Bir Günlükten Anektodlar....
Pencereme çarpan yağmur damlalarının sesinde hisler ve iletiler tufanı.Üşüyen bedenimi,dizlerime dayıyorum.Dışarıda trafik polisi arabalarının ikazları,insan bağırışları.Tembelliğimden,duvarlarını örümcek ağlarının kapladığı odamda,küskün ve kurumlu bir yalnızlık,üstünlük taslıyor.Amcaoğlundan kalma kitapların arasına daldım.Canım kitap okumak isteyip de istememe ya da seçememe arasında mekik dokuyor.Aşk üzerine yazılan kitaplar,beni aşk üzerine kıyaslamalar yapmaya götürdü.
Aşklar bilirim,incir çekirdeğini doldurmayan sebeplerden ımır-kımırlarla biten...
Kıskançlıkla güvensizliğin çitleri altında bitkisel yaşayışından hep kurtarılmaya çalışılan,kurtarıldıkça can vermeye mahkum aşklar bilirim.
Sevgiyi aşkla taçlandırmakla,bitiş çizgisinin kalınca çizildiği,bencil ve hakimiyet kurma anlayışıyla bu alanda kıyasıya taviz verme ve alma sahnelerinin sonunda,hüsranla perdesi kapanan aşklar bilirim.
Patolojik mi,ilgi mi,hoşlanma mı,esrik bir sevgi mi,çizgisel görünüşe aldanma mı? Birbirine geçmiş,belirsiz yaklaşımlar bilirim.
Ve sonra Tahir’i duydum,Zühre’yi...Zekiye’si için canına kıyan amcamı,anı anına Zeynebinden kopamayarak,birbirlerini hayat arkadaşlığına hazırlarken,tam bir hayat ortaklığı yaşayan dostumu bilirim,imrendiğim...
Benimse yürüyüşüm,hep sevgisizlikle döşenmiş sokaklardaydı.Aşkın falı,kendisini ters okutmuş üzerimde.İki elim süzgün,iki elimde takatsızlığın kelepçeleri.Çıkaramadım boynumdan,acının mıtsuzluğun kolyesini ve bozamadım talihsizliğin büyüsünü.Ama ne mutlu bana,karşılıksız sevgiye kendimi adayışıma.Ne mutlu bu asil duyguyu yaşatana...
Yağmur yağıyor.Ben,yine içime düşmüş ışıklarımı söndürmüşüm.Kitap okumaktanda vazgeçtim.Bildiklerimle yetiniyorum.
BİR BAŞKA GÜN....
Güneş doğdu.Sabahın serinliğinde perdeleri çekmek güzel...Ben yine sözümü çiğnedim.Zayıflık ve sözünün eri olmamakla tanımlama beni.Öyle bir yerdeyim ki,avunacağım,uğraşıp tekdüzeliği aşarak; biraz da olsa gülümsemenin tadına varacağım şeyler çok az.Tek tük dostum var.Onlarla da olma imkanım minimum...Öyle bir yapım var ki,bir kere dolaştığım yerden geçmek,bana göre değil.Sana katılıyorum ’bu dünyanın insanı değiliz’ derken.Şimdi bu koca şehirde mektubunun birkaç satırını istemeden okuduğum için,kızan Serdar’ı nereden bulacağım? Bıyıklarını seven,mutsuz dayıoğlu Nurhan’ın öldürürcesine güldüren şakalarını...Bana kızma Serdar! Hemşehirli olmamız ve içtenliğe düşkünlüğümüzüdür,beni o hataya iten.Sen de töreye ve şehre mahkum kalmışsın dayıoğlu.Bile bile bazı şeylere boyun eğmişsin...
Ey ’biz bu baharda buluşacaktık/bahar geldi geçti/sen gelmez oldun’ şarkısını durmadan mırıldanan,sana yaklaştıkça uzaklaşıyorsun.Kadere inanmam; ama,özlemektir benim kaderim.
Emeğin,korkusuzca,alay edilircesine sömürülüp hakkın,haksızlıkla ödendiği asrımızda,işsiz ve güçsüzüm.Kendime uygun bir iş bulamadım; oysa bir çok şeyin üstünü çizip yeni başlangıçlara susamışım; çünkü,alabildiğine talanım,darmadağınım,alabildiğine akşamım...
Yeteneklerim ne bana ne de başkalarına yaramıyor.zaten yaranmacılıktan da nefret ediyorum.Olduğum gibi görülerek,değer kazanmak istiyorum,Hani hep diyorum ya; kendi nüshamkalarak,bir yerde sağlamca ipler bağlamak!
Çayım kaynadı! Çaydan ziyade bir şeyim de yok ya! Ama hala içimin sıcaklığını,harlandırdığıma da şükrediyorum,yalnızlığımla,kurtlar sofrasında.
Sabah serinliğinde,perdeleri alabildiğine çekebilmek ne güzel! Bu güzellikleri görebildiğim müddetçe zenginim.