- 1436 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
İNSANLARIN VAZGEÇİLMEZ HASTALIĞI MIDIR, TAKINTI VE OBURLUK?
Sözcükler düşüncelerimin önüne geçtiği zamanlar tüm duyularımla onları bir cımbızla tutup, yazım ipine dizmeyi çok severim. Şimdilerde iki sözcüğü takıldı aklım. Biri “oburluk” bir diğeri de “takıntı” sözcükleriydi.
Her ikisi de insan yaşamının dehlizlerinde saklı kaldığında ruhu oldukça kirletip, nezle eder. Bazen iki karakteri sıklıkla tükettiğimiz bol posalı yiyeceklere benzetiyorum. Bu besinleri aldığımızda çok çiğnememiz gerekiyor, ancak bu besinlerimiz sindiremediğimiz gibi besin değeri de olmayan kalıntılardır.
Nasıl ki obur doymaz, doyduğunu hissetmez, açlık duygusu bir türlü tükenmez ise takıntılarımıza da dur diyemeyiz.
Nasıl ki obur kişi bedeninden neyin, ne kadar eksildiğini bilmeden yer/durur.
Çünkü onda analiz etme yeteneği yitmiştir. Yoksundur ve ne kendiyle, ne de başkasıyla ilişkilerini tam sağlıklı sürdüremez, septiktirler çünkü. Mutsuzluğunu keyifsizliğini isteksizliğini yansıtır. Bir türlü doyuramazsınız onun ruhsal açlığını. Takmıştır bir kere.
Obur şişmanladıkça daha çok ve daha sık yemek yeme gereksinimi duyar, çünkü midesi daha önceden şişirilmiş /sönmüş bir balon gibidir. Normal insanlardan daha çok tüketmek ve o boş sönük balona dönmüş midesini daha da doyurmak, doldurmak ister. Farkında değildir kanının kimyasını bozduğundan. O doyurduğu kendi tokluğu değildir, ama farkında olmadan ruhundaki o geniş alandaki açlığını besler.
Peki, ya takıntılı insan nasıldır? Takıntılı olan insan da en ufak bir olaydan, objeden, sonuçtan hemen; neden/niçin ve sonuç çıkartıp, septizm dalgasına girer.
Bazen katı bir biçimde, yapmaktan alıkoyamadığımız, aklımıza ister istemez gelen ve sıklıkla yinelediğimiz düşüncelerimiz olur. Bu düşünceler yüzünden yaşam çekilmez kıldığımız gibi aile/sosyal/iş yaşantımızı da altını/ üstüne çeviririz. Hatta daha da ileri giderek en yakınlarımıza/dostlarımıza “mutsuzluklar” bulaştırıp düşüncelerimizle üzer/sıkar, kirletiriz bu sağlıksız septik halimizle. Birkaç soruyla belirlemeye çalışırsak;
“Ya sonumuz kötü olursa?”
“Ya vapura bindiğimde vapur batarsa?”
“Ya asansör bozulur ara katta kalırsa?”
İşte böylesi kaygı ve korkularımızla ruhumuzu, abartılı düşüncelerimizle kirletiriz.
Bazen bu kirlenmeden rahatsız olur ve bu mantıksız düşüncelerle savaşmak isterler, direnirler. Lakin çabaları boşa gider ve yineleyici davranışların gelişmesine neden olurlar. Nasıl mı?
“Acaba mikrop bulaşır mı?” şüphesi düşüncesinden yola çıkarak, önce evini baştan aşağıya yıkayıp, temizler ve günlük el yıkama alışkanlığını fazlalaştırır. Böylece mikroptan arındığını sanarak rahat eder, ama bedeni ve ruhunun yorulduğunun farkında olmadan ruhuna posaları boca eder.
Takıntılı kişi tıpkı obur kişi gibi sürekli kendinden vermekte dir. Biri doymaz bilmez bir açlık bastırma hevesiyle alıp , obezleşirken; diğeri kendinden sürekli vermekle kilo verip zayıflar.
Yaşamda şöyle bir insan kişiliklerini taradığımız zaman, göreceğiz ki tüketen bir toplumun en hızlı tüketicileriyiz. Bir türlü doymak bilmez kırılgan egomuzu beslemeye çalışırız. Aslında gereksinim açlığın ne olduğunu bilirsek, oburluğun da neden kaynaklandığını anlamış olacağız.
Her insanın içgüdüsel olarak doğuştan patolojik bir algısı vardır. Bunun adına sevilme ve beğenilme dersek, pek de yanlış olmaz. İşte bazı iktidar sahipleri bu gereksinmeden dolayı siyasi arenada yol kat etmeye çalışırlar. Oy veren ve oy alanlarda/futbol taraftarlarında, hatta zevklerimizde de bir süre sonra şu takıntı oluşur.
“Ben yıllardır oyumu, falanca partiye vermekteyim, asla da o partiden vazgeçemem.”
” Ya Fener, ya Fener, ölmek var dönmek yok sarı kanaryamdan…”
” İlle de kırmızı olmalı, başka renk tanımam…”
Saya saya bitiremeyiz takıntılarımızı.
İnsan ne aradığını bilmeli, ne istediğinden önce yola çıkmalıdır. Takıntı ve oburluk bir hastalıktır ve acilen tedavi edilmesi gerekmektedir. Bu hastalıklar birden bire de ortaya çıkabilir, sorunların başladığı andan itibaren de açığa çıkabilir.
Takıntılı kişiler ve obur kişiler arasında ortak özellikler olduğu gibi ayıran kişilik özellikleri de göze çarpar. Mesela takıntılı kişi; genelde itinalı, temiz, düzenli ve resmi davranmaya özen gösterirken, obur kişi de bir o kadar dikkatsiz ve pasaklı/dağınık olabiliyor.
Takıntılı kişi hata yapmamaya, bir başkasını kırmamaya özen gösterirken, gündelik yaşamları adeta tören halini almışken; ayna karşısındaki tükettiği zaman çok fazladır. Obur kişi oldukça rahat, bencil, vurdumduymaz edalarıyla sıklıkla hatalar da yapar. Hem kendilerine hem de yakın çevrelerine huzursuzluk verip, sinir bozucu kişiliklerdir.
“Amann sende, bana ne! Umurumda değil, isterse dünya yıkılsın!
Veya,
“Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın!”
Çoğulluğu kapsayan, “hep bana rabbena-dır” obez kişilikler.
Oysa takıntılı insanlar; oldukça ayrıntıları gözleriyle, içsel ve dışsal bir radar gibi tarayıp, çekim gücü kuvvetli “elektrik süpürgesi” gibi donanımlı bilgileriyle, kolları sıvarlar; temizlerler gözlerine batanları.
Şayet bir takıntılı insan görürseniz ilk gözünüze çarpacak olan özelliği; konuşmasıdır. Çok uzun ve kapsamlı cümleler kurgusuyla konuşur. Gergin ruh hallerini hemen beden diliyle belli ederler. Bu gerginliklerini kontrol edebilme adına frensiz, soluk soluğa hızlı konuştukları gibi, sözcüklerinin arasında sıklıkla;
“yine de…sanıldığı gibi…öte yandan…oysa ki…elbette ki…ama…vb…” gibi karakteristik sözcükleri cümle içinde lüzumsuz serpiştirip kullanırlar.
İşte takıntılı kişiler bir süre sonra mutsuzluk ateşi ile yanıp, iştahsız günleri kovalarken yorulur; tükenir, ve yaşam onun için çekilmez olurken, hiç bir şeyden de tat almayıp depresif davranırlar. Bu belirsizlikler sonucunda kendilerini alkol ve tütün gibi içeceklere teslim edip, teselli etmek isterler. Ve bedeninden gün geçtikçe fire verip, duygusal zafiyet geçirip zayıflarlar.
Sonuç:
Her iki karakteristik özellikte BİZ değil de BEN düşüncesi benliğini sarmıştır.
Son günlerde basında ve görsel medyada dikkat ederseniz, bu iki karakteristik özelliği görmekteyiz. Nasıl da kürsülerden arya çeken opera sanatçıları gibi sert ses tonları ile bağırıyor, suçluyor, kızıyor, ağzından adeta köpükler çıkartıyor, öfke sarmış tüm bedenini. Kürsüdeki yeri ona bu gücü vermiştir. O tahtta tek başınadır, kimseye vermek istemez. Uzun vadeli düşünür ve hamlelerini uzun vadeye yayan ve BEN ile aklı fethetmeyi seven kişilerdir.
Ya onu dinleyenler nasıldır acaba? İşte asıl sormamız gereken soru/yanıt da bu sorumuzda saklı değil midir ki?
Dinleyenler de az önce bahsettiğim OBUR kişiliklerdir. Almaya her an amade, ninnileri dinlemeyi seven, uyuklayan ve egosunu okşatan sözlerin tesirinde, sadece BEN olan kişilerdir. Kısa vadeli düşünür. Her ne olursa olsun da karnı doysun. Doysun da gerisi önemli değil. Nasıl olursa olsun, yeter ki;
Bir arabası…
Bir evi…
Bir kendini seven eşi veya sevgilisi olsun…
Neden-Niçin? Soruları onun canını sıkar;, ciddi sosyal/siyasal memleket meselesi umurunda olmaz. Sorumlu olmaz, ruhunun derinliklerinde pusuda yatmakta olan, şu sözcüklerle oyalanır ve teselli bulur.
BANA DOKUNMAYAN BİN YIL YAŞASIN!
Emine Pişiren/Edremit-Akçay
14.06.2010
YORUMLAR
Doğru tespitler..Takıntı yani psiko sorunlar sonuçta oburluğa sebep oluyor..
Bilimsel gerçekler..Basitçe olacak belkide, toplumda bilinen bir gerçekte vardır..
Deliler korkunç yemek yer, farkında olmadan..Mağara dönemi insan yaşamımızda zaten hepimiz deliydik..
Modern insan bu deliiliği aştığı için günümüze gelebildi..
Bu günde gerçek olan tek şey kanımca geri kalan toplumlar delilikleriyle uğraşırken ileri toplumlar bunlara gülüyor..
Dünyada iki devlet obozite sınırında diyorlar..Biri Amerika diğeri Türkiye diyorlar..Biri zengin diğeri fakir..
Bu ne yaman çelişki bu nasıl bir şey...Amerikalılar rahatlıktan biz de delilikten şişmanlıyoruz gibi..
Tam gaz deliliğe koşuyoruz..
Tespitleriniz doğru, teşekkürler..