- 732 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Siyah İnci
Siyah İnci
Yıllar önce küçük bir çocukken bir rüya görmüştüm. Rüyamda genç, deli, ışıksız bir geceden daha siyah bir at ile karşı karşıya idim. Öyle hırçın, öyle çıldırmış bir attı ki, ön ayaklarını yere sürüyor, beni tehdit ediyor, burnundan dumanlar çıkarıyordu. Önümden çekil yoksa seni ezip geçeceğim diyordu. Ben ise bu öfkeli güzelliğe öyle büyük bir hayranlıkla bakıyordum ki, onun ne öfkesi, ne de deliliği beni onun önünde dimdik durmaktan alıkoyamıyordu. O ne kadar çıldırmışsa ben de o kadar çıldırmış bir vaziyette onu seviyordum. Yerlerde tozlar kaldırarak ayaklarını yere vurup gerildikten sonra tüm hızıyla üzerime doğru koşuyordu. Yine de büyülenmiş gibi ona bakıyor önünden çekilemiyordum. Tam önüme geldiğinde yere eğiliyordum ve üzerimden atlıyordu. Sonra yine ayağa kalkıyor bu çıldırmış ata doğru dönüyordum. O da biraz ilerledikten sonra duruyor yine o tehditkar duruşu ile karşımda kişneyerek tepiniyordu. Ve tekrar üzerime doğru koşuyor ve ben yine eğiliyordum üzerimden atlarken. Onun da beni sevdiğini aslında bana zarar vermek istemediğini biliyordum. Dünya üzerinde yoktu böyle bir güzellik. Öyle bir güzellik ki, önünde çakılıp kalıyordun.
O günden sonra o at benim düşlerimi süsledi hep. O düşümdeki atın adı Siyah İnci idi. Ve düşümdeki atlar hep deliydi. Bir gün ata binecektim, onun gibi simsiyah olacaktı, adı başka bile olsa adını ben koyacaktım. Bu hayalim hep bir gün yapacağım dediğim şeyler listesinde idi. Ama o bir gün belirsizdi. İleride bir gün dediğimiz şeyler aslında hep uzak zamanları ifade eder. Benimki de uzak bir zamandı.
Bir gün hiç aklımda yokken, aniden, kendi kendime dedim ki: “Ben bu yaz ata bineceğim!..”. Bu sözler aniden çıktı ağzımdan, kendim bile şaşırdım bu kararlılığıma. O uzak zaman birden yakınlaşmıştı sanki…
Kendime bu sözü vermemden iki gün sonra bir arkadaşımdan email aldım. Okuldan arkadaşlar ile pikniğe gidilecekti ve gidilecek yer olarak da bir çiftlik seçilmişti. Bu çiftlikte atlar vardı ve isteyen ata da binebilirdi. İşte dedim o fırsat. Sözümü yerine getirebilirim. Bu bir mucize miydi yoksa bir tesadüf mü?
Hemen çiftliğin web sitesine girdim. Atların isimlerine baktım. İşte oradaydı. Siyah İnci. Heyecanla Siyah İnci ismine tıkladım ve o hayalimdeki at karşımda belirdi. Çiftliği aradım hemen ve Cüneyt bey açtı telefonu. Heyecanla derdimi anlatmaya çalıştım. Öyle şeyler söylemeliydim ki, o atın benim için çok özel olduğunu anlamalıydı. Hayalimin bir parçası olduğunu, o atı tanıdığımı, onu sevdiğimi, benim için büyük bir amacın gerçekleşeceğini anlamalıydı. Ama ona sadece, “O at benim atım, ona ben binmeliyim, ne olursa olsun binmeliyim, herkesten önce ben!” diyebildim. Nasıl anlatılır ki bir çırpıda onca hissettiğin şey. Neyse ki Cüneyt bey beni anladı. Heyecanıma gülerek karşılık verdi ve bana söz verdi. Herkesten önce sen bineceksin o ata dedi. O andan sonra günler geçmek bilmedi.
Herkese Siyah İnci’yi anlatıyordum ve bana diyorlardı ki, “Ya seni üstünden atarsa?”, “Ya düşersen?”. Ona elma ve şeker götüreceğim çok seviyormuş ve asla seni unutmuyormuş dediğimde bile “Ya elini ısırıp koparırsa?” diyenler bile oldu. Ben güzel şeyler düşünürken onlar en kötüsünü düşünüyorlardı. Ben de korkuyordum düşmekten, bir yerimi kırmaktan ama heyecanım ve isteğim korkumdan büyüktü.
Büyük gün geldiğinde havanın bulutlu ve yağmur yağacakmış gibi durmasından moralim bozuldu. Tek endişem havanın kötü olmasından atları dışarı çıkarmayacakları idi. Ama neyse ki korkum yersizmiş. Öğlene doğru güneş açtı. Çiftliğe vardığımızda arkadaşlarım selamlaşıp birbirlerine sarılırken, ben atların olduğu yere doğru yöneldim direkt. Cüneyt bey de oradaydı. Ben daha Siyah demeye kalmadı Gülcan sen misin dedi. Gülerek evet dedim. Beni Siyah İnci’nin yanına götürdü. Onu görünce açıkcası ürktüm. O kadar büyük ve heybetliydi ki. Resimlerde bu kadar kocaman durmuyordu. Çantamda getirdiğim elmayı çıkardım. Siyah İnci elmayı elimde görür görmez bana doğru öyle bir hamle yaptı ki, eyvah gittik dedim. Neyse ki tuttular ve o sabırsızlıkla yemek isterken, elmayı küçük parçalara bölmeyi başardık. Acemice ona doğru tuttum elmayı, tabi ki parmaklarımla beraber girdi ağzına. O kadar hayalini kurduğum ata bir elma yedirmesini bile beceremiyordum. Biraz ürkerek ama sevinçle yedirdim elmayı, ardından şeker verdim. Onunla dostluğa ilk adımı da atmış olduk. Aslında onunla, ikimiz de küçük bir çocukken rüyamda tanışmıştık. Aradan yıllar geçmişti. O hayatına bir engelli koşu atı olarak devam etmişti. Hatta madalyalar kazanmıştı. Ama daha yıllar önce belliydi engelli koşu atı olacağı benim üzerimden atlamasından. Ben ise hayatıma tehlike karşısında eğilerek devam etmiştim. Yıllar önce benim de tehlikeleri eğilerek atlatacağım ve kalkıp tehlikenin karşısına dimdik duracağım o zamandan belliydi. Ve işte yıllar sonra bu kez capcanlı bir şekilde karşımda idi. Öyle heybetliydi ki, yıllar onu yıpratamamıştı, gücünü ondan alamamıştı. Ve bu ilk yakınlaşmamızdan sonra arkadaşlarımın yanına dönüp, içimde cesaret toplamak için kendime biraz zaman tanıdım. Kırk dakika kadar…
Sonra eğitmenin yanına gidip
“Ne zaman bineceğim?” dedim.
“Ne zaman istersen”.
“Öyle ise şimdi istiyorum” dedim.
Harika bir deneyimdi. Ama düşündüğüm kadar da kolay değildi. Biraz nasıl duracağım, ne yapacağım anlatılınca, filmlerdeki gibi dıgıdık dıgıdık gideceğimi sanıyordum ama öyle değilmiş. Atı kontrol etmek oldukça zordu, bazen kafasına göre takılıyordu. Eğitmenim bana “Kim efendi?” diye sorduğunda “Ben!” diye gerine gerine söylüyordum ama Siyah İnci alttan alttan gülüyor, benimle dalga geçiyor, canının istediği yöne gidiyordu. Her şeye rağmen eğitimin sonunda kısa bir süre için bile olsa atımla dörtnala koşmayı bile başardım ve düşmeden bu işin altından kalktım.
Ama hepsinden önemlisi hayalimi gerçekleştirdim. O bir gün yaparım dediğim şey uzak bir gelecek iken, artık bir geçmiş oldu ve yaptım. Hem de adı Siyah İnci olan bir at ile. Oradaki herkes o atları görüyordu, beğeniyordu, seviyordu ama hiç kimse benim için Siyah İnci’nin anlamını bilmiyordu.