- 1609 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kader'ci anlayış ve insan'ın özgürlüğü sorunu
Bütün Kur’an’i kavramların açıklanmasında öncelikle yapacağımız hatalardan dolayı Allah’tan bağışlanma diliyoruz, Gayemiz Allah’ın ‘’siratal mustekim.’’ Yoluna erişmekten başka bir şey değildir. Allah’ın yüce kelamı Kur’an’ı bizim anlayabilmemiz ancak bize bahşedilen İnsan kapasitemiz ölçüsündedir, Anlatmaya çalıştıklarımız Kur’an’ın anlattıklarından bizim kapasitemiz ölçüsünde anladıklarımızdır…
Ka-De-Ra Kelimenin halleri 45 olup Hal anlamları ile geçtiği yerler 132’dir.
Muktedirren-Muktedirune-El Kaderu-Kader-Kaderren-Kaderuhu-Bikaderiha-Elkidru-Kudura
Fecr 16 ayette kısıtlamak, daraltmak
Mürselat 23 ayette Takdir etmek, kaderini çizmek veya ayarlamak.
En’am 91-Hac 74-Zümer 67 ayeti kerimelerde. Kadrini bilmek, ta’zim etmek
Maide 34-Fetih 21 ayeti kerimelerinde. Ele geçirmek
Enbiya 87 ayeti kerimede. Ayarlamak veya darlık vermek, sıkıştırmak yahut ele geçirmek.
Rad 26-İsra 30-Kasas 82-Ankebut 62-Rum 37-Sebe 36-39-Zümer 52-Şura 12 Ayeti kerimelerinde. Kısıtlamak
Beled 5 ayeti kerimesinde. Güç yetirmek veya ele geçirmek.
Bakara 264 ayeti kerimesinde. Ele geçirmek, elde etmek.’’Amellerine karşılık olarak herhangi bir fayda temin edemeyecekleri ifade edilmektedir. Amellerinden murad, gösteriş için yaptıkları harcamalar yardımlardır
İbrahim 18-Hadid 29
Kamer suresi 12 ayeti kerimesinde. Ayarlamak veya kaderi tayin edilmek
Talak Suresi 7 ayeti kerimesinde. Kısıtlanmak, kısılmak
Kadir suresi 1-2-3 ayeti kerimelerinde. Azamet, şeref, kadr manalarında
Talak suresi 3 ayetinde. Takdir, muayyen hudud, kemiyet, nicelik, muayyen mikdar.
Hac 74-Zümer 67 ayetlerinde Allah’ı tam tanıyamadılar, Allah hakkında yanlış bir anlayışa sahiptiler.
Enam 37-65 İsra 99-Yasin 81-Ahkaf 33-Kıyamet 40-Tarık 8 ayeti kerimelerinde. Kudret sahibi, güç yetirici, kadir
Yunus 24-Mü’minun 8-95-Mearic 40. Güç yetiriciler, kadir olanlar
Mürselat 23 ayeti kerimesinde. Ayarlayıcılar veya takdir ediciler, kaderini tayin edenler
Kıyamet 4 ayeti kerimesinde Ölçüp biçenler, yetiriciler
Ahzab 38 ayeti kerimesinde. Yerine getirilmiş veya hükmedilmiş
Fussilet 10 ayeti kerimesinde. Takdir ve tayin etmek ’’Arzda yaşayacak olan canlıların rızıklarının adetlerinin tayin ve tahdid edildiği bildiriliyor.
Müdessir 18 ayeti kerimesinde. ’’Kendi kendine, diyeceği sözü kararlaştırdı veya içinden söyleyeceği sözü hazırladı veya niyetlenip söylemeye karar verdi. Ayette bahsi geçen zat olarak Velid ibni Muğire olduğu rivayet edilir.
Meryem 20 ayeti kerimede Takdir etmek, kaderini tayin etmek Ala suresi 3 ayette ölçüyü belirleme
Hicr 60 ayeti kerimesinde. Hükmetmek, vukuuna hükmetmek Sebe 18 ayeti kerimesinde. Takdir ve Tayin etmek Vakıa 60 ayeti kerimesinde. Hükmetmek, takdir etmek.
Yasin 39 ayeti kerimesinde. Takdir ve Tayin etmek.
Neml 57 ayeti kerimesinde. Hükmetmek, takdir etmek
Yunus 5 ayeti kerimesinde. (Muayyen menzillerde seyrini) takdir ve tayin etmek veya (Muayyen menzillerde seyrinin vukuuna) hükmetmek
Furkan 2 ve Abese 19 ayeti kerimelerinde. Ayarlamak yahut (mikdarını) tahdid ve tayin etmek veya kaderini tayin etmek.
İnsan suresi 16 ayeti kerimesinde. Muayyen mikdarlara (ölçülere) göre yapmak
Müzemmil 20 ayeti kerimesinde. Tahdid ve tayin etmek (Gece ve gündüzden her birinin uzayıp kısalmasını takdir ve tayin edenin Allah Teala olduğu bildirilmektedir.)
Sebe 11 ayeti kerimesinde. Ölçüp biçmek,(sağlam dokumak için önceden )ölçüsünü almak
En’am 96-Yasin 38-Fussilet 12 ayeti kerimelerinde. Muhkem tedbir, sağlamca takdir ve ayarlama.
Furkan 2 Ayeti kerimesinde (Mikdarını) tahdid ve tayin etme yahut kaderini çizme.
İnsan 16 Ayeti kerimesinde. Belirli mikdarlara (ölçülere )göre yapma
El Kadiru: Kudreti gücü sonsuz (olan Allah)
Rad 8 ayeti kerimesinde. Ölçü
Secde 5 –Mearic 4 ayeti kerimelerinde. Uzunluk veya uzanan, süre, müddet
Hicr 21-Mü’minun 18-Şura 27-Zuhruf 11-Kamer 49 ayeti kerimelerinde: Mikdar yahut kemiyet, ölçü
Taha 40-Mürselat 22 ayeti kerimelerinde: Tayin edilen vakit
Ahzab 38 ayeti kerimesinde: Kader, muhkem ve mübrem hüküm
Bakara 236 ayeti kerimesinde: Takat, Kudret
Rad 17 ayeti kerimesinde: Takat (vüsat, hacim)
Sebe 13 ayeti kerimesinde: Kazanlar…
İnsanlar yaşam süreçleri içerisinde, başa gelen olayların ne zaman nerde ve nasıl meydana geleceğinin, önceden belirlenmiş olmasına yaygın kanaate göre ‘’Kader’’ denilmekte. Halk dilinde, alın yazısı, talih baht, şans, kısmet, evlilik kaza gibi irade dışılık bildiren sözcükler ‘’Kader’’ olarak görülür…
Kur’an ile baktığımızda durum farklıdır, Hadislerde nakledilen görüşün aksine İman esasları arasında görülmez, Kur’an bütünlüğü ile bakıldığında K-D-R kelimesinin iki anlama geldiği görülür, Birincisi Allah’ın yarattığı şeylere güç vermesi. İkincisi ise onları nihai özelliğine kavuşturmasıdır.
O ki, [her şeyi] yaratmakta ve amacına uygun şekiller vermektedir; O ki, [bütün mevcudatın] tabiatını belirlemekte2 ve onu [hedefine doğru] yöneltmektedir
(A’la 2-3)
Yani, onu kendi içinde tutarlı kılmakta ve yerine getirmekle yükümlü olduğu fonksiyonlara uygun vasıflarla donatmakta, böylece onu var oluşun gereklerine baştan uygun hale getirmektedir.
O ki, göklerin ve yerin egemenliği O’na aittir; soy-sop2 edinmemiştir; egemenliğinde herhangi bir ortağı yoktur; çünkü her şeyi yaratan ve her şeyi belli bir yasalar örgüsüne göre düzene koyan O’dur.
(Furkan 2)
‘’Yani, yarattığı ve idame ettirdiği büyük kozmik düzen içinde her şeye ya da her olaya belli bir fonksiyon, belli bir mahiyet ve keyfiyet tayin eden O’dur:’’
[Musa:] “Bizim Rabbimiz, [var olan] her şeye gerçek özünü ve biçimini veren ve sonra da her şeyi [kendi doğasının gerektirdiği] yola yönelten varlıktır”
(Taha 50)
Bu cümle Arapça aslında geçmiş zaman kipinde kuruludur (“verdi” ve “yöneltti”); fakat açıkça Allah’ın yaratma eylemindeki sürekliliği yansıttığı için, zaman kavramından bağımsızdır ve Kur’an’ın başka pek çok yerinde olduğu gibi, burada da geniş zamanlı bir anlam ifade etmektedir. Halk terimi bu anlam örgüsü içinde yaratılmış bir nesnenin ya da varlığın sadece özüne ya da tabiatına değil, bu özün ya da tabiatın kendini açığa vurduğu biçime de işaret etmektedir; bizim halkahu ifadesi için benimsediğimiz “her şeye gerçek özünü ve biçimini veren” şeklindeki çeviri de bu düşünceye dayanmaktadır. Yukarıdaki cümleyle anlatılmak istenen gerçek ilk defa 87,2-3’de, yani, Kur’an’i vahyin ilk dönemlerine ait bir surede dile getirilmektedir.
Meryem, "Ey Rabbim!" dedi, "Bana hiçbir erkek dokunmadığı halde nasıl oğul sahibi olabilirim?" (Melek) cevap verdi: "İşte öyle! Allah dilediğini yaratır; bir şeyin olmasını istediğinde sadece ’Ol!’ der ve o (şey hemen) oluverir.
(Ali İmran 47)
Yukarıda Hz. Meryem’e [bir meleğin ağzından] söylenen sözler ve daha önce Hz. Zekeriya’ya söylenen benzer sözler (yukarıdaki 39-40. ayetler) ile, Allah’ın sınırsız yaratma gücü -özellikle, her iki halde, Allah’ın iradesinin bizatihi tezahür edeceği şartları oluşturma kudreti- ve böylece, konuşmaların yapıldığı sırada ne kadar imkansız ve beklenmez görünse de, herhangi bir olayı meydana getirebilme gücü vurgulanmaktadır.
Bakın, Biz her şeyi gerekli ölçü ve nispette yarattık; Bizim [bir şeyi] takdir etmemiz ve [onun meydana gelmesi] göz kırpması gibi bir anlık bir [fiil]dir.
(Kamer 49-50)
Yani, Allah’ın bir şeyi yaratmak “istemesi” ile onu “yaratması” arasında bir zaman farkı ve bir kavramsal farklılık yoktur, çünkü “O, bir şeyin olmasını istediği zaman ona sadece “Ol!” der ve o (şey hemen) oluverir”
“Göz kırpma” ile karşılaştırma, elbette ki yalnızca deyimseldir, yani insanın bazı şeyleri anında kavramasını ifade etmektedir.
(Muhammed Esed Tefsir’ul Mesaj )
Allah bir şeyi dilediği zaman ‘’Ol’’ demesi ile oluverir, Allah tarafından tayin edilme hususunda, zat, sıfat, mekân, zaman ve benzeri ölçüler Allah’ın ilminde olduğu hususunda Kur’an’i kerimde şöyle buyurulmaktadır:
Çünkü yaratılmış varlıkların idrakini aşan şeylerin anahtarları O’nun katındadır: onları Allah’tan başka kimse bilemez. O, karada ve denizde olan her şeyi bilir; bir yaprak düşmez ki O bundan haberdar olmasın ve ne yeryüzünün derin karanlığında bir habbe, ne de canlı veya ölü hiçbir şey yoktur ki [O’nun] apaçık fermanında kaydedilmiş olmasın.
(Enam: 59)
Hiçbir musibet, daha önce buyruğumuzda (öngörülmüş) olmadıkça ne yeryüzünün ne de sizin başınıza gelmez, şüphesiz bu Allah için kolay (bir iş)tir.
(Hadid: 22)
Allah’tan başka hiçbir kimsenin bilemeyeceği ve evrende meydana gelen her olayın Allah’ın ilminde olduğu üzere evrende her varlık ve meydana gelen her olay Allah’ın sonsuz kudreti içerisinde. Ama insanlar için gizli gayb olduğu, İlahi takdir olmadıkça hiçbir şeyin olamayacağı ve Allah katında çok kolay olduğu izah edilmektedir.
Bu izahat Allah’ın ilmi ile alakalı sonsuz kudretinin ne denli büyük ve sınırsız olduğunu açıklamak içindir. İnsanın sahip olduğu bilgilerin kendi fiili olduğu bunların Allah tarafından bilinmesi insanların yaptıklarının daha önceden yaptırılmadığı, zihnine telkin edilmediği, kendi fiilini kendisinin oluşturduğu Akıl sayesinde ayırt etme yeteneği onu sorumlu kılmaktadır.
İnsan, ne zaman ve nerede dünyaya geleceğini, hangi baba ve anneden doğacağını, ne zaman ve nerede öleceğini, hangi milletten olacağını, zenci mi, beyazmı, çirkin mi, yakışıklımı, sakatmı sağlamı, olacağını seçmez. Bu, zorunlu bir kaderdir Külli İradenin emridir yaratmasıdır.
" Göklerde ve yerde hiçbir şey Allah’tan saklı değildir. Rahimlerde size istediği şekli veren o’dur. O’ndan başka ilah yoktur, O Kudret Sahibi, Hikmet Sahibidir.
(Ali İmran 5-6)
Aynı şekilde doğduktan sonra ben bebek olarak kalacağım, büyümeyeceğim ya da ölmeyeceğim deme hürriyetine sahip değildir. Soğuğu soğuk olarak, sıcağı sıcak olarak hisseder. Geceyi gündüz, Gündüzü Gece yapma -karşı koyma özgürlüğüne sahip değildir. Bu ve benzeri durumlar zorunlu kaderdir. Bu anlamdaki kaderle ilgili olarak yine şöyle buyurulmaktadır:
VE [gerçek şudur:] dilediğini yaratan ve [insanlar için] en iyi olanı seçen senin Rabbindir. Sınırsız kudret ve yüceliğiyle Allah onların tanrısal nitelikler yakıştırarak ortak koştukları her şeyin, herkesin mutlak olarak üstündedir! Ve yine senin rabbindir, onların içlerinde gizli tuttuklarını da, açığa vurduklarını da künhüyle bilen! Çünkü O, kendisinden başka tanrı olmayan Allah’tır. (Hayatın) başında da sonunda da tüm gerçek övgüler yalnızca O’na yaraşır; nihai hüküm O’nundur; çünkü O’na döndürüleceksiniz.
(Kassas 68-69-70)
Allah’ın mutlak kudreti ile insan kudreti arasındaki ilişki konusu İslam düşünürleri arasında farklı yorumlar yapılmasına sebep olmuştur. İslam tarihinin ilk dönemlerinden itibaren, insanların eylemlerinde hür olup olmadıkları hep tartışıla gelmiştir. Hatta Peygamber zamanında "kader" konusunu tartışanlara Peygamberin sinirlendiği ve bu konuda tartışmayı uygun görmediği (Sahihi Buhari Kitab-üt Tefsir Bölümü, Hadis No.237) anlatılmaktadır.
Ancak, insanoğlunun kafasını devamlı meşgul eden hürriyet meselesi onları arayışa sürüklemiştir. Bazıları olayların, eylemlerin insanların iradelerine bağlı olmayıp, Allah tarafından, önceden değişmez bir şekilde tespit edildiğini ileri sürmüşlerdir. Onlara göre her şey Allah’ın emrine bağlıdır; insanın iradesi, çabası ile değiştirilemez. Kulların eylemleri (fiilleri) kendi iradelerine, isteklerine bağlı değil, ilahi iradeye tabidir. Daha açık ifade ile insanların eylemleri (fiilleri) doğrudan doğruya Allah’ın fiilleridir. Böyle düşünen kişilere İslam Mezhepleri Tarihi’nde Cebriye adı verilmiştir. Bunlara göre insanların yaptıkları ve yapacakları hiçbir şey kendi iradesi ile olmayıp, önceden takdir edilmiştir ve insanlar yapmaya mecburdurlar; yapıp yapmama hürriyetleri yoktur.
Cebriye: kişinin kader ve fiilleri konusunda söz sahibi olmadığı, hür iradenin var olmadığını ve her türlü fiili yaratan ve yaptıranın Allah’ın kendisi olduğunu ileri sürerler. Cebriye’ye göre insan, aynen rüzgarın emrindeki kuru bir yaprak gibidir, yaptığı işleri mecburen yapar. Bu görüş, Mutezile ve Kaderiye’nin "fiili işleyen ve yaratan kişinin kendisidir - kişi fiili Allah’ın ona bağışladığı bir yaratma kudretiyle kendisi yaratır, fiillerin yaratılmasında ve olmasında Tanrı’nın hiçbir müdahalesi yoktur" görüşünün tam tersidir.Batı düşünce sisteminde bu mezhebin görüşlerine yakın olan akım fatalizmdir.
Maturidi: irade hürriyeti bakımından, insanı iradesiz robot olarak gören Cebriye ile insanın eylemlerinde Allah’ın hiçbir etkisini kabul etmeyen Mutezile arasında üçüncü bir yol izler. Zira Maturidi bu konuda Kesb ve halk terimlerini kullanır. Halk, insanın kendi kudret ve isteği olmadan meydana gelen eylemlerdir. Refleksler, kalbin çalışması... gibi. Bir de insanın kendi iradesi ile seçtiği eylemlerin yaratılmasıdır. Kulun eylemine "halk" değil, "Kesb" denilir. Allah’a ait eylem (fiil) de "Kesb" değil, "halk"tır.
Maturidi: Tevhidinde bilgi ve önemi üzerinde ısrarla durur. Farklı görüşlere karşı herkesin kendi görüşünün "doğruluğunu kanıtlayan karşı durulmaz bir delile sahip" olması gerekir. Akıl, bilgi edinilmesine kılavuzluk eder. Bilgi edinme yollarını Maturidi duyular, haberler (nakiller) ve akıl olarak belirler. O’na göre bilgi Vehbi (kendiliğinden, doğuştan) olmaz; kesbi (sonradan kazanılan) dir. Doğru akıl yürütmeyle ortaya çıkan bilgi bir Adaleti ilahiye ’dir. Allah insana akletme, aklını kullanma yeteneğini, diğer varlıklara bir üstünlük özelliği, temyiz gücü olarak bahşetmiştir. Yani insan eşrefi mahlûkat’tır.
Fatalizm: Cebriyye, kadercilik, yazgıcılık veya sabit kadercilik adlarıyla da bilinmekte olup, her şeyin önceden Allah tarafından belirlenmiş olduğunu ve kimsenin bu belirlenmiş yazgıyı değiştiremeyeceğini ileri süren görüştür.
Fatalizm anlayışına göre, insan istesin istemesin, olaylar kendi iradesinden başka bir iradenin yönlendirdiği yönde gelişir ve insan iradesiyle ne kadar çaba harcarsa harcasın, sonuç daima üstündeki o iradeye göre gerçekleşir. Fatalizm gerekircilik ve nedensellik kuralını ve insanın iradesinin özgür olduğunu kabul etmez. Bu anlayışa göre insan sevap ve günah işlemeye zorunludur ki, böylece sorumluluk da ortadan kalkmaktadır. İnsanın tüm eylemleri bir başka irade tarafından düzenlenmiştir. Daha açık bir deyişle, Tanrı’nın iradesi dışında irade yoktur, insandaki irade de Allah’ın iradesinin tecellisidir. Bu duruma göre, varlıkların ezelden ebede kadar yaptıkları her şey, otomatik bir faaliyet olup, varlıklar birer otomat, birer kukla durumuna düşmektedirler. Allah’ın varlığını kabul etmekle birlikte, evrende nedensellik kuralının geçerli olduğunu ve ruhların Yasaları’nın gerekleri içerisinde gelişimlerini özgür iradeleriyle belirlediklerini kabul eden neo-spiritüalistler fatalizmi bir hakikat yolu olarak görmezler.
Hıristiyanlıkta kaza ve kader inancının genellikle insan hürriyetini sınırladığı düşünüldüğünden ilk zamanlar üzerinde fazla durulmamıştır. Tanrı’nın sadece hayrın yaratıcısı olduğu, kötülükleri Tanrı’nın yaratmadığı, kötülüklerin Tanrı’nın izni ile insanlar ve şeytanlar tarafından meydana getirildiğine inanılır.
Mistisizmde Kader yanlış bilinen ve bilindiği de şekliyle insan hayatını belirleyen kavramların başında gelmektedir. Kader ilahi takdir anlamında manasında kullanılsa da aslında bu kaza kavramının karşılığıdır. Kader önceden bilmek manasında insanın ancak sınırlı bir alanda kazanabileceği ve buradaki kullanımıyla bir zaman üstü niteliğe sahip Allah niteliğidir. Kader olacakları bilmek, kaza ise takdir etmektir. İnsan şartlarla çevrili ve şartlarla beraber günlük hayatını yaşarken ve geleceğini de yönlendirme gayreti içindeyken kaza kavramı insan hayatındaki önemi inansın ya da inanmasın hayatı biçimlendiren tartışmasız bir noktadadır. Bu kavram öyle bir şeydir ki yok denilirse olduğu ve var denilirse yokluğu dile gelir. Bu kavram kendisini ne tam serbestlikte ne tam bağlılıkta gösterir. Şu olay kaderdir dediğimizde alttan alta öyle olmadığını da hissedebiliriz. Hayatın hem insana hem de yaratıcısına açık bir oluşumlar dünyası olduğu ve yer kiminde ilahi izlerin kiminde de kendi ayak izlerimizin bulunduğu kabul edilirse hem beşeri sorumluluk - sorumsuzluk dengesi sağlanabilir, hem de iki aşırı ucun sorumsuzluğundan kurtulabilir.
Musevilik’de Kader
Musevilik dininde kader inancı diğer dinlere göre bir parça değişiklik gösterir, Museviliğe göre bir insanın kaderi, tüm hayatı boyunca baştan yazılmaz ve bir yıl önceki hal ve hareketlerine göre yıllık olarak yazılır. Bir yıl boyunca iyi ve hayırlı işler işleyen kişilerin kaderi bir yıl sonrası için iyi yazılır.
Bir Musevi, Musevi Yılbaşısı olan Roşaşana ile Yom Kipur arasındaki 10 gün boyunca bir vicdan muhasebesi yapar ki buna İbranice teşuva adı verilir teşuva İbranice’de geriye dönme anlamına gelir. On gün boyunca, o yıl içinde yapılan tüm hatalı davranışlar gözden geçirilir insanlara karşı yapılan haksızlıklar için Tanrı’dan af dilemek yetmez, o insanlardan da özür dilenmeli ve helalleşilmelidir Tanrı’ya karşı işlenen suçlar içinse tövbe edilir.9. günün akşamı güneş batmadan bir saat önce Yom Kipur orucuna başlanır. 26 saat aralıksız sürecek olan oruç boyunca çeşitli tövbe duaları edilir. 26. Sonunda orucun bittiğini balirten Şofar (boru) çaldığında, Tanrı’nın gelecek için insanların yeni kaderlerini yazdığına inanılır.
Mutezile’ye göre: Allah Adildir. Bunun gereği olarak insanlara irade (Bir şeyi yapıp yapmama güç ve tercihi) hürriyeti vermiştir. İnsan hürdür ve kendi eylemini(fiilini) kendi irade ve isteği doğrultusunda yapar.
Adalet: Esasının konusu mutezilenin kader konusundaki görüşüdür. "İnsan fillerinde hür değildir" görüşünü benimseyen Cebriye’ye karşı çıkarak Mutezile "insanın fiillerinde tamamen hür olduğuna inanır. Mutezile inancındaki adalet esasına göre kişi kendi fillerini kendisi yaratır. Bunu da Allah’ın kişiye bahşettiği bir yaratma kudretiyle gerçekleştirir. Fiillerin yaratılmasında Allah’ın bir müdahalesi olmadığına inanırlar. Bu görüş adalet esasından şu şekilde temel alır: kişilerin hür olmaması ve yaptıkları her fiilin yaratıcı ve yaptırıcısının Allah olması durumunda kişinin hür olarak yapmadığı hareketlerden ötürü cezalandırılması zulüm yani adaletsizliktir. İslam inancına göre ise Allah’ın adaletsiz davranması mümkün değildir. Bu nedenle kişi fiillerinin tek yaratıcı ve yaptırıcısı olmalı, fiilleri konusunda tamamen hür olmalıdır.
Mutezile’nin kader konusundaki görüşü Kaderiye ile aynıdır. Mutezile mezhebinin kader konusundaki bu görüşlerinin imanın şartlarından olan "kader ve kazaya iman"a aykırı düştüğünü gerekçesiyle diğer mezhepler tarafından eleştirilmiş hatta daha ileri giden bazı kesimler onları inkârcı saymışlardır.
Bütün bu değişik görüşler karşısında oluşan Ehli-i Sünnet mezheplerinden Selefiye bu konuları tartışmamayı yeğlediğinden, Eş’ariye ve Matüridi’ye mezhepleri görüş farklılıklarından doğan çelişkileri çözmeye çalışmışlardır.
Geleneksel anlayışa göre Evliliğin Kader daha önceden belirlendiğine inanılır, Ama Kur’an’a göre Nisa suresinin 22-23 ayeti kerimelerinde yasaklanmış olanlar dışındaki kalanlar ile evlenme insanın kendi özgür iradesi ile seçmesi sonucudur.
‘’Eğer yetimlere karşı adil davranamamaktan korkuyorsanız, o zaman, size helal olan [diğer] kadınlardan biri ile evlenin –[hatta] ikisi, üçü veya dördü [ile]; ama onlara adil bir tarafsızlıkla muamele edemeyeceğinizden korkarsanız, o zaman [sadece] bir tane ile– yahut meşru şekilde sahip olduklarınız ile (evlenin). Bu, doğru yoldan sapmamanız için daha uygundur.’’
(Nisa 3)
Allah’ın dokunulmaz kıldığı cana kıyma, Şarap, zina, içki, kumar hususunda, hatta yeme, içme hususunda yine cüzi irade ile yapıldığı Bu da insanın bu hususta özgür olduğunu gösterir. Allah’u Teâlâ Kur’an’i kerimde bu hususlarda şöyle buyurmaktadır…
Zina : (İsra-32) Şarap-Kumar- (Maide -91) Allah’ın dokunulmaz kıldığı cana kıyma (En’am- 151)
Yeme, içme hususunda ( A’raf -31)
DE Kİ: “Ey mutlak egemenlik sahibi Allah’ım! Sen egemenliği dilediğine verirsin, dilediğinden alırsın; dilediğini yüceltirsin, dilediğini alçaltırsın. Bütün iyilikler Senin elindedir. Doğrusu, Sen istediğini yapmaya kadirsin”. “Gündüzü kısaltarak geceyi uzatır ve geceyi kısaltarak gündüzü uzatırsın. Ölüden diri ve diriden ölü çıkarırsın. Ve dilediğine her türlü hesabın üstünde rızık bağışlarsın.”
(Al’i İmran 26-27)
Kaderci bir bakış açısı ile bakanlar, hemen karşımıza şu ayeti kerimeyi delil olarak sunabilirler, lakin onlar sunmadan evvel biz bu ayeti kerimeyi ele alalım:
Bu ayeti kerimeyi delil olarak sunacak kimselere cevabımız Allah’ın dilemesi-iradesi konusunda Allah’ın bir şeye ol demesi ile oluvermesi hususunda Yaratılanların buna karşı koyma imkanının olmadığı hususunda her hangi bir itirazımız yoktur. İtirazımız Kulların fiilleri konusunda acaba kendi özgür iradesi ilemi yoksa Allah’tan mı hususundadır.
Kaderci anlayışın köklerine indiğimizde karşımıza yine Ciğer yiyen Hindu’nun Evladı Muaviye çıkmaktadır Emevi hizbi ile karşılaşmaktayız:
İmam Ali’’ye kaza ve kader konusu sorulunca şöyle buyurmuştur.
Yazıklar olsun sana sen kaza ve kaderin kesin ve mutlak bir şey olduğunu mu sanıyorsun? Böyle olsaydı artık sevap ve ceza vermenin bir anlamı kalmaz ve söz veren boş yere olurdu. Allah’u Teâlâ kullarına ihtiyaren emir etmiş ve ihtiyaren de nehyetmiştir. Onların tekliflerini kolay kılmış zorlaştırmamıştır. Az bir amele karşılık olarak da çok sevap vermiştir. Allah’u Teâlâ mağlup kılınarak isyan edilmemiş zorla da kimseyi itaat etmek mecburiyetinde bırakmamıştır. Peygamberleri oyuncak olsun diye göndermemiş, kitapları da boş yere nazil etmemiştir. Gökleri, yeri ve onların arasında bulunan varlıkları da batıl ve boş yere yaratmamıştır. "Bu kâfirlerin hayalidir; cehennem ateşinden dolayı eyvahlar olsun kâfirlere."
(Muhammed ibni Abduh’un yazdığı "Şerh-i Nehc’ul Belağa" c.4, s.673)
Muaviye halka şöyle diyordu: Ben sizinle oruç tutasınız ve zekat veresiniz diye savaşmadım; ben sizlere hükmetmek için savaştım. Sizin istememenize rağmen Allah bu makamı bana verdi."
‘’Mekatil-ut Talibiyyin, s.70 - ibni Kesir’in Tarihi, c.8, s.131-Şerh-i ibn-i Ebi’l Hadid, c.3, s.16’’
Muaviye halka hükmetmek adına Müslümanları öldürmede Allah’ın kendisine yardımcı olduğunu ileri sürecek kadar ileri gidebilmiştir Çünkü Kisra-i hayat onun en büyük emeli idi bu emeli uğrunda yapmadığı-yapamayacağı hiçbir şey yoktu ve yapmıştır da. Halkın istememesine rağmen Yeziti veliaht tayin etmesinin bile Allah’ın iradesi ile olduğunu Mervan’a yazdığı şu mektup ile belirtmektedir.
"Allah’ın Yezit’e bey’at etmeği takdir ettiğinden" bahsediyordu.
‘’El imametu ve’s siyase, c.1, s.151, Muaviye’nin Yezit’e biat toplama bölümü.’’
İmam Hüseyin’in Şahadet’inden sonra İmam Hüseyin’in evladı İmam Zeynel Abidin’i zincirler ile bağlı bir esir olarak Fasık Kufe Valisi Ziyad’ın meclisine getirdiklerinde kimdir bu diye sormuştur. Ona İmam Hüseyin’in evladı Zeynel Abidin’dir denince ‘’Allah İmam Hüseyin’in oğlu Ali Zeynel Abidin’i öldürmedi mi?’’ demiştir.( Amacı Kerbela’da Şahadet’e eren Ali isimli diğer oğludur) Bu sözü duyan imam Zeynel Abidin’in halası Zeynep ona "Hayır, onu Allah’ın ve Resulü’nün düşmanları öldürdü" cevabını vermiştir. O zaman ibn-i Ziyad, Hz. Zeyneb’e hitaben "Allah’ın senin ailenin başına getirdiği belayı nasıl buldun’?" diye sormuş. Hz. Zeynep ise "Ben güzellikten başka bir şey görmedim" Onlar Allah’ın kendilerine şahadeti takdir ettiği bir grup idiler, onlar da savaşıp şehit edildiler. Çok yakında Allah seninle onları bir yerde toplayacak ve o zaman muhakeme edileceksin. O gün bak gör, kim kurtulacaktır. Annen senin yasına otursun ey Mercane’nin oğlu, diye cevap vermiştir.
‘’Mekatil’ut Talibiyyin - Maktel’ul Hüseyin’’
Kısacası bu inanç (yani insanın işlerinde mecbur olduğu inancı) Beni Ümeyye ve yardımcılarının uydurması olup bütün İslam ümmetine çeşitli şekillerde sirayet etmiştir.
Her şeyi Allah’a mal eden bir anlayışa sorum şu olacak:
Zina yapana, Kumar oynayana, Adam öldürene, Dikkatsizliği sonucu kaza yapana, Hırsızlık yapana neden bu fiili işledin sorusuna karşın ‘’Her Şey Allah’ın elindedir Allah böyle takdir etmiştir cevabını verirse kabul edermisiniz?
Allah azze ve celle Ayeti kerime’de diri-diri kızlarını toprağa gömenlere kendi yapıp ettikleri sorulduğunda Allah’ın takdirimi diyecekler buyurun bakalım.
‘’Bütün insanlar [yaptıklarıyla] eşleştirildiğinde ve diri-diri gömülen kız çocuklarına sorulduğunda hangi suçtan dolayı öldürüldükleri,[insanların yapıp-ettiklerinin] dosyaları açıldığında…
(Tekvir 7-8-9-10)
Kaderci bakışa göre Allah’ın takdiri olması gereken bir mevzuyu Allah o zaman neden sorgulasın hani tüm fiillerin yaratıcısı Allah idi işte ayeti kerime bu görüşü açıkça çürütmektedir. İnsan kendi fiilini kendisi yaratı ve işler Allah o fiile onay verir…
Emevici anlayışa göre Allah mülkü kendilerine verendir, onlara itaatsizlik etmenin Allah’a itaatsizlik olduğunu açıkça beyan ettikleri ve muhalif olanlara ne denli şiddet ve zulüm işledikleri tarihi vesikalar ile sabittir. Bu tür emevi uydurmaları neticesinde sindirilmiş kaderci anlayışa teslim bir toplumun izleri günümüzde halen devam etmektedir…
İnsanın kendi tutum ve davranışlarını iradesini yok sayan,başına gelen her şeyi Allah’ın takdiri olarak görüp sorumluluk bilincini bir kenara bırakan ‘’kader mahkumu’’ gibi bir anlayışı sunan kesimlere İslam tarihinde rastlamak mümkündür,özellikle tasavvufi çevrelerde bu anlayış had safhadadır.Kaderi inkar etmek söz konusu değildir,Ancak iyice belleklere yerleştirilmesi gereken insanın özgürlüğü ve sorumluluk bilinci ikinci plana itilerek ‘’İlahi Kader ‘’ anlayışı olduğu insanları vurdumduymazlığa ve sorumsuzluğa itmekten başka bir şeye yaramayacaktır,insan irade sahibi akleden bir varlıktır yapıp ettiği her şeyden kendisi sorumludur kader değildir.Yapılan hayır ve şerden insan kendi arzu ve iradesi ile işlediği ve bunun sonuçlarına katlanması açık ve net bir şekilde Kur’an’da ortaya konmuştur…
Hadis olarak nakledilen ve Allah resulü döneminde böyle bir şeyin olmadığını bile-bile insanlara Allah resulünün sözü gibi aktaranlar elbet Allah resulüne iftira atmaktan dolayı hesap vereceklerdir bir iki örnek sunalım uydurma hadislerden:
İbni Abbas’a dayandırılarak Allah Resulünün söylediği söz olarak sunulan şu rivayetleri ele aldığımızda o asırda Mürcie ve kaderiye diye bir oluşum yokken nasıl olurda Allah resulü onlar hakkında fikir beyan etmiş olabilir.
“Ümmetimde iki sınıf vardır ki, onların İslam’dan nasipleri yoktur: Mürcie ve Kaderiye.”
(Tirmizi, Kader 13, 2150)
“Kaderiye fırkası, bu ümmetin Mecusileridir. Eğer hastalanırlarsa ziyaret etmeyin, ölürlerse cenazelerine katılmayın.”
[Ebu Davut, Sünnet 17,4.)
Kaderiye neden Mecusilere benzetilir de? Yahudi-Hıristiyan ve Nasranilere benzetilmez sorusunu sorduğumuzda karşımıza İran Persleri ve Mecusileri çıkmakta çünkü Araplıktan uzaktırlar. Bu noktada kavmiyetçilik ve asabiyet cahilliği aşikar olarak ortaya çıkmaktadır.
İslam dünyasında yaşanan sorunların ve geri kalmışlığın, tembelliğin, vurdumduymazlığın arka planında bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde beyinlere kazınmış olan kaderci bakış yatmaktadır. Geçmiş asırlarda yaşanan iktidar mücadelelerinde, dini otorite sayılan kesimler bu iktidarları meşru kılma adına kader adına insanları yanlış anlayışlara sevk etmekten geri durmamışlardır. Bu anlayışı karşı bir fikir ile durduğumuzda rivayet kültürünün ürünleri ile karşılaşmaktayız, bunu yapanların ekserisi sözde dini eğitim almış kimselerdir. Sözde Allah resulüne Kur’an dışında gelen bir kitap öyle detaylı ki Kuran’dan daha detaylı gibi anlatılarak rivayet halinde Sünni otoritelerce kabul görmektedir:
Amr bin as’dan nakledilen ve Allah resulüne iftira atmaktan çekinmeyen şu sözleri Kur’an ile ele alalım baştan belirteyim Amr gibi biri işin içinde varsa zaten bitmiştir olay.
Amr bin as anlatıyor:
“Resulullah, elinde iki kitap olduğu halde yanımıza geldi ve: “Bu iki kitap nedir biliyor musunuz?” buyurdular.
Cevaben:“Hayır, ey Allah’ın Resulü! Bilmiyoruz. Ancak bildirmenizi istiyoruz!” dedik. Bunun üzerine sağ elindekini göstererek:
“Bu alemlerin rabbinden (gelmiş) bir kitaptır. İçerisinde cennet ehlinin isimleri mevcuttur. Hatta onların babalarının ve kabilelerinin isimleri de mevcuttur. Bu isimler en sonuncuya varıncaya kadar belirlenmiştir, sayıları ne artar ne eksilir. Hiç değişmeden ebedi olarak sabit kalır” buyurdular.
Sonra sol elindekini göstererek:
“Bu da alemlerin rabbinden (gelmiş) bir kitaptır. Bunun içinde de ateş ehlinin isimleri, onların atalarının isimleri ve kabilelerinin isimleri vardır. Bu isimler en sonuncuya varıncaya kadar belirlenmiştir, sayıları ne artar ne eksilir!” buyurdular.
Ashabı! Sordu:
“Öyleyse ey Allah’ın Resulü, niye amel ediliyor(uz)? Mademki her şey önceden olmuş bitmiş, yazılmış ve artık yazma işinden artık kesin hükmü verilmiş, iş bitirilmiştir (bir daha yapma gayreti de niye)?”
Resulullah şu cevabı verdi:
“Siz amelinizle doğruyu ve istikameti arayın! İtidali koruyun. Zira cennetlik olan kimsenin ameli, cennet ehlinin ameliyle sonlanır; (daha önce) ne çeşit amel yapmış olursa olsun. Keza cehennemlik olanın ameli de cehennem ehlinin ameliyle sonlanır, hangi çeşit amel ile amel etmiş olursa olsun!”
Resulullah, sonra elindeki kitapları bırakıp, elleriyle işaret ederek dedi ki:
“Rabbiniz kullardan artık kesin hükmü verip işi bitirmiştir, bir kısmı cennetlik, bir kısmı da cehennemliktir.”
(Tirmizi, Kader 8, (2142). (İbn Mac’e, Mukaddime: 10-Hasen garip hadis)
Kader’e İman hususu Kur’an’da hem tek başına hem de diğer esaslar ile birlikte iman edilmesi hususu zikredilmez. İman esasları Kur’an’da bazen tek başına bazende iki, üç veya dördü bir arada zikredilir. Toplu olarak bir arada zikredilen esas beştir. Allah’a, Meleklere, kitaplara, peygamberlere ve ahiret gününe iman.
Siz ey imana ermiş olanlar! Sımsıkı sarılın Allaha ve Peygambere olan inancınıza ve Onun Peygamberine safha-safha indirdiği vahye: Zira Allah’ı, meleklerini, vahiyleri, peygamberleri ve Ahiret Gününü inkar eden, gerçekten şiddetli bir sapıklığa düşmüştür.
(Nisa-136)
Gerçekte erdemlilik, yüzünü doğuya veya batıya çevirmeniz ile ilgili değildir; ama gerçek erdem sahibi, Allah’a, Ahiret Günü’ne, melekler, vahye ve Peygamberlere inanan, servetini -kendisi için ne kadar kıymetli olsa da- akrabasına, yetimlere, ihtiyaç sahiplerine, yolculara, (yardım) isteyenlere ve insanları kölelikten kurtarmaya harcayan; namazında devamlı ve dikkatli olan ve arındırıcı (malî) yükümlülüğünü ifa eden kişidir; ve (gerçek erdem sahipleri) söz verdiklerinde sözünü tutan, felaket, zorluk ve sıkıntı anlarında sabredenlerdir. İşte onlardır sadakatlerini gösterenler ve işte onlardır Allah’a karşı sorumluluklarının bilincinde olanlar.
(Bakara-177)
Kur’an’da zikredilmeyen Kadere iman mevzuu hadisler ile Altıya çıkarılır bu sıralama ise şöyle izah edilmiştir. Allah’a Ahiret gününe, Meleklere, Kitaplara, Peygamberlere ve Kadere-Hayrıyla ve Şerri ile Allah’tan olduğuna-İman etmek, hayrı ve şerriyle, acısıyla tatlısıyla, zararlısı ve faydalısı ile gibi ifadeler kadere iman için kullanılır.
Hadislerden bir örnek:
’’Kişi hayrıyla ve şerriyle kadere iman etmedikçe mümin sayılmaz’’
(Ahmet B Hanbel Müsned)
Kur’an’ın beş olarak zikrettiği İman esası bazen de dokuza çıkarılır saymış olduğumuz beş maddeye Kadere iman, cennete-cehenneme, mizana gibi eklenen esasları tahlil etmek için iktidar ve kader anlayışlarını sorgulamamız ve çıkış nedenlerine bakmamız gereklidir...
Kadere imanı anlayabilmemiz için köklerine inmemiz gereklidir, bu esasın ortaya çıktığı dönemlerde yapılan, zıtlaşmalara, zulümlere, hukuki ve siyasi mezheplere, savaşlara, iktidar kavgalarına ve en önemlisi iktidarlara duyulan kin sevgi ve nefretlerin asabiyet boyutuna bakmak bizlere yardımcı olacaktır.
Adil olan ve güzel düşünen, ahlaklı olan bir insan, hayatının son anında yapacağı bir hatadan ötürü en kötü cezaya çarptırmak ne kadar abes ise, yaşamı boyu her daim hata yaparak son anında yaptığı bir iyilikten ötürü birine ödül vermekte o derece abestir. El Adl olan Allah her şeyi en güzel şekilde mükâfatlandıracak ve ödüllendirecek ve her şeyden münezzeh iken onun adına bu tür sonuçlar sunmak Allah’a iftiradır. Düşünelim böyle bir kitabın olmasını hangi aklıselim kabul edebilir eğer kabul eden varsa dünyanın yaradılışından kıyametin kopacağı ana kadar sayısı bilinmeyecek kadar insan isminin bir kitaba sığması mümkün değildir.
Kaderin önceden belirlenmişliğine inanan ve iradeyi yok sayan bir düşünce yapısı, her daim üretmenin, çalışmanın, dayanışmanın, paylaşmanın, mücadele vermenin gerekliliğine inanmasıda boş olur çünkü önceden yapacakları belli iken neden kendini boş yere yorsun. Günümüz İnsanlarının düştükleri hatanın temelinde, yanlış bir kader anlayışı vardır, hastalığı, başarısızlığı, açlığı, sefaleti, felaketleri, yanlış evlilikleri, zulümleri, hırsızlıkları, sömürüyü, katliamları, yoksulluğu, zenginliği, çaresizliği, kazaları bir kader olarak görmekte ve kendi üzerine düşen sorumluluğu Allah’ın takdiri diyerek avunmaya çalışmakta.
Çare bulmaktan aciz bir anlayışa düşerek, şans oyunlarında, kumarda, fallarda, muska ve büyülerde, sahtekar olan sözde din adamlarında, türbelerde, mürşitlerde vb hiçbir faydası olmayacak dış etkenlere yönelmektedir. Kendine özgüvenini kaybeden bir insan özgür değildir, tam aksine kendi kendini mahkûm etmiştir. Din adına Allah’a ve kutlu elçisi Muhammed (s.a.a) atılan iftiralara kanarak kendi sorumluluğunu Takdire yükleyen kendi yapıp ettiğine Allah böyle istedi böyle olması gerekiyordu vb yanlış ithamlar kimseyi sorumlu olmaktan kurtarmaz. Öncelikle sağlam bir Allah bilincini kavramak, Kuran=Sünnet’in bir birinden bağımsız olmadığını kavramak ile İslami kavramları tam anlamı ile anlayabiliriz…
Asabiyet, cahiliye asrında, Menfi milliyet, ırkçılık, aşırı derecede kendi kavim ve kabilesini koruma ve iltizam ile yapılan bir tür kavmiyetçilik idi. Cahiliye toplumunda bir kişi kabilecilik, milliyetçilik his ve çabasıyla, baba tarafından olan birini, haklı veya haksız her durumda korur ve ona destek olurdu. Korumada esas alınacak ilke adaletten yoksun zalim veya mazlum kavramları üzere değil, bizzat kendi kabilesinden olup olmadığı önemli idi.
Töreler, eski toplumlarda muhafaza edilmesi gereken bir yasa olarak görülür ve bu yasaların değişim sürecide kolay olmaz, bu töreleri kutsamış bir toplumda muhalefetten söz edilemez, böyle bir toplumda özgürlük anlayışına karşı çıkacak olan asabiyet her yeniliği sapma olarak görür. Saltanatların olmazsa olmaz iki kapısı vardır biri asabiyet diğeri kadercilik anlayışıdır lakin bu iki anlayışa Kur’an gözü ile baktığımızda ‘’Uhuvvet’’ ile asabiyet kapıları kapanırken, inkılap ile kadercilik kapıları kapatılırken, şura ile saltanatın kapıları kapatılmıştır.
Ve O’dur yok eden kadim [kabileler] ‘Ad ve Semud’u, hiçbir iz bırakmayacak şekilde, ve onlardan önce Nuh kavmini -[çünkü,] hepsi de kötülükte çok iştahlı ve çok azgın olmuşlardı-(işte Rabbin onları yok etti,) tıpkı yıkılıp altüst olan öteki şehirleri yok olmaya terk ettiği ve sonra ebediyyen görünmez hale getirdiği (gibi).
(Necm 50-51-52-53-54)
Kadercilik anlayışı ‘’kadim’’(eski) bir anlayıştır, ve kendine en elverişli zemini ise zorbalıktır, İslam olmadan önceki Araplar, putperest idiler ve sıffin savaşından yarım asır öncesinde zorlama anlayışlarını "Eğer Allah dileseydi, ne biz ve atalarımız O’na ortak koşar ve ne de bu şeyi yasaklardık. "’’ (En’am 148-Nahl 35) demekte idiler.
Onların bu anlayışına göre, Allah’ın insanlara bahşettiği seçme özgürlüğü yoktu, ve saltanat anlayışı bu inancı doğrulamak adına ilk savunucularından biri olan Ca’d b. Dirhem’di ve ilk müderrisi de Cehm b savfan olmuştur.(Ca’d ikinci mervanın özel eğiticiliğini yapmıştır.)
Bu öğretiye göre; İnsan İlahi irade karşısında özgür değildir, seçme özgürlüğü yoktur, dini metinlerde ise fiillerin insanlara mal edilmesi mecazidir. Örneğin Eli titretmek ile elin kendi kendine titremesi arasında bir fark yoktur. Çünkü ikisini de yapan Allah’tır. Bu anlayışa göre insanların ilahi irade karşısında mecbur görülmeleri, saray-halk ilişkileri açısında kabul edilir ve izah edilebilir değildir. Çünkü bu düşünceyi haklı göstererek kendilerine zemin hazırlayan saltanatlar yapıp edecekleri her şeyin daha önceden İlahi irade ile belirlenmiş olduğu görüşünüde beraberinde getirmekte idi
Bu anlayışı yine reddeden Allah’ın kelamı Kur’an’dır. Birçok ayeti kerime’de Hidayet ve Sapkınlığın insanın kendi özgür iradesi ile olduğu hakikatine rağmen halen birileri insanın özgürlüğünü kısıtlayacak bir anlayış ile önümüze çıkıyor iseler emin olun kendi çıkarlar ve menfaatlerinden olmamak içindir. Bunu yapmak isteyen cebirci bakış taraftarları, özgürlüğü veren ayetleri farklı yorumlara tabii tutarak, İlahi iradenin kudretini dile getiren ayetleri ise cebir mantığı lehine çıkarımlar yapmaya çalışırlar.
Bu doğrultuda gündemde Kader ile alakalı birçok gündemde tutulmaya çalışılır ve aman ha sakın kader mevzuuna girmeyin boğulursunuz, içinden çıkamazsınız, gibi söylemler ile insanların düşünmesini yasaklayan haberleri Allah resulüne atfetmekten geri durmazlar.
Örneğin Ebu Hureyre’ye dayandılaran ve Allah resulünün söylediği rivayet edilen şu sözlere bakalım:
‘’Biz kader hususunda münakaşa ederken Resulullah çıkageldi. Öylesine kızdı ki öfkenin hasıl ettiği kızıllıktan, yüzünde sanki nar taneleri ortaya çıkmıştı. Sonra şöyle buyurdu; size böylemi emredildi? Ben size bunun içinmi gönderildim? Sizden öncekiler bu hususta tartışmaya girince helak oldular. Ben size bu konuda tartışmamanızı kesinlikle emrettim-emrettim !’’
(Tirmizi, kader, ibnu macce, mukaddime)
İnsanın sorumluluk alanına giren hususlarda, Allah’ın her şeyi bilmesi her şeyin onun ilminde olması, kulu zorlamaz, geçmişin Allah’ın ilminde olması bilinmesi gerçekleşecek olayların üzerinde etkili olmadığı gibi, geleceği bilmeside gerçekleşecek olaylar üzerinde tesir edecek değildir. Etki onu gerçekleştiren failin irade ve kudretini sarf etmesine bağlıdır. Allah’ın dilemesi insanın sorumluluk alanına giren hususlarda kendisini sorumlu kılar, herkes hak ettiğini bulacaktır bunun sonucuda ya rahmet ya da azaptır.
İnsana seçme ve düşünme imkanı veren akıl, iyi-kötü-hayır-şer-hüsn-kubh gibi kavramları tayin etmede insanın kendi özgür iradesi iledir, İlahi irade bu hususlarda dilediğine ulaşmaya imkanı vererek insanın özgür iradesine müdahale etmez.
Sonuç olarak ‘’Kader’’ anlayışım Allah’ın evrende kendi mülkünde, yaratmasında ilminde olan ve beşer olarak hiçbir şekilde karşı koyulamayacak hususlara kader olarak bakıyorum. Onun dışında kalan ve insanın özgür iradesi ile yapılan her şey insanın kendi fiilidir kader değildir. İnsan kendi fiillerinden kendisi sorumludur, Allah’ı sorumlu tutmak kadere yüklemek sorumluluktan kaçmaktır kaderi anlayamamaktır…
MEVLÜT HÖNÜL
MALAZGİRT
www.medineweb.net
[email protected]
16/05/2010
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.