bir şişe gözyaşı
Sadece gökyüzü ağlıyordu benim çaresizliğime…
Yıllar süren bir sessizlikti rüzgârın bıraktığı nem… Topraklar susuz kaldı çöl sıcaklığında yüreğimin. Gökkuşağına hasret gözlerim şimdi; karanlığın kör çukurlarında geziniyor. Ellerimin kılıç sivriliğinde ve tüy yumuşaklığında mürekkebi kurumuş. Kalemim keskin değil artık; sayfalar suskun kaldı kulaklarımda. Masum bir çocukçasına bakıyor fakat cevap alamıyorlardı. Bir el vardı bana beni anlatan; o da sustu. İyice öksüz kalmıştı kağıtlarım ve mürekkebi kurumuş ellerim.
Kaldırmaya çalıştığım her kapak; tozlu bir sayfanın geçmişe dönük yüzünü silikleştiriyordu. Bir ayna vardı eski bir çeyiz sandığında; titrek ellerimle aldım onu. Zorlanan parmaklarım cılız bir süpürge otu gibi eğik ve mecalden düşmüşçesine yalnız… Aldım aynayı ve bir an için yüzümün kireçten daha beyaz çizgilerinde kayboldum. Yaşlanmıştım belli ki fakat yüzüme göre yüreğim asırlıktı sanki. Nedensiz bir yokluktu kendimi bıraktığım; belki bir gidiş, belki de beklemekten yorulmuştu; bilmiyorum… Ancak hala çarpmak için uğraşan bir kapı vardı içimde. Nemli rüzgârlarla; açık kalan pencerenin arasında…
Mistik bir rüyaydı gördüğüm yıllar sonrasına ait. Uyandığımda ağlıyordu gözlerim, çağlayancasına. Ve yağmuru yağıyordu hala doğanın ve ardından geliveriyordu ebemkuşağı. Hasret değildi gözlerim renklere ve karanlığı özlemiyordu anlaşılan. Tek sorun vardı; eksiktim… Yıllar sonrasına ait rüyada olduğu gibi yine bekliyordum. Adını koyamadığım bir çocuktu gelmeyen sanki. Kalbi kırık ve yoksul kalmıştı; elleri boş ve çaresiz yıllarına lanet edercesine…
Şimdi ben neye sitem etmeliydim sessizce. Ellerim boş kalmıştı buna kızsaydım, sol yanım eksik kalmıştı buna mı ağlamalıydım, arkamdan koca bir dağ devrilmişti buna hayıflansaydım…
Belki suçluydum, belki haklı ama onurluydum hep. Sevdim; çaresizdi ellerim. Kaybettim hala çaresizim aşkı açtığı büyük oyukta. Ama yine de bekleyecek gücü buluyordum kendimde. Ve hala akıtacak gözyaşım var…
Güneş her sabah bir dakika farkla doğuyor. Ben; her sabah bir dakika farkla uyuyorum. Yorgun bedenim bir gün kalmak istemeyecek. O gün geldiğinde ardımda bırakacağım tek şey şu olacak; bir gözyaşı şişesi ve denizde yol alan, sahipsiz bir mektup…
(Gözyaşı Şişesi; Anadolu; Frig’ler döneminde, ayrıca eski çağlarda İran’da kullanılan şişeler. Ölünün arkasından akıtılan gözyaşları bu şişeye akıtılır ve ölüyle birlikte gömülürmüş.)
FMÜ
YORUMLAR
Çok hüzünlü ve duygulu bir yazıydı. Etkilenerek okudum ve anlatımını çok beğendim.. Gözyaşları bizim olan yağmurlar gibi.. Yağmur toprakları, gözyaşları yanaklarımı ıslatıyor.. Tebrik ederim. Sevgilerimle...