C- VARDIYASI
C-VARDIYASI
Maden: Ne büyük bir kelime; Hemen insanın aklına,parçalanmış dağlar, karanlık dehlizler ve yer altı geliyor. Bir bakışta ne karanlık bir kelime. Oysa, Madenlerimiz; Bir ışık, bir kültür,bir nimet, bir medeniyet demektir.
Soğuk kış günlerinden biriydi.Benim işe gideceğim vardiya gece saat yirmi dört de başlayıp sabah saat sekizde sona eriyordu.İş yerimiz oturduğumuz şehre bayağı uzaktı. İşe gitmek için,kırk beş dakika,hatta bazen fırtınalı ve sisli günlerde ancak bir saatte ulaşabiliyoruz. Bunu n içinde evden çıkarken, ev evradı beni adeta uğurluyorlardı. Hanım; gece işte yersin diye, küçük de olsa bir şeyler hazırlar,kapıdan çıkarken elime tutuşturur. Büyük oğlum; sanki sırada bekliyordu. Beni uğurlamak için. Orta bire gidiyordu. Onun asıl derdi, yanağından öptürmekti. Asıl ondan sonraki, sırada bekler,bu uğurlama merasimi arasına, arzu edipte, asabisinde olup kendisinde olmayan isteklerini sıralardı. Bir gün hesap makınası, bir gün cetvel vs. isterdi.Okula gitmiyordu. Daha beş yaşındaydı. Ama elinden kalem defter düşmezdi. Adı İsmail CAN. İsmail; ben her işe gidişimde, sanki çarşıya gidiyormuş gibi o bitmeyen isteklerini sıralardı.
Hanım; çocuklarla konuşmamın arasına girer, yürü bey! Geç kalacaksın, servisi kaçıracaksın der. Bende gerçekten geciktiğimi anlar, hızlı uzunca adımlarla, durağa zamanında ulaşırdım. Durağa erken geldiğimiz bazı günlerde;arkadaşlarla buluşur, işe varıncaya kadar bir yığın konularda tartışır, bazen hükümet kurar, bazende belediyeleri yıkardık. Durakta başlattığımız tartışma, bazen iş yerine kadar sürer bazende oracıkta biterdi. Hiç kırıcı olmayan bu münakaşaları, sanki işe gitmediğim günlerde, özler gibiyim. Bu tartışmalar; genelde gündemdeki konular olduğundan, birimizin bilmediğini, diğerimiz daha detaylı bilir, sanki bir bilgi aktarımı olurdu.Ogün sıkça tartıştığımız,bir arkadaşım, yaptığımız tartışmalardan faydalandığını, daha sonra bana hep söyler, Yaralandım derdi.
Bizler; ben ve arkadaşlarım, iş arkadaşlığının yanı sıra, birbirimize akran idik.Yakın yaşlarda ve 1974_1980 aralığında,öğrenciliğimiz geçtiğinden, ister istemez konular hep siyasete kayardı. İş yeri nizamiyesine geldiğimizde; bizi apayrı bir hava beklerdi. Güvenlikçiler bizi sanki gümrük kapılarından geçiyormuş gibi arar, bazen arabadan indirir içeriye öyle alırlar, araçlar arkadan gelirdi. Arkadaşlar hemen ilerde montaj şirketinden kalma geniş bir alanda toplanır. İş taksimi yaptıkdan sonra, tekrar, dahili araçlarla, beş, on, on beş kilometrelik mesafelerdeki maden makinelerine giderlerdi. Bizlerde nezaretçiler olarak; yine şirketten kalma pekde bakımlı olmayan ince uzun yirmi sekiz odalı binadaki kendi yerimize geçer, işi buradan; Telsiz, Telefon ve bir zat gezerek takip ederdik.
Açık kömür ocağı olması hesabıyla, işin bir ucu yer yüzünde, diğer yanı yüzeli metrelere varan derinliklerdeydi.Makinelerin dördü toprak ikiside Kömür çıkartırdı. Bir defasında; kömürün hemen üzerindeki basamaktan aralıklı olarak gaz çıkardı. Halil diye bir arkadaşımız vardı. O basamakta posta başı olrak çalışmakta olacakki biazda;mucitlikleri olan biriydi. Çıkan gazları hafif toplayarak bir boru çakıp yakmıştı. O gaz, aynı yerde, günlerce yandı.Biz uzaktan baktığımızda; büyük bir meşale gibi gözükürdü.Kömür havzamız, oldukça geniş olduğundan, arabalarla dolaşır,tüm sistemi takip ederdik.Kömür çıkan bölüm; KAZI SAHASI, diğer yanda,buradan çıkardığımız rengarenk harfi yatı döktüğümüz büyük bir vadide Döküm Sahası olarak kullanılmakta idi. Hatta döküm sahası olarak kullandığımız bölümün, arkada kalan büyük bir kısmını da, ağaçlandırarak işletmemiz işlediği kömür ocağını yeşillendirerek tekrara doğaya kazandırmış, tam bir çevreci anlayışla hareket edilmektedir. Şu anda işletmenin ormanında; kurt, tilki, tavşan, kara böcek ve değişik kuş çeşitleri mevcuttur. Hatta bizim döküm sonrası yaptığımız, birde suni gölümüz bulunmaktadır. Kapasitemiz o kadar büyüktür ki yılda: Yirmi iki milyon ton linyit çıkartılmaktadır. Tabi bu kömüre ulaşmak içinde; İki katı harfi yat gerekmektedir.Yani kırk beş milyon ton toprak ki bunun yirmi, yirmi beş yıl sonrasını düşündüğünüzde işte dağlar o zaman oluşmaktadır. Yine bu çevreci anlayışın ve bölge sağlıda düşünülerek kül problemi de hallolmalıydı. İş o yanan kömürlerin külü de aynı taşıma sistemi ila o suni dağların altına dökülerek hapshapsolunmaktadır. Kömürlerin ilk bakışta, beklide bu yoğunluğu göze çarpmayabilir. Çünkü o kömürler şimdi enerjiye dönüşmüş, sizler bu satırları okurken salonunuz da elektrik olarak, lambanızı aydınlatacak, klimanızı çalıştırmaktadır.Madencinin yüzündeki siyah kömür lekelerini gördüğünüzde, enerjiye nasıl dönüştüğünü , büyük sanayilere nasıl can verdiğini hatırlayacaksınız.Madencilik hayatımızın, yine soğuk kış günlerinden biriydi. Böyle ifade edildiğinde, çoğumuzun aklına, esen rüzgarlar, yağan karlar gelir.Ama madencinin çok soğuktu dediği zaman, böyle tarifler yetmez. Eksi on sekiz derecede , açık arazide, saat gecenin üçüyle beş aralığı, soğuk insanın kanını donduruyor.Bıyıklar kırağı tutar, kurtlar köylere şantiyeye kadar inerdi. Şantiyemizin önünde beslediğimiz, karabaş adında bir köpeğimiz ve iki sevimli yavrusu vardı.Geceleri yabancı bir ses yada hayvan gördüklerinde hemen havlar sanki bize haber verirlerdi. O gün yine havlıyorlardı.Ama bu havlayış,çok daha farklı ve anlamlıydı.Sanki, can havlıyla yapılan bir havlama idi.Şantiyenin dış kapısının alt kısmı saç, üst kısmı da cam idi. İçerde lambalar yanıyor, dışarısı ise zifiri karanlıktı. Sisli, puslu, basık ayazlamış sert bir hava hakimdi. Tam bu sırada havlamaların arasına büyük bir şangırtı ve gürültü karıştı. Bu neymiş dercesine odalarda ki bütün arkadaşlar,hep birden dışarı fırladılar.Birde ne görelim, bütün camlar aşağı inmiş. Karabaş şaşkın ve korkak bir şekilde; ağzından, burnundan kan geliyor.Hayvancağız bizim kalabalığı da görünce o şaşkın halde, tekrar koridorun öbür ucunda ki camlı kapıya yöneldi. Can havliyle, birde o kapı camına vurmasın mı? Kendini kapının dışına attı.ama olduğu yere yığılmıştı.Kafasından ve suratından aldığı darbeler onu perişan etmişti. Bir süre sonra, hayvan kendine gelmiş ama zor yürüyordu. Hemen köpeği bırakıp yavruları aramağa başladık. Bulamamıştık. Yavruları, kurt sürüsü açlıktan alıp götürmüştü. Her gün yemek atıklarıyla beslediğimiz, çok da sevdiğimiz yavrulara üzüldük. Böyle olacağını bizde düşünememiştik. Artık annelerini sıcak bir bölmeye alıp ısınmasını, kendine gelmesini sağladık. Karabaş yaralıydı ama kurtulmuştu. Yavrularını kaybetmiştik.
YORUMLAR
Özbenli
Buarası; AEL. İşletmesi. 24. Saat devamlı çalışan açık ocak usuli
İşlenilen bir LİNYİT. Ocağı. Devasa Maden Makınaları.