İKİ YOLCU
Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm oldukça gönül tahtına keyfince kurul!
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.
Yahya Kemal Bayatlı
Buluşalım önceden belirlediğimiz bir karanlık sokakta. Önce sarılalım kavuşmanın mutluluğuyla. Senin elinde küçük bir seyahat çantası, benim sırtımda bir sırt çantası. Yol hali rahat giyinelim o gece. Eşofmanlarımızı giyelim mesela ve ayaklarımızda spor pabuçlar. Sırtımızda birer kot ceket. Acil bulmamız gereken şeyler için olmazsa olmaz bir kol çantası.
Tut ellerimden peri masalının güzel kadını. Başının üzerinde hapsettiğin saçlarını bırak güzel ve beyaz omuzlarına. Bir Ankara gecesinde tut ellerimi sıcacık. Yürüyelim bizi bekleyen, bizden habersiz uzaklara.
Daha yola çıkmadan annem ol benim, sor didik didik “biletini aldın mı yanına, ilaçların tamam mı, gideceğin adresi öğrendin mi?”… Gülerek cevap vereyim küçük bir çocuk tavrıyla sana. Anla ki her şey tastamam. Yola çıkma saatine kadar sen konuş, bülbülüm ol, şakı yanımda. Ben zevkle seni izleyeyim. Yine kız bana çok sigara içiyorsun diyerek. Daha yeni söndürdüğümü hatırlat. İçimden geçeni saklamayayım yine. Söyleyivereyim seni sevdiğimi yeniden. Beni sevdiğini bildiğime mutlu gülümseyeyim sana.
Sarı bir taksinin ön koltuğuna ben, arka koltuğuna sen otur yine. Hızla gecikmeyelim diyerek sürsün yaşlı başlı taksici. Bir gelip geçici mekân, otobüs terminalinin ışıltısının, karanlığı bölüşünde inelim. İnerken yine “sen ödeme ben öderim taksinin ücretini” diyerek atışalım seninle. Olsun seninle atışmaların bile bir keyfi var gizliden sürdüğüm.
İlerleyelim kalabalık yolcuların arasından. Kimi gelen, kimi giden olsun, kimseyi görmeyelim biz yinede. Gözümüz kör kulaklarımız sağır olsun. En paranoyak halimizle yeniden biletlerimize bakalım kaçıncı peron, bugünün tarihi atılmış mı, saati tam kaçmış diyerek. Kimse bu paranoyaklığı fark etmesin diyerek şizofren bir takıntının peşine düşelim bu defada. Gülüşelim sonra yaptığımızın ne kadar anlamsız olduğunu düşünerek. Gecenin on ikisinde senin otobüsün hareket edecek olsun ve gelecek günün birinci saatinde benimki yola çıkacak olsun ille de. Mutlaka ben senden bir saat sonra gitmeliyim. Gidişinin hüznü çökmeli gönlüme. El sallayanın olmalıyım ardından. Biri uğurlamalı seni ille de. Arkanda birini bırakmalısın. Dönüp geldiğinde bulabilecek gibi. Seni bekleyen biri olduğunu düşünerek gitmenin güzelliğini yaşa istiyorum.
Perona giriyor bir otobüs… Seninle geçecek son dakikalarım. Nereye gideceğinden emin olduğum adresli yolcum. Sımsıkı sarıl gecenin koyusunda. Eşyanı yerleştirelim bagaja. Gözlerinde tek damla yaş olmasın ayrılıyoruz diyerek. Sen gönlünün dilediği yere, ben başka yere. Bu gece, yolcuları birleştirme gecesi değil Ankara’nın. Yolcu uğurlama, yolcu ağırlama gecesinin sonu. Bin artık hadi. Senin yerine sağ avucumu öpeyim ardından ve yine koyayım sol göğsümün üzerine. Kalbimde kal mübarek kadın. Hep var olduğun tek yerde. Otobüs hareket ettiğinde unut giderken ardıma bakmadığımı. Sen dönüp dönüp bak yine ve yeniden gerisin geriye. Kalan benim geride, beni bırakıp gittiğini unutma.
Gidişinle baş başa kalayım yalnızlığınla. Bir sigara daha yakayım geçecek bir saatin önünden. Dumanımı savurayım peşinden sana doğru gitmesin duman, gözlerime dolsun inadına. Yaşarsın dumanı yiyen gözlerim. Kimseye göstermeyeyim. Bittiğinde, yolcu peronuna geçeyim geçecek zamanı kolaylaştıracak yegâne şeyi, kitabımı alayım elime. Bambaşka bir hikâyenin içine dalayım. Unutamayacağım her şeye inat unutturayım kendime. Bir saatlik zamanda, bir ömürlük yalnızlığının rüzgarıyla irkileyim. Uykum açılsın kalabalık zamanlarımın kıymetini bilemeyişime inat. Birinci hikâye ikinci hikâyeye devrolurken etrafta gidip gelenleri izleyeyim. Koşuşturanlar, çocuklarının kollarını çekenleri seyredeyim. Bekleme salonundaki oturaklara uzanmış uyku çeken yabancılar ilişsin gözlerime. Evlerinde hazırladıkları poşetlerden çıkardıkları yiyecekleri yiyenleri seyir edeyim. İkinci hikâyeyi ondan sonra okuyayım, kulağımın bir ucu yakınımdan gelen seslerde, gözümün bir ucu saatimde olsun yine de.
Son on beş dakikam kalsın bu şehirde. Hala ardından bakayım, kim bilir nereye gelmiş olabileceğini düşüneyim hiç tahminsiz. Peşi sıra bir efkâra bir ayrılışa dumanımı bırakayım bu şehirde, hayatta bırakacağımı bildiğim yegâne işaret gibi. Silinip kaybolayım otobüse binişimle birlikte bu şehirden. Esamim okunmasın hiçbir sokak ve caddesinde. Yalnızlığımın kokusunun sindiği montumu, çıkarıp alayım dizlerimin üzerine. Sonra çantamdan çıkardığım kayıt cihazından bir radyo kanalı seçeyim. Şansım varsa gecenin bu yalnız saatinde, yalnızca yolcularının birbirleriyle yaşadıkları bu otobüs terminalinden ayrılırken, bir Münir Nurettin Selçuk sesi yakalayayım radyodan. Madem söz şanstan açıldı bir lütuf daha isteyeyim ve dinleyeyim en sevdiklerimden birini…
Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul…