- 741 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
A-Z
Ayna: Işığı yansıtan, varlıkların görüntüsünü veren, cilalı ve sırlı cam, gözgü, mirat.
Aynalar görüyorum rüyalarımda. Tamamen buharlanmış. Parmağımın ucuyla dokunuyorum nokta şeklinde. Noktanın olduğu yerde kayboluyor buhar. Yanına bir nokta daha. İki kocaman göze benziyorlar artık. Noktaların altından birer damla süzülüyor aşağıya doğru. Gözyaşlarına benzetiyorum damlaları. Sıkılıyorum hemen, avucumun ortasıyla dağıtıyorum tüm buharı aynadan. Silik bir siluet beliriyor, karanlık. Net değil gibi tekrar siliyorum aynayı. Daha da kararıyor. Yüzü yok gibi aynadaki yansımanın. Gülümsüyorum sadece.
Bulut: Atmosferdeki su damlacıkları ve buz taneciklerinin görülebilir yoğunluk kazanmasıyla oluşan, biçimleri, yükseklikleri ve yol açtıkları hava olaylarıyla birbirinden ayrılan yığın.
Aynadan sildiğim buhar inatla koca bir sis bulutu oluşturuyor. Oturuyorum sis bulutunun üzerine ve uzaklaşıyorum. Bulutlara götürüyor beni o sis bulutu. Yıldızlar kaybolmuş bulutların arasında. Telaşla yerlerini arıyorlar gökyüzünde. Yüzlerinde endişe. Korkuları hava kararana kadar gökyüzündeki yerlerini bulamamaları. Korkuları; akşamları onları seyreden insanlara sarılamamak. Teselli etmeye çalışıyorum.
Ceviz: Cevizgillerin örnek bitkisi olan, uzun ömürlü, gövdesi kalın, kerestesi değerli, yurdumuzda çok yetişen ağaç.
Sepetimden ceviz büyüklüğünde umutlar çıkarıp dağıtıyorum yıldızlara. Tüm yıldızlar bir oluyor karşımda, ışıltılarıyla paralel öfkeleri. Ne kadar parlıyorsa o kadar öfkeliler umut dağıtanlara. “Ey çoban yıldızı, ey sirius; en parlağımız, basit umutlar dağıtan bu zavallı sepetliye teslim etmeyiniz kulaklarınızı, siz ki parladıkça sevdalandı aşıklar, siz ki parladıkça aydınlandı yeryüzü. Aydınlandıkça sığındı bu sepetli ışığa. Önce sevdi bizi sonra korktu ışığımızdan…
Duvar: Bir yapının yanlarını dışa karşı koruyan, iç bölümlerini birbirinden ayıran, taş, tuğla vb. gereçlerden yapılan veya örülen dikey düzlem.
…korktukça duvarlar ördü, saklandı içine. Kendi yıldızlarını yarattı duvarlarının arasında. Sadece bir düğmeye bastığında parladı yıldızı. Hapsetti kendini duvarlarına, üstüne yeni duvarlar yaptı, topladı tüm insanları içine. Yetmedi yükseltti duvarlarını, yükselttikçe daha da kibirlendi bununla. Yükselttikçe apartman dedi kafesine. Korkularını umuduyla yükseltti, yükseltti, yükseltti… geldi ulaştı yanımıza. Şimdi umut diye dağıttığı korkularıyla hapsetmeye çalışıyor bizi. Dinlemeyin bu sepetliyi. Ucuz umutlarıyla doldurduğu sepetine bakıp lanetlenmeyin…
Evren: Gök varlıklarının bütünü, kâinat, cihan, âlem, kozmos.
… atın bu sepetliyi zindanına” tüm yıldızlar bir olup atıyorlar beni zindanıma. Bulut nefret ediyor artık benden. Kusuyor beni evrene doğru. Boşluğa doğru süzülüyorum ve altında yatan dünyaya. Beni bekliyor sanki dünya. Hala umut doluyum. Karanlık olmadan onları da kusacaktır bulut, kusacaktır ki onlarda karanlık olmadan alsınlar yerini diye. Yoksa aşıklar nasıl yaşarlar kafeslerinde. Duvarlarından uzattıklarında kafalarını göremezlerse sirius’u. Yok buna katlanamam.
Fanus: Saat, mikroskop vb. araçları tozdan korumak için üzerlerine kapatılan, yarım küre biçiminde cam kap.
Süzülürken boşluktan yaklaştığımı fark ediyorum dünyaya, umut dolu dünyama. Sepetime ihtiyaç duymuyorum bu yüzden, boşluğa bırakıyorum onu da. Bırakıyorum da terk etmek istemiyor beni umut dolu sepetim. Peşimi bırakmıyor hiç. Sert bir şeyler durduruyor beni. Anlamaya çalışıyorum altımdaki dünyaya ulaşamayışımı. Bir fanusla kaplı dünya. İstemiyor beni içinde. Yarım kalmış hissediyorum kendimi. Diğer yarım o dünyadaymış gibi. Sepet geçebiliyor sadece fanusun içinden. “insanların umuda ihtiyacı var herhalde” diyorum “hem de benden daha çok.” Oysa diğer yarımı yalnız bırakamam, artık benimde çok ihtiyacım var sepetime. Daha da yalnız hissediyorum kendimi. Diğer yarıma ulaşmanın bir yolunu arıyorum fanusun üzerinde volta atarken.
Girdap: Bir engelle karşılaşan su veya hava akıntısının dönerek ve çukurlaşarak yaptığı çevrinti, ters akıntıların oluşturduğu dönme, eğrim, çevri, anafor.
Yalnızlıktan başım dönüyor hem de öyle dönüyor ki seçemiyorum etrafımdaki hiçbir şeyi. Aynı yöne aynı hızda dönersem geçer belki diyerek dönüyorum bende. Geçmiyor. Hızlanıyorum, daha da hızlı, daha da hızlı… Bir girdaptan dalıyorum içeri. Su gibi akıyorum dünyaya. Dünya, dünyam. Benim dünyam, diğer yarımın yaşadığı dünyam… Mutluluk kaplıyor tüm bedenimi.
Hüseyin: Küçük sevgili.
Küçük sevgilim diyorum diğer yarıma. Küçük çünkü. Diğer yarım olduğuma bakmayın minicik. Kocaman dünyada minicik bir nokta benim diğer yarım. Ama diğer yarıma bağım… Kocaman dünyada kocaman bir umman. İçinde kocaman umutları olan küçücük bir sepet yaptı benim diğer yarımı. Bir gecede hem de. Ama çok yoruldu yaparken. Sabaha kadar uyumadı mesela umut sepetim o gece. Gerçek bir tanrı gibi yarattı onu.
İnci: İstiridye gibi bazı kavkılı deniz hayvanlarının içerisinde oluşan, değerli, küçük, sert, sedef renginde süs tanesi.
Yarattı ve cebinden bir inci çıkarıp tam göğüs kafesinin içine yerleştirdi sepetim. Kalbi oldu inci tanesi, her nefesinde can geldi inci tanesine, her nefesinde can gibi, cam gibi parladı diğer yarımın inci tanesi. Yıldızları kıskandıracak kadar parladı, yıldızlar bu yüzden sevmedi sepetimin umutlarını aslında. Bu yüzden kustu bulut nefretini, beni. Süzüldüm dünyama.
Kayın: Kayıngillerin örnek bitkisi olan, 30-40 metre boyunda, 2 metre çapında, kışın yapraklarını döken, kerestesi beyaz ve değerli olan bir orman ağacı.
Süzülürken birkaç sert darbe, ardından yanağımı okşayan birkaç yaprak hissettim. Kayın ağaçları kucakladı beni. Küçücük dünyada çok büyüklerdi. Kocaman. Büyülendim onları görünce. Bir şarkı mırıldanır gibi oldu dudaklarım ama sözlerini hatırlayamadım. Teşekkür etmeyi unutmadım tabi kayınlara ana rahmine düşen yumurtayı korumaya çalışır gibi kucakladıkları için beni.
Liman: Gemilerin barınmalarına, yük alıp boşaltmalarına, yolcu indirip bindirmelerine yarayan doğal veya yapay sığınak.
Tüm kayınlar bir liman gibi sığınmamı istiyorlar kucaklarına, sevgiyle, şefkat dolu. Yine gülümsüyorum sadece. Gülümseyişim suskunluğumdan. Verecek cevap bulamıyorum. Yürüyorum yalnız. Sessizliği dinliyorum adımlarımı yere değdirmeden. Kuş gibiyim sanki yaprakların üzerinden akıp gidiyorum. Yaşadığımdan şüphe duymaya başlıyorum. Sessizliğin sesi kulağımı çınlatıyor. Üzülüyorum. Sessizliğin sesini yırtan sesler geliyor uzaklardan. Yakınlaşıyorum. Yakınlaştıkça seslere çığlıklar karışmaya başlıyor.
Maske: Boyalı karton, kumaş veya plastikten yapılan ve başkalarınca tanınmamak için yüze geçirilerek kullanılan yapma yüz.
Ben yaklaştıkça çığlıklar daha da acılaşıyor, acılar daha da katmerleşiyor. Zarar vermekten korkuyorum bide korkutmaktan. Daha sessiz olmaya çalışıyorum zaten var olan tüm sessizliğimle. İnsanlar var. Kalabalık. Biri bana dönüyor. Yüzü benim yüzüm. Aynaya bakar gibi bir duygu kaplıyor içimi. Ardından tüm insanlar dönüyor bana hepsinin yüzünde aynı maske. Ben. Ben olmuş hepsi bana bakıyor.
Nara: Haykırma, bağırma.
Ellerini maskenin altına götürüp yüzlerini yokluyorlar. Bir eliyle maskenin altındaki yüzlerini kapatıp diğer eliyle maskenin köşesinden tutuyorlar. Naralar eşliğinde maskelerini çıkarıyorlar. Biri hariç. O hala ben gibi bakıyor bana. Maskesiyle. Elleri yüzleri oluyor diğerlerinin. Yüzleri görünmüyor. Naralara çığlıklar karışıyor ve eller düşüyor yanlara. Yüzler karanlık, belirsiz, silik. Aynaya bakar gibi diyorum yine. Buharı yeni silinmiş aynaya bakar gibi.
Ok: Yayla atılan, ucunda sivri bir demir bulunan ince ve kısa tahta çubuk.
Yüzleri silik olanlar maskesini çıkartmayan bana dönüyorlar. Olmayan bakışlarından sivri oklar fırlatıyorlar maskeli bana, öfke dolu. Maskeli ben diğerlerinin yaptığı gibi sol eliyle maskenin altındaki yüzünü kapatıyor önce. Oklardan korunmak için. Sağ eli maskesini tutuyor. Ağır ağır açılıyor maske. Heyecanlanıyorum bu sefer. Yok hayır korkmuyorum ama. Bundan eminim. Altından bir ben daha çıkıyor.
Perspektif: Eşya ve nesnelerin uzaktan görünüşü, görünge.
Yönümü değiştiriyorum daha net görebilmek için. Bir maske daha olduğuna inanmaya çalışıyorum. Yanlış perspektif diyorum. Olmalı. Bir maske daha olmalı. Dönüyorum, dönüyorum, kendi etrafımda turluyorum; her tur kendi suretime çıkarıyor beni. Artık korkuyorum. Hem de çok. Yine yalnız hissediyorum kendimi. Diğer yarımı istiyorum, sarılıp avunmak için. Karşımdaki ben’e inat diğer yarım diye haykırıyorum.
Rüya: Mecazen gerçekleşmesi imkansız durum, hayal.
Rüya içinde rüya olsun istiyorum gördüklerim. Kaçmak istiyorum benden. Olmasın artık, gitsin o, gideyim ben, uyanayım, yok olayım, silineyim ama gitsin, bitsin istiyorum sadece.
Simurg: Doğu mitolojisindeki adıyla Anka. Her kanadında ayrı bir renk ve ayrı bir güzellik vardır. Her kanadından farklı bir melodi çıkar. Ölümüne yakın kendisine ottan, çalıdan, çırpıdan çok yüksek bir yuva yapar. Sonra bunu en dipten tutuşturur, en tepesine tüner ve en güzel şarkısını söyler. Buna Zümrüdü Anka’nın son şarkısı denir. Ama yanıp da kül olduktan sonra küllerinden yeniden doğar. İran mitolojisinde Simurg; rivayet olunur ki, kuşların hükümdarı olan Simurg, bilgi ağacının dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş... Kuşlar Simurg’a inanır ve onun kendilerini kurtaracağını düşünürmüş. Kuşlar dünyasında her şey ters gittikçe onlar da Simurg’u bekler dururlarmış. Ne var ki, Simurg ortada görünmedikçe kuşkulanır olmuşlar ve sonunda umudu kesmişler. Derken bir gün uzak bir ülkede bir kuş sürüsü Simurg’un kanadından bir tüy bulmuş. Simurg’un var olduğunu anlayan dünyadaki tüm kuşlar toplanmışlar ve hep birlikte Simurg’un huzuruna gidip yardım istemeye karar vermişler. Ancak Simurg’un yuvası, etekleri bulutların üzerinde olan kaf dağı’nın tepesindeymiş. Oraya varmak için yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekirmiş. Kuşlar, hep birlikte göğe doğru uçmaya başlamışlar. Yorulanlar ve düşenler olmuş. Önce bülbül geri dönmüş aşk vadisinden, güle olan aşkını hatırlayıp; papağan o güzelim tüylerini bahane etmiş kıskançlık vadisine gelince (oysa tüyleri yüzünden kafese kapatılırmış); kartal; yükseklerdeki krallığını bırakamamış hırs vadisinde; baykuş yıkıntılarını özlemiş, balıkçıl kuşu bataklığını. Beş vadi üzerinden uçtukça sayıları gittikçe azalmış.
Ve nihayet beş vadiden geçtikten sonra gelen altıncı vadi "şaşkınlık" ve sonuncusu yedinci vadi "yokoluş"ta bütün kuşlar umutlarını yitirmiş... Kaf dağına vardıklarında geriye otuz kuş kalmış. Simurg’un yuvasını bulunca öğrenmişler ki; "simurg otuz kuş" demekmiş. Onların hepsi Simurg’muş. Her biri de Simurg’muş.
Korkularımı yırtarcasına kanatlarını çırparak bir şeyler yaklaşıyor arkamdan. Bir kuş konuyor omzuma. Adını soruyorum. “Adım yok benim sen koy” diyor. “Simurg” diyorum. “Simurg olsun senin adın.” Şarkılar söylüyor Simurg. Kayın yapraklarını ateşe veriyor. Simurg’un güzel sesiyle küllerimizden yeniden doğmak için alev alev dans ediyoruz.
Tik Tak: Genellikle saatin çalışırken çıkarttığı ses.
Uyanıyorum. Ocağın üzerinde duran saat sabahın dördünü gösteriyor. Üzerimi açıyorum, doğrulup yataktan uzaklaşıyorum. Geri dönüp yatağa baktığımda rüyamı anımsıyorum. Tekrar uyursam rüyama devam edip edemeyeceğimi düşünüyorum uyku sersemi. Elimi göğsüme götürüyorum, kalbim güvercin tedirginliğinde çarpıyor.
Uyku: Dış uyaranlara karşı bilincin, bütünüyle veya bir bölümünün yittiği, tepki gücünün zayıfladığı ve her türlü etkinliğin büyük ölçüde azaldığı dinlenme durumu.
Uyursam geçer diyorum. Uyursam unuturum. Benimle birlikte kafesime sıkıştırdığım güvercinim de sakinleşir diyorum. O an hayali bir inci beliriyor hafızamda. Sebebini anlayamıyorum.
Vakit: Zaman.
Rüyamı da unuttum zaten. Her rüya da aynı sorunu yaşıyorum. Uyandığım anda net hatırladığım her şey saniyelerle yarışır gibi yok oluyor. Vakit geçtikçe daha çok unutuyorum. Vakit geçtikçe daha çok siliniyor hafızam. Sanki onunla bende yok oluyorum. Yine tarifsiz ve belirsiz bir ateş düşüyor hayalime. Bu sefer hatırlıyorum. Simurg diyorum.
Yaşam: Doğumla ölüm arasında yaşanan süre, ömür, hayat.
Simurg nerdesin? Yaşama yeniden gelmek, kendimden yeniden doğmak istiyorum yok olup yeniden başlayarak. Simurg nerdesin? Hatıralar bana oyunlarını oynamaya devam ediyor. Her yerime saklanan anılar, hayaller, mutluluklar geceye inat aydınlatıyor beynimi. Simurg nerdesin?
Zaman: Bir işin, bir oluşun içinde geçtiği, geçeceği veya geçmekte olduğu süre, vakit.
Zaman geçmiyor mu artık? Hiç sabah olmuyor mu mesela. Ya da sabahları ben mi kararttım. Rüyalar bile sığınmak için bir liman olamıyor artık…