kimbilir.
Beni ilgilendiren şey, sadece bende somutlaşacak olman değil. Bu bana hiç ürküntü vermiyor. Bana ürküntü veren şey, bildiğim, tanıdığım, sevdiğim insanlarda somutlaştığını görmek. Bunu bana gösterdiğinde yüreğim bir yangın yerine dönüşüyor. Esas o zaman yürekler yanıyor alev alev. “ Seninle yüz yüze gelmek bize ürküntü vermiyor….lakin dostlardan ayrılmanın ıstırabı zor” demişti ya şair. Bana da öyle geliyor. Hem öyle bir dost ki, öyle bir insan ki, öyle bir canan ki, ben onun yüzünü bir kez bile görmeden tüm güzelliklerini görebildim. Ama görebildiğim güzellikleri onun sadece suda kalan yüzü. Oysa onun bir aysberg olduğunu hissedebiliyorum. Ne olursun uzak dur ondan. Lütfen ona yaklaşma. Onda somutlaştığını görmem, senden önceliğin bana tattıracağı en büyük acılardan biri olur benim için. Bunu bana tattırma ne olursun.
Şimdi bir parkın, tahta kuru masalarından birinde, kalemimden bu satırlar sayfalara dökülürken, güz yangınını anımsatan, dalından kopmaya başlamış, sararmış her bir yaprağa bakıp bakıp seni düşünüyorum. Şu anda tüm çıplaklığın ile, senin soyutluluğuna darbe indiren öteki yüzünü, somut halini görebiliyorum.
Senin bende somutlaşman benim için sonun başlangıcı olacak. Ama her bitişin yeni bir başlangıcı olduğunu henüz unutmadım. Aslında zaman zaman senden korktuğum olsa da, bu korkumun senden kaynaklanmadığını, senin getireceklerinden ve götüreceklerinden kaynaklandığını biliyorum. İlişkimiz bir düzlemde, absis ile ordinatın keşiştiği, yolların birleştiği orjindeki bir buluşmadan ibaret. Ben var oldukça, sen olmayacaksın; sen geldiğinde ise, ben olmayacağım. Sadece bir orjinlik buluşmamız olacak seninle. Bu buluşmanın kaçınılmazlığının farkında olan şahsım için, orjinde yaşayacağı anlık dönüşümün bilinmezliği bile çekici olabiliyor.
İlk ve tek kez gerçekleşecek olan bu buluşmamızın senin için, seni zafer kazanmış bir komutan havasına sokmayacak kadar sıradan, basit ve olağan bir buluşma olacağını bilmek beni rahatlatıyor. Karşılaştığımız andan itibaren seni ve senin dışındakileri, ne somut, ne de soyut olarak bilmem ve anlatabilmem artık mümkün olmayacak. Seni “bilmek” benim için keyifli bir biliş ve" bu biliş bildiğim son şey "olacak.
Bir gün geleceksin. Seni bekliyorum. Seni yaşayarak bilmeyi bekliyorum. Görüşmek üzere benim, somutlaşmaya yüz tutmuş sevgili soyut sonsuzluğum.
Metin Başol
Nisan-Mayıs 2006-Ankara
Herkes, Joe Black’le, bir gün (er ya da geç) karşılaşacak...