- 580 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Beş Duyu
Yaşamayı seviyorum. Hayat taşıyor benim içimden. Yaşamayı seviyorum hiçbir saniyesini kaçırmadan hayatın, doludizgin, neşe dolu. Nefes alıp verdikçe her solukta çekiyorum hayatı içime, keyifle… Diyebilecek kadar bağlı olmak isterdim yaşama. Hani biri sorsa bir gün “yaşamak nedir” diye sahip olduğum her kavram gibi yaşamın tanımında da cümlelerimin okları seni gösterirdi. Hani biri sorsa bir gün “yaşamak nedir” diye ilk nefesimde adın dökülürdü dudaklarımdan. Dökülür müydü gerçekten? Hiç şüphe yok!
Nefes alıp verdikçe seni koklamak diye anlatırdım mesela. Nefes almak, seni koklamak ve sonsuza kadar hapsetmek istemek seni derdim yaşadığına ancak o zaman inanır gibi.
Görebilmek diye anlatırdım ardından. Görmenin tanımını yapardım önce “karşında duran nesnenin irise yansıyan resminin beyinde oluşturduğu algı” derdim. Oklar bırakmazdı peşimi gene biliyorum. Eklerdim hemen “nesnesi sen olmayan algının aslında görmek olmadığını.” Ardından, “bakmak” diye eklerdim tenine ince ince, kokusunu bu seferde gözlerimle hapsetmeye çalışır gibi.
Dokunmak mesela bedenine hani hiç tatmadığımdan, medeniyetlerin günah dediği. Alev alev, pare pare parçalanır gibi bedenim. Uzanıp dokunabilmek sadece, basit. Yolda yürürken önünde duran taşı almak için eğilip uzanmak kadar basit ama acıtan. Çünkü kolların yok senin. Acıtan; pembe tenine dokunamamanın eksikliği değil karanlık ruhumun çıkmaz sokaklarındaki loş sokak lambalarının soluk ışığına sığınmak. Dikenli tellerle sarılmış gibi bedenim.
Yaşamak taşıyor benim içimden. En güzel nameleri fısıldıyor dudaklarım, ama eksik. Eksik olan dudaklarımda teninin tuzu. Hayat akıyor dudaklarından coşkun bir şelale gibi ama altına girmek, tatmak o şelaleyi yine kocaman bir eksik. Teninin tuzunu hapsetmek dişlerimle, dudaklarımla, susadıkça yalamak dudaklarımdaki tuzunu, inatla, açık yaraya tuz basar gibi, kuruyup yok olmak hayattan tuzu kalmış ter gibi.
Duymak sesini, dinlemek kuşların şarkısını umut dolu. Alışmak sesine, mahrum kalmaktan korkmak hoş muhabbetten. Bilmem belki de asıl korku “çocukken kulağı paslanmış oyuncak demir robotumdandır. Asıl korkum onun kulağıdır. Budur belki korkum; sesinden mahrum kalmak değil” diye bahaneler üreterek kaçmak kendimden.
Diyordum ya yaşamak taşıyor benim içimden. Yaşam dediğim altı üstü beş duyu ile algılamak hayatı. Beş duyumun bana sunduğu kadar yaşıyorum hayatı. Ama hepsi mi seni sunuyor bana acımasızca. Hiç mi baktığım zaman bir çiçeğe sadece o çiçeği göremeyeceğim mesela. Ya da dokunduğumda, kokladığımda onu, sadece onu koklayıp arkamı dönemeyeceğim. Yoksa hepsi seni mi açacak, hepsi hep sen mi kokacak artık? Dedim ya yaşamak taşıyor benim içimden, taşıyor da seni özlerim diye korkuyorum hayattan.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.