(2) VE ÖLDÜ KÖR KEMANCI
Karanlık bir evin tozlu ve terk edilmiş tahta merdivenlerine oturmuş penceremden içeriye usulca süzülen dolunayın ışığını izlerken başladı kalbimin ilk sıkışmaları. Ölümü tekrar hatırlamam da aynı zamana denk geliyordu aslına bakarsanız… Ölüm sessizliğinin bünyemi sarması sonucu oluşan titremelere, bedenimi sımsıkı saran battaniye bile engel olamıyordu artık.
Bu kaçıncı veda ey hayat, yetmedi mi şimdiye kadar alıp götürdüklerin… Sıradakinin hasta bir ruh olduğunu bile bile neden bu oyunbozancılığın… Söyle bana, daha kaç yalnızlık edecek ömür dediğin zaman… Daha kaç kişiyi alıp götüreceksin kollarımın arasından…
Zordur ölümün soğukluğunu hissetmek… Beynini dondurur insanın, düşünemez hale getirir bir anda ve bir bakmışsınız ki esiri olup gitmişsiniz hücrelerinizi sarmalayan düşüncelerin… Çevreye karşı şaşkın bakışlar, kendine yabancılaşma ve kalp sızısı…
Uyuşturulmuş bir ruhun düşünceler denizinde boğulmak üzereyken kaydedilen bir fotoğrafına benziyordu artık görüntüm… Tahta merdivenlerin tozlarına karışıp kaybolmak istercesine ayrılamıyordum oturduğum yerden. Bir tarafta yoldan geldiğimin en büyük göstergesi olan küçük ve siyah bir bavul, diğer tarafta gözümü bir türlü ayıramadığım eski bir keman…
“Konuşmama fırsat vermeden sadece susmalarımdan yola çıkarak ruhumu çözmeyi başaran, anlatmak isteyip de bir türlü başaramadığım duygularımı kemanının telinden akıtan kör bir kemancının ölmesi beni ne kadar üzmeli” sorusunun cevabını, elimde kalan eski bir kemanın tellerine dokunurken bulmaya çalışıyorum…
Dokunmaya korkuyorum elimdeki kemana, zarar vermekten korkuyorum belki de… Uzansam, dokunsam ya da beceriksizce çalmaya başlasam acaba gelir mi kör kemancı… Gelir de “İşte böyle çalınır bu keman” diyerek başlar mı yine ruhumu etkileyen nağmeleri çalmaya…
Geleceğini bilsem kemancı, bir ufacık umut bile olsa… Neyse boşver, gelmeyeceksin ki…
Söz vermiştin bana… Öyle bir an gelecekti ki, ben elimde bir kadeh kırmızı şarapla yıldızları seyre dalmışken, sen bir anda gecenin odağında başucumda belirecek ve o en sevdiğim şarkıyı çalmaya başlayacaktın derinden…
Öyle bir kısılıp kaldım ki şu anda hayata, hiçbir çabam fayda etmiyor kıpırdamak için… Oturduğum merdivenin tam karşısında duran kapıdan dışarıya atsam kendimi, karanlıkta boşluğa düşüp kaybolmaktan korkuyorum. Merdivenleri tırmanıp olduğun odaya gelsem, beyaz bir örtünün altında hareketsiz yatan bedenini görmeye dayanamam diye korkuyorum…
Duygular kördüğüm olduğu anda çözüm olur karşımıza çıkar ağlamak eylemi. Bir yere sıkışıp yüzümü kapatmak ve hıçkıra hıçkıra ağlamak şu anda yapmam gereken tek şey galiba. Kimseye aldırmadan, kimseyi umursamadan…
Tıpkı hayatımın pencerelerini açar gibi açtım eski evin çürük tahta kokulu bütün pencerelerini ve başladım ağlamaya…
Sadece biraz nefes almaya ihtiyacım vardı, onu bile çok gördün bana hayat…
Biliyor musun ağlamanın şimdi tam sırası kemancı…
Şimdi tam sırası…
Pelin…
(2) VE ÖLDÜ KÖR KEMANCI Yazısına Yorum Yap
"(2) VE ÖLDÜ KÖR KEMANCI" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.
YORUMLAR
17 Haziran 2010 Perşembe 08:02:47
Gidenin arkasından ağlamak, insanın içindeki yalnızlığı büyütür.
Gidenden dolayı insan kendisini yalnız hisederse hep ağlayacaktır.
Ve bu, zaten kısacık olan ömrümüzün zekatını vermek gibi bir yerinde saymaktır.
Güftesinde ne demiş şair:
"-Ağlama değmez hayat, bu göz yaşlarına."
Saygı öncelikli sevgiler.