- 486 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Allah Rızası Hakkında
Ete kemiğe büründüm Yunus diye göründüm!
Bazı sözler vardır ki, iki cümleden ibarettir ama iki cilt kitap kadar mana yüklüdür.
Hatta bazı İslam büyükleri iki senelik vaazlarını bile böyle iki cümle içinde özetlemişlerdir.
Tıpkı derviş Yunus’un kendini özetlediği gibi:
- Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm! Hepsi o kadar. Uzun söze ne hacet?
İsterseniz bir de Bağdat, Basra’nın meşhur mutasavvıfı Hatem-i Asam’ı dinleyelim, o ne diyor bu konuda. Bir ara kürsüden uzun zaman vaaz ettiği cemaatine seslenir:
- Senelerdir dinlediğiniz benden ne öğrendiniz, iki cümle içinde söyleyin bakayım?
- Bunca senedir anlattıklarınızı iki cümle içinde mi anlatacağız?.. deyince, "Evet" der, "isterseniz ben anlatayım iki cümle içinde senelerdir anlatmak istediğimi?"
Dikkat kesilirler. Hatem-i Asam da anlatır senelerdir anlattıklarını iki cümle içinde. Bakın nasıl özetler:
- Benden şu iki gerçeği öğrenmiş olun yeter. Biri, kendinizde olana kanaat etmek! Öteki de başkalarında olana haset etmemek!
İşte der, benim senelerdir sizlere anlattıklarımın özeti. Kendinizde olana kanaat etmeniz, başkalarında olana da haset etmemeniz. Bu iki düşünce var mı kalbinizde, gönlünüzde bir bakın, varsa her şey var, beni tam dinlemişsiniz demektir. Bu iki değerlendirme yoksa hiçbir şey yok demektir! Hiçbir şey öğrenmemişsiniz benden!..
- Ne dersiniz bu iki cümleye? Sanki olgun ve kamil insan olmanın gereği mi bu iki anlayış:
Kendimizde olana kanaat etmemiz... Başkalarında olana da haset etmememiz... Yani hem kendimizle hem de çevremizle barışık olmamız. Çevremizi seven, çevremizce de sevilen insan haline gelmemiz...
Peki, sadece bu kadar mı bu iki cümlenin insana kazandırdığı değer? Kendimizde olana kanaat etmek, başkasında olana da haset etmemekten mi ibaret bu düşüncenin sonucu?
- Hayır! dahası var. Asıl mühim olanı da bundan sonrası. Bir de ona bakalım isterseniz.
Biliyorsunuz insanlar çalışır, çabalar, kendilerine düşeni yaparlar... Ama sonunda Rabb’imizin takdiri ne ise o olur. Varlık, darlık, hastalık, sıhhat... Hepsi de Rabb’imizin takdiridir bizlere...
İşte kendinde olana kanaat eden adam, Rabb’inin kendi hakkındaki bu takdirlerine de razı olan adam demektir. Rabb’inin takdirine razı olandan ise Rabb’i razı olur!..
Asıl mesele de burada başlar. Rabb’inin takdirine razı olandan Rabb’inin de razı olmasından...
Bir kul için Rabb’ini razı etmenin ötesinde büyük kazanç düşünülebilir mi?
İsterseniz bir de bunun misaline bakalım. Musa Aleyhisselam Tur’daki duasında der ki:
- Rabb’im, sen kullarından ne zaman razı olursun? Onu bana bildir ki, ben de buradan dönünce kullarına bildireyim. Onlar senin razı olacağın hal ve tavır içinde olsunlar?
Şöyle buyurur Rabb’imiz:
- Sen kullarıma söyle, onlar benden ne zaman razı olurlarsa ben de onlardan o zaman razı olurum!
Evet, varlık, darlık, hastalık, sıhhat... Kendine ne takdir edilmişse hepsine de razı olup kanaat eden, başkalarında olana da, uygun olan odur, deyip haset etmeyen kul, doğrudan doğruya Rabb’inin takdirine razı olup kanaat eden kul demektir. Rabb’inin takdirine razı olandan ise Rabb’i razı olmaktadır. Bundan daha büyük bir kazanç olur mu inanmış bir insan için?
- Öyle ise yoklayın iç dünyanızı!.. Kendinizde olana kanaat ediyor, başkalarında olana da haset etmekten kendinizi koruyor musunuz, bir kontrol edin duygu ve düşüncelerinizi?
Artık tereddütsüz biliyoruz ki, biz Rabb’imizin takdirinden ne kadar razı isek, Rabb’imiz de bizden o kadar razıdır.
- Ne dersiniz, bunu böyle biliyor, böyle uyguluyor muyuz?.. Şimdi de düşünme sırası bizde mi?
16 Haziran 2010, Çarşamba
Ahmet Şahin