- 1670 Okunma
- 14 Yorum
- 0 Beğeni
MARTININ LÂNETİ
O Haziran gün ağarmak üzereydi. Köşkün denize uzanan bahçesindeki kulübesinin önünde zincire bağlı yatmakta olan kurt köpeği önce gözlerini açtı, sonra iki ayağını öne gererek doğrulup, esneyerek vücudunun her tarafını gerdi. Köşkün sağ tarafındaki kayalıkları tünemiş martılar, saldırıya uğramışçasına çığlık çığlığa havalandılar, telaşlı bir şekilde dönmeye başladılar. Bu, her zamanki hâlleriydi.
Konken partisinden stresli dönen ve yatağında uykuya dalamayıp, kıvranıp duran evin hanımı, her gece yarısı uykusunu bölen ya da uyumasını engelleyen martılara lânetler savurarak kalkıp, salona geçti. Çakmağın alevi yanıp söndü ama sigarasının ateşi onunla birlikte bahçeye bakan balkona kadar gitti, gün ışığında fark edilmez oldu.
Köpek, sahibesine günaydın dercesine sesler çıkarıyor, arasıra kulaklarını dikip, huysuz huysuz, çiçek tarhlarının arasına bakıyordu.
Kadın, bahçe terliklerini giyerek köpeğin mamasını vermek için yürüdü ve üç basamaktan oluşan merdivenleri inerken köpeğin dikkatini çeken şeyin ne olduğunu gördü. Küçük bir martı yavrusuydu.
Köpeğin boynundan zincirini çözüp, işaret ederek salıverdi.
Kısa süren garip bir çığlığın arkasından köpek, ağzında martı yavrusuyla geldi; onu hanımının ayakları dibine bırakıp, takdir bekliyorcasına hanımına baktı.
Kadın, bir kanadı ve bir bacağı kopmak üzere olan martı yavrusunu yerden alıp, bahçe duvarından martıların her zaman tünediği kayalıklara fırlatırken dudaklarının arasından:
“- Geberdi lânet olası,” sözcükleri çıktı tıslarcasına.
Şubat ayazı, gece yağan sulu sepken karı dondurmuş, sabahın o erken saatinde yolları buz pistine çevirmişti.
Köşkün üniversitede okuyan oğlu hayli uzak olan okulundaki derslerine yetişebilmek için erken yola çıkmak zorundaydı.
Otomobilinin vitesini anayola çıkınca ikiledi, üçledi, dörtledi, beşledi.
Elli metre önünde giden bir araç, önündeki kamyonu solladı. Delikanlı, sollayan araca çarpmamak için frene bastı. Aracı kaygan yolda döndü, döndü ve kamyonun sol arka tekerinin önünden süratle kamyonun altına girdi.
Köşkün hanımı hap bağımlısı olmuş, tiryakisi olduğu konken partilerine gidemez, alışverişlerini bile çok kısa sürede yapıp, evdeki tekerlekli sandalyeye mahkum sol kol ve bacağı olmayan oğluna dönmek zorunda kalmıştı iki senedir.
Oğlanı giydirmek, soymak, yatırmak, kaldırmak, çoğu kez de kabız problemini ellerine geçirdiği eldivenle çözmek artık ona çok ağır geliyordu.
Ona göre kendisine ayıracak zamanı hiç kalmamıştı.
Hayatının çekilir yanı kalmadığını, ya oğlunun ya da kendisinin ölmesi gerektiğini düşünüyordu sık sık. Ona göre cezaevindeki bir mahkûm, ondan daha rahat bir hayat sürüyordu. Yaşamakta olduğu hayattan şikayet ettiğinde kocası bir hasta bakıcı tutma teklifi etmiş, sevinçle kabullenmiş, ne var ki oğulları kesinlikle istememişti.
Kadın, oğlunun bağırmasıyla uyandı.
“- Anne! Şu martıları sustur! Uyuyamıyorum!”
Sırtına sabahlığını geçirdi. Televizyonun karşısında, sandalyesinde oturan oğlunun yanından geçerken öfkeyle:
“- Hepsinin yuvasını bozacağım bu meretlerin. Yıllardır aynı şey,” deyip, bahçeye indi. Bahçe eldivenlerini eline geçirip, orada duran çapayı aldı.
Martılar, şölendelermiş gibi çığlıklar atıyorlardı.
Martıların tünedikleri kayalıklar köşkü anayola bağlayan parke döşeli yolun diğer tarafında kalıyordu.
Yolun yarısına vardığında keskin bir çığlıkla bir martının saldırısına uğradı. Korkuyla bahçeye geri döndü ve yola baktı.
Sol kanadı ve sol ayağı olmayan bir martı, hemen arkasında da yavru bir martı vardı. Eldivenin tekini çıkarıp, çıplak eliyle gözlerini ovuşturdu. Dikkatle baktı. Gerçekten bu martının sol kanadı ve sol ayağı yoktu.
Kadın, mavi gözlerini kendisine dikmiş martının öfkeyle açılmış gagalarına bakarken iki sene önceki köpeğin parçaladığı martı gözlerinin önüne geldi.
Martı, tek ayağı üzerinde sekerek kayalıklara doğru giderken küçük yavru da peşine takılmıştı.
Köşke doğru giderken oğluna bu durumu nasıl anlatacağını düşünüyordu.
En iyisi susmaktı.
Martılar ya susmuş, ya da denize açılmışlardı; sesleri duyulmuyordu.
Kadın, salondaki sehpada duran viski şişesini alarak yatak odasına yürüdü.
Uyumak, uyanmamak üzere uyumak istiyordu…
Yüksel ÖNAÇAN
Foto: Semih BERK
Yaşanmış bir öyküdür. Anasayfamda gözükmediği için makale kategorisine aktardım.
YORUMLAR
Fotoğrafa uyarlanmış hikâye sandım?.
/
Sistem, prağranlanmış Usta... bilgisayarımız gibi! ne istiyorsan, alacağın da o .
Selâm ederim...
Kadir Yeter.
11 AĞUSTOS 2010 Çarşamba(Ramazan'ın bu ilk gününde) Trabzon'dan yazdım.
w.edebiyatdefteri.com/yazioku.asp?id=59609
Yükselenyıldız | Yüksel Önaçan
MARTININ LÂNETİ
"Sır kapısı"ndaki öykülere benzemiş. Ama tekniği de kurgusu da güzeldi. Yazı kendini okuttu...Ama sizin tarzınıza pek benzetemedim. Sanki biraz zorlamayla yazılmış gibi...
Tebrik ediyorum.
Selamlar.
Yükselenyıldız
Biraz da zamanlama hatası oldu; kısa kesmek zorunda kaldım. Tarzdan ne demek istediğinizi anladım.
Teşekkür ederim.
Yükselenyıldız
Ağlayacam işteeee!
güzel bir anlatım güzel bir konu roman tadında bitince üzüldüm devamını aradım..
Yükselenyıldız
İlginize teşekkürler.
Etme bulma dünyası mı? Sen zavallı yavru martıdn ne istedin? Bir ayağından, bir kanadından oldu...Oğlun da tıpkı martı gibi...Değdi mi peki?
İki ayrı martı öyküsü ayyy lâneti diyecektim...
Hadi bakalım hangisi daha ilginç olacak:)))
Sevgi ve saygı ile
Yükselenyıldız
İlgilendiğiniz için teşekkürler.