- 743 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
MONŞER Mİ, DEVLET ADAMI MI?
Uzun zamandır paylaşmak istediğim halde bir türlü fırsat bulamadığım bir anekdotu vakti gelmişken paylaşmak istedim.
Yıldız kümesi içinde anlatılan hikâye gerçektir ve Candaş Tolga IŞIK’tan alıntıdır.
**********************************************************************************
ABD’li bir ilaç firması Afganistan’da fabrika kurma kararı alır ve kurucu Genel müdür olarak da bir Türk çalışanını görevlendirir.
Müdür, görevi alır almaz gerekli fizibilite çalışmaları için vakit kaybetmeden Afganistan’a gider. Aradan birkaç hafta geçer ve müdürün ziyaretine bir iki kişi gelir.
-Esselamün Aleyküm.
-Aleyküm Esselam.
-Birader, duyduğumuza göre Türk’müşsün.
-Evet, Türk’üm.
-Çok güzel, biz de Türk’üz.
-Afganistan’a ilk gelişiniz mi?
-Evet, ilk gelişim. Daha önce Amerika’daydım.
-İlaç fabrikası mı kuracaksınız?
-Evet. Siz ne kadar zamandır buradasınız?
-Bizim birkaç yıl oldu.
-Siz burada ne işle iştigal ediyorsunuz?
-Biz güvenlik işiyle uğraşıyoruz. Sizi de bu sebeple rahatsız ettik. Buralar Amerika’ya benzemez, burada çok ciddi bir güvenlik zaafı vardır. Hele sizin ABD’li bir firma adına çalıştığınız duyulursa sizi rahat bırakmazlar. Biz sizi belli bir ücret karşılığı koruruz. Deyip birazda göz korkusu verdikten sonra ayrılırlar.
Müdür, kendisinden açıkça haraç isteyen bu kişileri şikâyet etmek için Türkiye’nin Afganistan Büyükelçiliği’ne gider ve başına geleni bir bir anlatır.
Derdine derman olmasını umduğu Güvenlik Ataşesi’nden şu yanıtı alır.
“Biz prensip gereği bu neviden durumlarda müdahil olma taraftarı değiliz, bu sorunu kendi aranızda çözmenizi tavsiye ederiz.”
Müthiş bir hayal kırıklığına uğrayan Türk çaresizce evine döner. Derdini telefonda bir arkadaşına açar. Arkadaşının tavsiyesi üzerine bir de ABD Büyükelçiliği’ne gider ve aynı şeyleri orada da anlatır.
ABD Elçiliği’ndeki memur kendisini dikkatle dinler ve konuyla ilgili tüm bilgileri kaydeder. Konuyla ilgileneceklerini ve kendisini haberdar edeceklerini söyler.
Aradan birkaç gün geçer ve iki CIA Ajanı ziyaretine gelir. Elçiliğe yaptığı şikâyet üzerine konuyla ilgilendiklerini, gerekli uyarıların yapıldığını ve bir daha aynı kişilerce rahatsız edilmeyeceği bilgisini verirler.
Oldukça rahatlayan ve şaşıran Türk Müdürün telefonu bir hafta kadar sonra çalar. Telefondaki kişi ABD’nin Afganistan Büyükelçisi’dir.
-Önümde bir dosya var. Burada bir şikâyetiniz var. Dosyaya konunun çözüldüğü kaydı düşülmüş, bu doğru mu? Sorun gerçekten çözüldü mü? Bunu doğruluyor musunuz? Deyip karşı taraftan teyidini aldıktan sonra,
-Pekiyi o zaman, ben dosyayı kapatıyorum ama lütfen bu ya da buna benzer bir sorununuz olursa bizi hiç çekinmeden, saat gözetmeksizin arayabilirsiniz. Diyerek telefon numarasını bile verir.
**********************************************************************************
Son birkaç gündür Kırgızistan’daki karşıt gruplar arasında baş gösteren çatışmaların ortasında kalan Türk vatandaşlarının çaresizliğini TV ekranlarında seyretmişsinizdir.
İstisnasız her Türk vatandaşının söylediği söz sanki anlaşmışçasına bir diğerininkiyle aynıydı.
“Türk Büyükelçiliği bizimle ilgilenmedi, biz burada sahipsiz bırakıldık. Kendi imkânlarımızla…”
Yukarıdaki hikayeyi okuyunca bu bana hiç de şaşırtıcı gelmedi. Sanırım size de şaşırtıcı gelmemiştir.
Tarih boyunca 16 devlet kurmakla, her seferinde kendimizi küllerimizden yeniden yaratmakla övünürüz. Böylesine şanlı tarihi bir geçmiş her ulusa nasip olmamıştır. Bu yüzden de övünmek hakkımızdır diye düşünürüz.
Kurduğumuz her devlet “kutsal”, her hakanımız uluydu. Bu başarıda elbette”Yüce Türk halkının”emeği inkar edilemezdi.
Bunca devlet tecrübemize rağmen yerleşik bir devlet kültürü oluşturamadık. Büyüklüğümüz sadece hamasi nutuklara sıkıştı kaldı.
Devlet için çalışan ya da devlet adına yetki kullanan herkes kendisini devletin gerçek sahibi, geri kalanları ise “Ayaktakımı ya da kul” olarak görmeye devam ettiler.
Bu Toprak ağalığı kültürünü ne yazık ki üzerimizden atamadık. Devletin temellerini bu kültür üzerine inşa ettik ve kanunlarımızı bile bu kültürün etkisiyle yapmaya da devam ediyoruz.
Yaptığımız her kanun hala devleti vatandaşına karşı koruma refleksi ile örülüyor.
“Asıl olan devletin ve devlet için çalışanların çıkarı, geriye kalan ne varsa elbette yüce Türk milletinindir” demeye devam ediyor bunu da devletin bekası gerekçesiyle izah ediyoruz.
Bugünkü büyük devletler halkına hizmet ederek, önce kendi halkının gözünde yücelmiş ve halk tarafından da yüceltilmişlerdir. Bu destek ve güven sayesinde de büyüklüklerini idame ettirebilmektedirler.
Biz ise kendi halkını sürekli tehdit olarak görmüş, ondan korkmuş, kendisini var eden halktan korunabilmek için de mevcut reflekslerini geliştirmiş, halka hizmet etmeyi kendimize züll olarak görmeye devam ettiğimizden olsa gerek lâyık olduğumuz büyüklüğe bir türlü ulaşamamış bir devletiz.
Büyükelçilerin görevi bulundukları topraklarda temsil ettiği halkın çıkarlarını müdafaa etmektir ve bu amaçla görevlendirilirler.
Kırtasiye işlerini konsoloslara devrederek, belli zamanlarda devlet adamları için karşılama törenleri düzenleyerek, davetlerde, balolarda boy göstererek, pahalı giyinip, pahalı yiyerek, devlet bütçesinden servet sarf edip kabuller düzenleyerek bu görev icra edilmiş olmuyor ne yazık ki.
Başbakan, hiç de azımsanmayacak çoğunlukta olan bu devlet memurlarına “monşer” diye hitap edince yer yerinden oynadı.
Bu davranış ve algılayış sistematiği sorgulanacağına Başbakanın hiç de haksız olmayan o tespiti eleştiri konusu yapıldı.
Eski bir Fransa Büyükelçimizin eşinin bugünkü değeriyle yılda bir milyon TL. Sarf ederek Fransız sosyetesine davetler verdiğini,Galatasaray-Leeds United müsabakasını seyretmek için İngiltere’ye giden Türk taraftarlarını “Size buraya gelmeyin demedik mi? Sizler ayaklı sorun üretme makinelerisiniz. Biz sizinle uğraşmak zorunda değiliz…” diye azarlayan İngiltere Büyükelçisini anımsarsak Başbakan ve Başbakan gibi düşünenlere hak vermemiz gerekmez mi?
Bu “Monşerlerin” halka hizmet etmesini ya da onların sorunlarını çözmesini beklemek elbette saflık olur.
Daha da anlaşılmadıysa yukarıdaki anekdotu dönüp bir kez daha okuyun. Bir tarafta kendi vatandaşı olmadığı halde sırf bir ABD şirketi adına çalışıyor diye elin oğlu için kendini paralayan bundan da hiç gocunmayan gerçek bir devlet adamını, öte yanda ona hizmet etmesi için vazifelendirilmiş, sırf bu sebeple devletten maaş alıp da vatandaşını yüzüstü bırakmayı devlet adamlığı zanneden vurdumduymaz ve acz içinde birini göreceksiniz.
Belki bu sayede Kırgızistan’daki Türk vatandaşlarının isyanını daha bir içten hisseder, Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN’a da bir nebze olsun hak verirsiniz.
17 Haziran 2010
Erdal Fikret AKSAN
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.