9
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
2495
Okunma
Geçtiğimiz hafta sonu babamın doğup büyüdüğü, dedemin bir zamanlar kır atıyla rüzgar
gibi estiği, coğrafyaya bir gezinti yaptık.
Amcamlar, halamlar, kuzenler, gelinler, damatlar vs. vs… toplandık her seferinde olduğu
gibi. Eskilerden konuştuk, gidenleri yad ettik, kalanları andık, yanımızda olamayanların
kulaklarını çınlattık. En çok da babaannemle dedemden bahsettik her zaman olduğu gibi…
Özellikle dedemle ilgili sohbetlere bir türlü doyamıyorum. Belki de onu hiç tanımamış,
tanıyamamış olmanın verdiği bir açlık bu. Hatta bundan eminim.
Dedem ki, lakabı Kara Bıçak Ramazan Efe. Zamanının gözü pek, gönlü tok, dağlara, kekik
kokularına aşık; at, avrat, silahtan başka dünyalık düşünmeyen bir yağız adam. Ne acıdır
ki Ramazan dedemi bir kerecik olsun rüyamda dahi göremedim. Bu yaşımdayım,
göremedim. Görsem asla unutmam çünkü. Bu yüzden her seferinde anlattırırım onu
tanıyan birine rastlarsam, böylesi büyük boy sülale toplantılarında.
Ramazan Aydın. Benim dedem. 1891 Muğla Köyceğiz’e bağlı Elcik köyünde doğmuş. Esmer,
uzun boylu, tüm zamane kızlarının hayallerini süsleyen bir deli yiğit. Babamı değil de
amcamı benzetiyorlar daha çok dedeme. Babam mavi gözleri, buğday teni, kumral saçları
ile babaanneme daha çok benziyor. Babaannemi tanıma fırsatım oldu, bu yüzden şanslıyım.
O, dedemden çok daha uzun bir yaşam sürdü… Bodrum’ da bizim yanımızda kaldığı
dönemlerde anlattığı masalları, hikayeleri ve dedemin adının geçtiği anılarını dinlemekten
büyük haz duyardım… Sarı Kız Fatma… Gözleriyle nice yiğidin aklını başından alan, bakanın
engin denizlerde kaybolur gibi kaybolduğu o masmavi boncuk gibi gözler, altın sarısı
saçlar, beline kadar uzanmış, kırk melik örülmüş, bir güzel ki dedemi ilk görüşte vurmuş
can evinden… Daha 17 sinde Fatma Kız… Dedem kır atıyla gelmiş atmış terkisine kaçırmış
nenemi…Üç evlat vermiş nenem ona, babam, amcam ve halam…
Fakat doyamamışlar birbirlerine… Dedem yaşadığı zorlu hayatın etkisinden olacak akciğer
kanserine yakalanmış, babam 4 yaşındayken göçüp gitmiş bu dünyadan…
Birinci dünya savaşında Yemen’ de Ali İhsan Paşa’ nın komutasındaki birlikte İngilizlerle
savaşmış dedem. Savaş sonunda Osmanlı Devleti ile İngilizler arasında imzalanan barış
anlaşmalarından sonra, İstanbul’u işgal eden İngilizler ve yerli işbirlikçilerin yardımlarıyla
aslı astarı olmayan, bi dolu uydurma suçla, asker, sivil bürokrat ve onlarca vatanperver
Malta’ya sürülerek esir edilmiş. Kumandanı Ali İhsan Paşa ve dedem de bunların arasında
imiş. 29 mart 1919.
Malta’da iki buçuk yıl esaret hayatı yaşadıktan sonra, İstanbul’da Ankara Hükümeti’nin siyasi
temsilcisi Hamit Bey ile İngilizler arasında Anadolu’daki İngiliz esirleriyle Malta’daki Türk
esirlerinin değiştirilmesi hakkındaki anlaşmanın imzalanması ile memleketine dönmüş
dedem, yıl 1921…
Kurtuluş Savaşı’nın tam ortasına hem de. Asker dedem durur mu? Bu kez de Afyon
cephesinde Yunanlılarla çarpışmış omuz omuza. VATAN düşmanlardan kurtulup savaş
bittiğinde dönmüş memleketine…
Görünüşte civan gibi sapasağlam. Ama taaa o zamandan başlamış hastalık sinsi sinsi içine
işlemeye.İşte o zamanlarda neneme tutulmuş dedem… Sarı Kıza… Civarın kara kekik kokan
Sarı Kızına… Gözlerine vurulmuş, saçlarına vurulmuş, altın başaklar gibi beline dökülen sarı
saçlarına… Almış kaçırmış…
Elcik köyünün aşağı kısmında derin bir vadide çağlayan bir nehir yatağı… Orayı mesken
edinmiş dedem… Babadan kalma değil, satın almış… Suyun gücünden yararlanarak bir
değirmen inşa etmiş… Çevre ahalinin uğrak yeri olmuş bu değirmen deresi. Atlara da aşırı
düşkünlüğü varmış rahmetli dedemin. Elliye yakın at besliyormuş arazisinde ve hepsini
çifte, harmana, hasata koşuyormuş… Geçiminin bir kısmını da bu yoldan sağlıyormuş.
Nenem yanında, atları yanında bir de demiştim ya silaha aşık… Avcılığa da merakı varmış…
Geyik, tavşan ve tarlalarını korumak için domuz avlarmış… EN ÇOK KIR ATINI SEVERMİŞ…
Amcam ve halam onu hep kır atının üzerinde hatırlıyorlar.
İyicene tarif edin diyorum anlatanlara… Ne giyerdi? İngiliz külot pantolonu, körüklü
çizmeleri, gömleği ,cepkeni, omzunda çifte namlulu İngiliz sarması silahı, kuşağında kara
saplı bir kama ve babamın hala gözü gibi sakladığı köstekli saati.
Dedem çevresi tarafından sayılıp sevilen, daima güçsüzün yanında olan, zorbaların
korktuğu , lafı sözü dinlenen bir efsaneymiş…en yakın arkadaşları Saraç Mehmet Efe,
Süleyman Dağdelen, Dağdelen Ahmet Efe, Çerkes Cemil Efe imiş, hem silah arkadaşları hem
gönül dostları…
Dedem, bu kara yağız adam, bu kara bıçaklı efe 1950 yılında amansız bir hastalığa
yakalanıyor… Halamla amcamın anlattıklarından yola çıkarak ben diyorum akciğer kanseri,
kan kusuyormuş çünkü son zamanlarında… 1949 yılında babam dünyaya geldiğinde sanırım
dedem öleceğinin bilincindeydi… Vücudunu gün be gün saran illetin farkındaydı ki yeni
doğan oğluna kendi adını veriyor… Ramazan oğlu Ramazan Aydın.
Ve ne yazık düşündüğü gibi oluyor 1954 yılının mayıs ayında doyamadığı Fatma’ sını ve
çocuklarını geride bırakarak hakkın rahmetine kavuşuyor…Nenem gencecik yaşında en
büyüğü 18 en küçüğü 4 yaşında üç çocukla tek başına kalmış. Ama asla dedemden sonra
evlenmemiş. Evini yuvasını bırakıp gitmemiş. Amcam değirmen işini devralmış. Geçinip
gitmişler her biri birer yuva kurana kadar.Çok iyi hatırlıyorum nenem elden ayaktan
düşene kadar o tek odalı Koca yadigarı evini terk etmedi. Biz bayramlarda ziyaretine
gittiğimizde, on, on beş tane kedisi bir o kadar keçisi ile hep orda kocasının ocağını
tüttürür bulurduk onu. Evine geleni yemek yedirmeden göndermezdi. Tanısın tanımasın.
Değirmene buğday öğütmeye gelen köylülerin uğrak yeriydi nenemin mekanı… Her zaman
yeni pişmiş bazlaması olurdu çıkınında. Sıcacık, buram buram hasret kokan… keçi
sütünden yapılmış peynirler, yoğurtlar, tereyağları… ambarında buğdayı, inciri, nohutu
fasulyesi… H aa bir de yayık ayranı… İçmeye doyamadığımız buz gibi köpüklü ayranı…
Nenem hep kara kekik kokardı. Çünkü sürekli kulağının arkasında bir tutam kara kekik dalı
taşırdı. Mor çiçekli bir tutam kara kekik. Dedem çok severmiş o kokuyu. Nenem kekik
kokardı , dedem nenemi koklardı sanki hep… Nur içinde yatın dedeciğim, neneciğim,
cennet mekanınız olsun.
Keskin dilim, bazen kimseyi umursamayan tavırlarım yüzünden, haksızlıklar karşısında
hiddetlenip, celallendiğim zamanlarda annem hep der:
- Eee ne de olsa Kara Bıçak Efe’nin kanını taşıyor bu kız, diye
Biz torunları, çocukları, gelinleri, damatları hep bir araya geldiğimizde sanki dedemle
nenem yanımızdaymış gibi hep onlardan bahsederiz işte böyle…
Gecenin sonunda, yaktığımız ateşin çevresinde amca oğlu Burhanettin Abimin sazı
eşliğinde dedemin en sevdiği türküleri çalar söyleriz. Bu sefer sohbeti şu türküyle kapadık.
…. Odam kireç tutmuyorrrrr
…. Kumunu katmayıncaaaaa
….. sevda baştan gitmiyorrrr
….. sarılıp yatmayıncaaaaa
….. odam kireçtir benimmmmm
…… yüzüm güleçtir benimmmmm
…. Soyunda gir yanımaaaaaaaa
……. Terim ileçtir benimmmmmm
Gözlerimi kapıyorum, dedemi hayal ediyorum… Kır atının üzerinden bana bakıyor…
Dudakları sımsıkı bir çizgi gibi kapalı olsa da bana gülümsüyor, bunu o üzüm karası
gözlerinden anlıyorum…Dedem , dedeciğim! Bekle sen orda beni, bir gün mutlaka
karşılacağız… Neneme kavuştun bize de kavuşacaksın… Selam olsun size Kara Bıçaklı
Ramazan Efe ile Sarı Kız Fatma Hatun… Selam olsun….
Hicran Aydın Akçakaya/Bodrum
14haziran2010