- 6351 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
Tolstoy ve İtiraflarım
İtiraflarım
Antik Dünya Klasikleri
Çeviren:İhsan Özdemir
Baskı tarihi:2006
Tolstoy Kimdir?
28 Ağustos 1828’de dünyaya gelen Tolstoy, toprak sahibi varlıklı bir ailenin çocuğuydu. O nedenle ömrünün sonuna kadar maddi bir problemi olmadı.
Tolstoy gençlik yıllarını şöyle anlatır.
“Ben Ortodoks Hıristiyan inancına göre vaftiz edildim ve yetiştirildim. Bu inanç bana çocukluk ve gençlik çağım boyunca öğretildi. Ne var ki on sekiz yaşında üniversiteyi ikinci sınıftan terk ettiğimde geçmişte bana öğretilen şeylerin hiçbirisine artık inanmıyordum..
......O yılları dehşet, nefret ve de yüreğimde bir sızı olmaksızın hatırlayamıyorum. Savaşta insanlar öldürdüm ve gene öldürmek amacıyla insanları düelloya davet ettim. Kumarda kaybettim, köylülerin emeklerini çar çur ettim, onları cezalara çarptırdım, ahlâksız bir hayat sürdüm ve insanları kandırdım. Yalan, soygun, her türlü zina, sarhoşluk, şiddet, cinayet, işlemediğim tek bir suç bile kalmamıştı, ama benim çağdaşlarım beni nispeten ahlâklı bir insan olarak gördüler ve görüyorlar.
Bu şekilde on yıl yaşadım.
.....Savaştan sonra yirmi altı yaşında Petersburg’a geri döndüm ve yazarlarla tanıştım. Beni kendilerinden biriymiş gibi karşıladılar ve pohpohladılar. Ben daha alternatiflerimi araştıramadan, aralarına girmiş olduğum bu yazarlar grubunun hayat görüşlerini benimsemiş oldum ve bu görüşler benim daha iyi bir insan olma yolundaki eski çabalarımın izlerini bütünüyle ortadan kaldırdı. Çünkü bu görüşler benim sürdüğüm sefih hayatı haklı çıkaran bir kuram ortaya koyuyorlardı.”
Tolstoy meşhur eseri Savaş ve Barış’ı 1869 yılında yayımladı. Gene bu yıllarda ruhsal bir bunalım yaşadığından manastıra kapandı. Ancak buradaki yaşantısı Hıristiyanlığa karşı olan inancını zayıflattı. Aradığını bulamadığı için manastırdan da ayrıldı.
82 yaşında öleceğini anladığından ya da artık ölmek istediğinden ölümü huzur içinde karşılayacağı bir yer aramak için evinden kaçtı. (28 Ekim 1910)
On gün sonra bir tren istasyonunda ölüsü bulundu.
Ölmek istediği yer orası mıydı, yoksa hedeflediği yere gitmek için mi oraya gelmişti? Bilinmez...
*****
İtiraflarım
95 sayfalık bu kitapta Tolstoy kendi hayatını, bunalımlarını, hayatın anlamsızlığı karşısında hissettiklerini, ölüm gerçeğini, intiharı, var oluşu, bilimleri, dinsel inançları sorguluyor ve ısrarla arıyor, arıyor....
Ve sonunda bulduğunu söylüyor:
“Tanrı’yı arayarak yaşadın mı, bir daha Tanrısız yaşayamazsın. Ve her zamankinden daha güçlü bir şekilde, içimdeki ve etrafımdaki her şey aydınlandı ve bu ışık beni bir daha terk etmedi. Böylelikle intihar etmekten kurtuldum.
.....O sahil Tanrı’ydı. Gitmem gereken o yön gelenekti; kürekler ise sahile doğru ilerleyebilmem ve Tanrı’yla bir olabilmem için bana verilen özgürlüktü. Böylece yaşama gücüm yenilenmişti ve ben de yeniden yaşamaya başlamıştım.
......Sadece Tanrı’ya inandığım anlarda yaşamış olduğumu hatırladım. Bu, geçmişte nasılsa, bugün de öyleydi. Yaşamak için Tanrı’nın varlığının farkında olmaya ihtiyaç duyuyordum. O’nu unutmaya, ya da O’nu inkar etmeye göreyim; ölüyordum.
.....Ölmeye ve dirilmeye dair yüzlerce olay hatırladım. Gördüm ki ben yalnızca Tanrı’ya inandığımda yaşıyordum. Tanrı’yı düşünmem yetiyordu, o zaman hemen diriliyordum. O’nu unuttuğum, O’na inanmadığım zamanlarda ise, yaşam da yok oluyordu.Yaşamın bu diriliş ve ölümleri neydi? Tanrı’nın varlığına inancı kaybettiğimde, sanki yaşamla ilgili bağlarım da kopuyordu. Tanrı’yı bulmak konusunda az da olsa umudun olmasa, yaşamıma çoktan son verirdim. Fakat yaşıyordum. Öyleyse O vardır. O, O’nsuz yaşanmayan şeydir.”
Tolstoy bunalımlarından nasıl kurtuldu? Yukarıda aktardığımız düşüncelere hangi aşamalardan geçerek ulaştı? Bu soruların cevaplarını tabii ki “İtiraflarm”ı okuyarak verebilirsiniz.
***
Tolstoy özde kötü bir insan değil, ama yapmadığı ahlâksızlık da yok. Bu çelişki karşımıza “çevre” problemini çıkarıyor.
Ait olduğu çevrenin değerleri onu bir felaketin eşiğine getiriyor. O nedenle kişiliğin oluşumunda çevre faktörü daima göz önünde bulundurulması gereken bir etkendir.
Tolstoy özde kötü bir insan olsaydı,hayatındaki kara lekeleri bu kadar samimiyetle itiraf edemezdi.
***
Son Söz:
Tolstoy başkaca bir eser vermemiş bile olsaydı “İtiraflarım” gene de onun büyük bir yazar olarak anılmasına yeterdi.
YORUMLAR
Ömer Faruk Hüsmüllü
Verdiğiniz bu değerli bilgi için çok teşekkür ediyorum.
İlk defa duyduğumu ifade etmeliyim.
Saygılarımla.
Şimdilerde çok satan bir katabı çıktı Tolstoy'un. Hz. Muhammed. İslâm'a Peygamber Efendimiz'in hadislerini okuyarak gönlü ısınmış bir süre. Büyük bir hayranlık beslemiş olduğu da anlaşılıyor kendi ifadelerinden. Ancak o zamanların Komisnist Rusya'sında Müslüman olup olmadığı, olmuşsa bile bu inancını açıklamış olması muallakta olan bir konu. Bu vesile ile bu konuyu gündeme getirmiş olmanız güzeldi. Teşekkürler...
Ömer Faruk Hüsmüllü
Değerli yorumunuz ve bilgilendirici açıklamanız için çok teşekkür ediyorum.
Saygılarımla.
Haticcay
Hüseyin BAYÇÖL
Düşünce tarihinde, “Sanat nedir ve sanatçı neye hizmet eder?” soruları mühim bir yer işgal eder. Tarih boyunca bu sorulara cevap aranırken, bir tarafta ‘idealist’ diğer yanda ‘materyalist’ çizgide düşünceler ileri sürüldü. Ortaya konan eserlerdeki yorumlar, sanatçı ve filozofların gerçek hayatlarına tercüman olmuş gibiydi. Kişiler ne kadar faziletli yaşadıysalar, eserleri de o ölçüde hikmete yakın olabildi. Bu açıdan hakikaten büyük olan veya bir şekilde büyük kabul edilen şahsiyetlerin eserlerine odaklanmadan evvel, mümkünse hayatlarına bakmak gerekir. Bu noktada dikkate değer isimlerden biri de on dokuzuncu yüzyılın dahi romancısı Lev Nikolayeviç Tolstoy’dur.
Tolstoy, Rusya’daki Tula ilinde Yasnaya Polyana’da doğdu. İtibarlı bir aileden geliyordu; babası büyük bir toprak zengini, annesi de bir prensesti. Birçok deha gibi o da çocukluğundan itibaren kendini olgunlaştıracak imtihanlara tâbi oldu. Küçükken anne ve babasını kaybetti; bakımını halası üstlendi. Talebelik yıllarında hummalı bir şekilde kendisini ilme verdi; askeriyeye girdi ve bu süreçte yavaş yavaş edebiyatın derinliklerine açıldı. Askerlikten sonra Avrupa’yı gezerek Batı insanı ve düşüncesini tanımaya çalıştı. Avrupa seyahatlerinden döndükten sonra idealist bir tavırla eğitim gönüllülüğüne soyundu ve bir köy okulu açtı. Maddî imkânları yeterli olmasına rağmen bu okulun bahçesinde ve tarlalarda çalıştı; zîrâ kişinin alın terinin kutsiyetine inanıyordu. Yakın çiftliklerden birinde oturan Sofya adında bir kadınla evlendi ve ondan on üç çocuğu oldu; ama ufku yetersiz olan bu hanım, Tolstoy’un ruh dünyasını pek anlayamadığı için yapılan izdivaç bir imtihan cenderesine dönüştü. Sokrates gibi Tolstoy da eşiyle olan problemleriyle meşhur oldu. Eşiyle yaptığı kavgalardan sonra bir gün evden ayrıldı ve İstanbul’a gitmek için beklediği tren istasyonunda, daha önce yakalandığı zatürreden dolayı 7 Kasım 1910’da vefat etti.
Tolstoy’un edebî ve felsefî yolculuğuna baktığımızda, onun yıllarca değişik mecralarda yol aldıktan sonra, bilhassa olgunluk döneminde yoğun bir şekilde dine yöneldiğini görmekteyiz. Çarlık Rusya’sındaki haksızlıklar, içtimaî dengesizlikler ve ahlâkî yozlaşmalar kendini derinden üzdüğünden, hayatın mânâsına ve daha iyi bir sosyal nizamın nasıl olabileceğine dâir ciddi bir arayışa girdi. Bu sorgulamalarda kişinin tamamen ilâhî adaletten yana tavır geliştirmesi, dahası haksızlıklara karşı çıkmayı mesuliyet bilmesi gerektiği neticesine ulaştı. Tolstoy bundan sonra içtimâî değişmelerden önce ahlâkî gelişmenin olması gerektiğini savundu. “Birbirimize doğru değil, bizi Yaratan’a doğru gitmeliyiz hepimiz. Yaratan’a yaklaşmaya gelince de, bu ancak insanın kendi gayretiyle yapacağı hususi bir şeydir.” diyerek okurlarını ve dostlarını bu büyük mânevî ve ahlâkî yolculuğa ikna etmeye çalıştı. Ülkesinde devrim yapılmasını isteyenlerin gürültülerinin ayyuka çıktığı dönemlerde, Tolstoy sürekli olarak hep yüreklerde gerçekleşmesi gereken mânevî inkılâba vurgu yaptı. Fedakârlığı, gönüllülüğü, tüketimde eşitliği, sefahat bataklığından kurtulmayı ve inancının gerektirdiği uhuvvet anlayışını hüküm ferma kılmayı tavsiye etti. Yazdıklarını, mümkün mertebe hayatında da uygulamaya çalıştı. Öyle ki imkânı ölçüsünde gelirlerini hayırlara adadı; topraklarını köylüleriyle paylaştı; riyazet yaptı, tarlalarda bir ırgat gibi çalıştı ve yeri geldiğinde ayakkabılarını dahi kendi tamir etti.
“Harb ve Sulh”, “Anna Karenina” gibi büyük eserlerinden sonra, “Sanat Nedir” adlı kitabıyla felsefî anlayışını ‘sanat’ kavramı etrafında netleştirdi. Ona göre sanat eseri büyük hakikatin dellâlı olmalıydı. Sanatçı; zenginler ve entelektüeller için üreten bir kişi olamazdı. Onun nazarında gerçek sanat eseri, herkesin içindeki ortak doğruyu anlamalı ve herkes tarafından anlaşılabilmeliydi. Ona göre sanatçı; kardeşlik duygusuna, sadeliğe, sevgiye ve tertemiz bir dindarlığa meftun olan kişiydi. Evrensel kardeşlik idealini işlemek ise Tolstoy’a göre sanatçının en önemli ödeviydi. Belli bir sınıfın ruh hâlini anlatan, gerilime kilitlenen, basit cismanî duyguları anlatan kitaplar gerçek eser değillerdi onun nazarında. Bu noktada kendi “Harb ve Sulh” adlı eseri başta olmak üzere, Dante, Shakespeare, Zola, Baudelaire, Flaubert ve Hugo gibi isimler dâhil, nicelerinin yazdıklarının gerçek mânâda sanat eseri sayılamayacağını söyler. “Allah Hakikatı Görür” ve “Kafkas Mahpusu” adlı eserleri hâriç, kendi yazdıklarının da “hakiki sanat eseri” olmadığını hatırlatır. İyi bir esere en güzel örnek olarak da Kur’ân-ı Kerîm’in “en güzel kıssa” diye nitelendirdiği Hz. Yusuf (as) kıssasını gösterir. Samimi olmayan, âlemşümûl düsturları merkezine almayan, halka ulaşamayan ve en önemlisi de ahlâkî mânâda sağlam olmayan sanatçıya karşı tavır alır. Ormanda görüp korktuğu bir kurdu anlatan çocuk ne kadar inandırıcı, heyecanlı ve saf ise, Tolstoy’a göre sanatçı da hakikati anlatırken o ölçüde heyecanlı, o ölçüde inandırıcı ve duru olmalıdır.
Tolstoy, “Harb ve Sulh”, “Anna Karenina” gibi dev eserlerini yazdıktan sonra ününün zirvesindeyken ciddi bir felsefî buhranın içine girmiş olmasına rağmen, ömrünün son demlerine doğru bunları aşarak yukarıda anlatılan hayat ve sanat anlayışına gelebilmişti. Ömrünün son yıllarını “İtiraflarım”, “İvan İlyiç’in Ölümü”, “İnsan Ne İle Yaşar?” gibi daha ziyade iç yolculuklara dâir eserlere ayıran bu müstesna dimağ, ölümüne iki yıl kala İslâmiyet’e ciddi bir ilgi duymaya başlamış ve “Abdullah El-Sühreverdi”nin Hindistan’da basılmış, “Hz. Muhammed’in (sas) Hadîsleri” adlı kitabını okumuştu. Bu hadîslerden kendince güzel bir derleme yapmış ve Posrednik Yayınevi’nde basılan eserlerinin arasına bunu da koydurmuştu. Ciddi bir roman okuru olan Rus halkının Tolstoy’a hissi bağlılığı dikkate alındığında, bu hadîs derlemesinin ülkede İslâm’a olan alâkayı artıracağı muhakkaktı. Durumu fark eden ve dine karşı keskin duran iktidarlar, bu çalışmayı toplu basımların arasından çıkarmış ve Tolstoy’un Müslüman olduğunu iddia eden her belgeyi gizlemeye dikkat etmiştir.
Hâl böyle olmasına rağmen, Tolstoy etrafındakileri açık bir şekilde İslâm’a davet etmişti. Nitekim, bilgi eksikliğinden dolayı “Hz. Muhammed’in Kur’ân’a Girmemiş Hadîsleri” diye hazırlanan ama “Hz. Muhammed” diye düzeltilip Türkçe’ye kazandırılan bu eserinde, kendisinin telkiniyle çocukları Müslüman olmuş bir Rus kadına, Yelena Vekilov’a, yazdığı mektupta şunları ifade ediyordu: “...Bunu söylemek ne kadar tuhaf olsa da, benim için Muhammedilik, Hristiyanlıkla mukayese edilemeyecek kadar yükseklikte duruyor. Eğer insan seçme hakkına sahip olsaydı, aklı başında olan her insan, şüphe ve tereddüt etmeden Muhammediliği, tek Allah’ı ve onun peygamberini kabul ederdi.” Buradaki “Eğer insan seçme hakkına sahip olsaydı” şeklindeki ifade, İslâm akidesi açısından doğru olmasa da, bunu, Tolstoy’un İslâm’ı el yordamıyla öğrenmesine verip, onun esas derdine dikkat etmek gerekir.
Beri tarafta, söz konusu eserin girişinden öğrendiğimiz kadarıyla, kendisi de sonradan Müslüman olan dinler tarihi uzmanı Valeriya Porohova, SSCB’nin yıkılmasından sonra, medyada Tolstoy’un Müslümanlığına dâir bilinmeyenleri açık açık tartışmıştı. Sovyet hükümetleri yıllar boyunca gizlemiş olsa da, Bayan Porohova’nın açıklamalarına göre Tolstoy, ömrünün sonunda Müslüman olmuş ve kendi vasiyeti üzerine İslâm kaidelerine göre defnedilmişti. Onun mezarının üzerinde Hristiyanlık sembolü olan haçın olmaması da Porohova’ya göre Tolstoy’un Müslümanlığının açık bir ispatıydı.
Tolstoy’un Müslüman olup olmamasının yanında, edebiyat tarihi açısından asıl ilginç olan, Tolstoy’un İslâm’ı ‘son din’ olarak kabul etmesinin sebebinin ne olduğu, dahası Efendimiz’in (sas) hangi yönünün onu cezbettiğiydi. Bayan Yelena Vekilov’a hitaben yazdığı ve daha önce 1978’de “Literaturniy Azerbaydjan” dergisinin 12. sayısında (sayfa 114) yayımlanan mektubunda Muhammediliğin doğru yol olduğunu söyledikten sonra özetle şunu ifade ediyordu: “Esasen Veda’nın, Buda’nın Konfüçyus’un Hz. Musa’nın, Hz. İsa’nın öğretilerinde ortak ve evrensel doğrular vardı. Ama bu öğretiler kurucularının ölümünden sonra câhillerin elinde bozulmaya uğradı. İnsanlar dinin gerçeklerini açalım derken özünden iyice uzaklaştılar. Tarihî açıdan zamanımıza en uzak olanlar, bu tahrife en fazla uğramış olanlardır. Bu açıdan öz itibariyle bir olmalarına rağmen Hinduizm Budizm’e göre, Budizm Musevilik’e göre, Musevilik Hristiyanlık’a göre daha fazla bir tahrife uğramıştır. Ama en son din olan İslâm, hem kitabına hem de ritüellerine bakıldığında, bozulmaya uğramadan günümüze gelmiş olması itibariyle, Kilise Hristiyanlığı’na karşı tartışılmaz bir üstünlük içindedir.”
Bütün bunları söyleyen Tolstoy yazdıklarıyla, hayatıyla asrın sembol isimlerinden biri oldu; ama acıdır ki, esas dikkat çekmesi gereken iç yolculukları, hem kendi ülkesindeki ideologları hem de son asrın materyalist mahfilleri tarafından gündemden uzak tutulmaya çalışıldı. Tolstoy’un ciddi acı ve emeklerle sürdürdüğü mânevî yolculuğu, “Hristiyan Anarşizmi” gibi onu tariften uzak, ucuz ve sathî kavramlara sıkıştırılmaya çalışıldı. Fakat o hayatıyla hem Rus toplumu, hem de kendisinden sonra yaşayanlar için, gerçeğe yaklaşma noktasında âdeta bir deniz feneri gibi hep parladı. Eserleriyle klâsiklerin tahtına oturdu; hayatı ve düşünceleriyle de dünyaya örnek oldu.
Kaynaklar
- Lev Tolstoy, Anna Karenina, İletişim Yayınları, İstanbul 2006, Sekizinci Baskı.
- Tolstoy. İtiraflarım, Timaş Yayınları, Çeviren, İhsan Özdemir, İstanbul 2005.
- Tolstoy. Sanat Nedir, Çeviren Kabil Demirkıran, Şule Yayınları, İstanbul 2000.
- Tolstoy. Hz. Muhammed, Rusça’dan Azerice’ye Çeviren, Prof. Dr. Telman Hurşidoğlu Aliyev, Azerice’den Türkçe’ye Çeviren, Arif Aslan, Karakutu Yayınları, İstanbul, Kasım 2006.
- Tolstoy. Aile Mutluluğu, İnkılâp Yayınları, İstanbul.
- Tosltoy’dan Ruha Dokunan Düşünceler. Hazırlayan, Esra Uluç, Carpe Diem Yayınları, İstanbul, Ocak 2006.