- 3120 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
AŞK DUA VE ŞİİR ATMOSFERİ
İbrahim ŞAHİN (Yusuf AKYÜZ)
İnsan; "....bir kaç damla kan..." ya da "...ete kemiğe bürünüp... görünen.." bir varlık olmakla birlikte daha özel ve daha girift bir yapıya sahip harikulade bir sanat eseridir.
İnsan; uçsuz bucaksız bir âlem ya da kâinatı özünde taşıyan tohum...
İnsan; bilinmeyenleri bilinenlerinden çok daha fazla olan çetin bir bilmece...
İnsan; varlıklar âlemine selam vermesiyle başlayıp ebediyet mekânına ulaşıncaya kadar geçen süreçte tarih olan, tarih yazan, tarihe iz bırakan gizemli ve şerefli bir yolcu...
İnsan; fizikî ve ruhsal değerleriyle kâinatın özünde taşıdığı her şeyin ya bizzat ya da dolaylı yoldan izahı. En nezih, en harikulade en zarif hallerin, güzelliklerin de tarifi onda, en hırçın, en hoyrat, en cani ve zalim varlıkların fiilleri de onda; onun yaşayışında bulur kendisini kemalin doruğunda...
Ateş ve hava, yağmur ve bulut, insan ve his, his ve dua, his ve şiir, dua ve şiir, şiir ve dua arasındaki tüm ahenkli ilişkiyi insanda, insan hayatının akışında bulmak mümkündür.
İnsan ve hayat arasındaki ilişki adeta şiir ve dua, ya da dua ve şiir arasında müşahhaslaşmıştır.
Şiir; hayatın, hissiyatımızın dili, tadı, lezzeti ya da, hisseden yüreğin iniltisi, tınısı, tüm varlıkların terennümüdür bir bakıma.
Dua; hayatın hissedilmesiyle doğan ihtiyaç, yöneliş, yakarış. Vakti tüm zamanlar. Kıblesi yüreklerin sahibi ve mabedi tüm kâinat olan samimi ve içten bir ibadet.
Dua; bir niyazdır, bir özlem, bir ihtiyaçtır dua. Gerçekten inanılan, özlenen ve özümsenen yüce varlığa kendisini hissettirebilme çabalarıdır; tutkuların rüzgârıyla savrulan, izbelerde çürüme endişesiyle yanan varlıkların.
Şiir de bir duadır bu anlamda, ya da her ikisi de aynı damardan beslenmektedir.
Aşktan mahrum dua da, duadan mahrum aşk da illetlidir. Şiir de öyle.
İnsan hayatla birlikte vardır ve hayat bir anlamda insanla anlam kazanır.
Dua hayatın tüm evrelerini ve tüm varlıkları kuşatır; kanın damara yayıldığı, orada can bulduğu ve can verdiği gibi, dua da varlıkların hayatına yayılır, onlara can olur, hayatın karanlıklarla kuşatıldığı en onulmaz vakitlerinde ışık olur, en fırtınalı zamanlarında hayat denizinin sığınılacak muhkem bir liman olur dua.
Tüm kâinat bir duaistandır veya denilebilir ki; her varlık duanın kıblesine dönüktür tüm duruşlarıyla ve duadadır tüm hücreleri, çünkü dua, istemektir, taleptir, yöneliştir. Kaçışlar dahi bir anlamda yönelişi beslemektedirler kendi özlerinde. İyisiyle, kötüsüyle tüm yönelişler bir dua ve kâinat yaratıldığı günden kıyametine kadar olan süreçte tartışmasız bir duaistan.
Tüm kâinat bir şiiristandır da aynı zamanda; firakın can yakan ateşidir, vuslata olan özlemin, bekleyişin sancısıdır istisnasız tüm varlıklardaki hal ve dili tetikleyen, terennüm ettiren. Sürgün ülke oluşlarıyla, o ülkeye icbari konuk oluşlarıyla, sürgünlüğe hüküm giyişleriyle başlayan süreçten beridir en duygu yüklü ve en özlemli şiirlerini terennüm etmektedir, en içli ve samimi dualarını dillendirmektedir tüm varlıklar.
Gece her salisesinde dilinde bir vuslat şiiri gurbetin karanlıklarında kalışına yanmaktadır, O’nun nuruna doğru koşmaktadır delişmen bir aşkla...
Ay O’nun aşkıyla dönmektedir mütemadiyen bir semazen gibi; hem kendi etrafında hem de dünyanın etrafında...
Yıldızlar O’nun nur cemalini görebilmek ümidiyle kırpmaktadırlar gözlerini durmaksızın...
Güneş her sabah O’nu hatırlatan, O’ndan bir iz, bir işaret, O’nun varlığına bir delil olan varlıkları görebilmek aşkı ve ümidiyle doğar, O’nun aşkıyla yanar gün boyu, O’nun bergüzarlarından ayrılmanın hüznüyle kaybederken kendisini grubun koynunda lirik bir şiirin mısralarını yazar adeta...
Bulutlar aynı hicranla, O görsün diye yüklemektedirler siyim siyim gözyaşlarını yağmur kuşlarının kanatlarına...
Rüzgârlar aynı özlemin ve arayışın çığlıklarıdırlar; kimi zaman yorgun, kimi zaman hoyrat...
Sular hep O’na doğru akmakta, başlarını taştan taşa O’na kavuşmak özlemiyle vurarak coşku ve sancı ile örmektedir dua ve şiirlerinin dizelerini...
Hep aynı şiiri yazmakta, aynı duaya durmaktadır tüm varlıklar lisan ve halleri ile...
Denilebilir ki; gecenin karanlık yanlarında hep âşıkların ümitsizlikleri, Ay’ın çıldırtıcı raksında âşıkların çırpınışları, yıldızların göz kırpışlarında maşuklarını arayışları, güneşin her doğuşunda ümitleri, ateşler içinde yanışında yürek yangınları, adeta gözü arkada hüzünle batışında hüzünle kahroluşları tablolaşmaktadır. Bulutların gözyaşlarında hicranla ağlayışları, rüzgârların seslerinde aşk yangınının emzirdiği iniltileri ve haykırışları simgelenmekte, daha bilmem hangi varlıklar hangi devinimlerinde aşkı, dua’yı ve şiir’i terennüm etmektedirler...
Kalem yazarken duadadır, dil konuşurken, kulak işitirken, göz bakarken duadadır, kalp her atışıyla bir duayı terennüm etmektedir. Tüm varlıklar şiirsel bir akışla niyazdadırlar büyük sanatkâra, niyaz naz ile ruh kazanmakta, naz şiir’in kanını kaynatan cemre iken, şiir de duanın can damarına duygu pompalamaktadır...
Denilebilir ki; her duada şiirsel bir damar akmaktadır derinden derine ve her şiir dua kaynağından doğmaktadır...
Şiir şairin nasıl yüreğinin çığlığıysa, ya da coşkusu veya şiir nasıl aşıkın maşukuna olan duygularının aşk semasında biteviye çarpan kanadıysa, ya da mütefekkir bir şairin kâinatın damarlarından damıttığı özü, usaresi ise, dua da acizin güçlüye, muhtacın keremkar’e, kul’un İlaha, kölenin efendiye karşı duygularının canhıraşane kendisini hissettirme çabasının ta kendisidir...
İnsanlık âleminde ta ilk insandan bu güne değin âşıklar hep aciz, maşuklar güçlü olagelmiş değil midirler naz silahı ile? Kim bilir belki de hayvanlar, bitkiler ya da bilmediğimiz nice varlıklar âleminde de bu akış böyle tezyin edilmiştir hikmetli bir el tarafından...
Kâinattaki bu harika tabloyu biraz daha özelleştirerek inceleyecek, düşünce odağımıza insanı oturtarak tefekkür edecek olursak, insana yani kendimize özel dünyayı tanıyabilme anlamında daha mümbit sonuçlara ulaşabiliriz belki de...
İnsan hep dua konumundadır hayatta; umutsuzluklar girdabında çalkalanırken dua, mutluluk ve coşku pınarlarında serinlerken dua, hüsran ve hicran ocağında yanarken dua, boğucu yalnızlık ve sıkıcı çokluk ahtapotlarının kuşatmalarında çırpınırken dua, iman ve itaat vahasında dua, inkar ve ricat çölünde dua, hülasa hayatın tüm zaman, mekan ve aşamaların da duadadır insan hal ve kaal diliyle...
Dua, istemektir; istemeyi istemek, istememeyi istemek, yürekle, beyinle, akılla, amelle istemek, arzularla, coşkularla, endişelerle kucak kucağa istemek. İyisiyle, kötüsüyle, güzeliyle, çirkiniyle yüreğin, aklın ve nefsin isteklerinin tercümanı olmak dilimiz ve halimizle. Bazan bilerek ya da bilmeyerek hayrımıza olmayanı, huzurumuzun katili olabilecek olanı bile istemek.
İtirafta bulunurken istemek, dua konumunda olmak; gizem ambarımızda var olan ve yüreğimizi daraltan şeylerin bilinmesini, merhamet ve ihsan makamının, kıblesine yönelmiş olduğumuz varlığın nezdinde gün yüzüne çıkararak temizlenmesini istemek. Halimizi arz ederken, şekvacı olurken bile paylaşmayı, paylaşılmasını böylece uysallaştırılmasını ya da söndürülmesini istemek içimizi yakan kavuran ateşlerin; duanın Rahmet sağan elçiliği aracılığıyla. Duanın bir dil olduğu, şiirin de bir dil, duyguların dili olduğu bilinciyle şiirin ve duanın samimi dilinin kanatlarına sığınarak istemek...
Yıllar öncesinden beridir hep merak eder dururdum "İnsana şiir yazdıran hangi şeydir." diye. Şimdilerde görebildiğim ya da anlayabildiğim kadarıyla; hissetmek, hayatın ümit ve korku, lezzet ve kahır damarlarından tutunabilmekmiş, hayata mevsim, mevsim şahit olabilmekmiş, baharı yaşarken karakışa, karakışı yaşarken bahara tanık olabilmekmiş, yani hayatın insana nikabını açması imiş gibi geliyor bana. Duanın membaı da o değil mi; duyarlılıkla, ihtiyaç hissetmenin, kendisinin ve yaşadıklarının farkına varmanın, gizem ambarlarının rahminden doğmuyor mu dua da?.
Kendisini hissetmek, kendi varlığının farkında olmak, kendisindeki alemi ya da içinde olduğu alemi müşahede etmekle, yaşadığı mevsimlerin olumlu veya olumsuz etkilerinin farkına varmakla ilgili değil midir dua, ya şiir’de öyle değil mi?...
İnsanlık mevsiminin tüm renklerini kuşanmak; baharın delişmen yağmurlarında sırılsıklam ıslanmak, olgunluk mevsiminin yürek eriten harıyla yanmak, kavrulmak, hazan rüzgarlarına kapılmış solgun ve kuru yapraklar gibi amansızca savrulmak, kara kışın asık, soğuk yüzüyle üşümek, donmak gerekmez mi duada da, şiirde de kemalat nişanına layık olabilmek için?...
Eğer bu mevsimleri yaşıyor olmasına rağmen - ki her insan değişik şiddet ve tonlarda yaşar bu mevsimleri -- hisseden bir yüreğe sahip olamamışsa, sızlanmaz ve nazlanmaz, umarsız ve duyarsız bir şekilde devam ettiriyorsa hayatını, dua’nın ve şiir’in yeri yoksa hayatında bir insana felaket olarak bu yeter de artar bile. Birde ruhsuz ve hissiz bir şekilde dua ve şiir ile oynaşmaya kalkan duamsılar bilmelidirler ki; böylesi bir flörtün yüreğe, öz’e, ruha, hale ve istikbale hiç bir faydası olmayacağı gibi, dua’nın da, şiirin de canını yakar böylesi bir davranış, hiç bir derde deva, sadra şifa da olmazlar...
Şiir de ki dua damarı ve dua da ki şiir tınısı kan ve damar gibi ruh ve can verirler birbirlerine ve insanlığa, bu itibarla birbirleri ve insanlık için yoklukları bir bakıma ölüm demektir, ruhsuzluk, yitiklik ve felaket demektir. Bilinmelidir ki; çaresizlik yoksa coşku yoksa özlem yoksa naz ve yakarış yoksa şiir’de yoktur, dua’da, ne var ki insan hayatı bunlarla çok yoğun bir biçimde kuşatma altındadır.
Bundandır ki; dualaşan şiirler ve şiirleşen dualar vardır insan hayatında. Bu şiirlerden adına münacat dediğimiz, İlaha yazılan şiirsel mektup yada dilekçelerde, keza peygambere yazılan ve adına naat denilen şiirlerde de bir ihtiyaç, özlem ve aşk örgüsüdür şiirin özüne damgasını vuran diğer şiir’lerde olduğu gibi.
Şiirin ve duanın kader, duygu ve söylem birlikteliğini beşeri aşk ağrılarımızın şu şiir ve dua örneklerinde müşahede edebiliriz.
" dudaklarım kor benim / yanaklarınsa ab-ı hayat / bir busem söndürecek ateşimi,
ben bir magmanın emzirdiği volkan gibiyim / özlüyorum denizlerini,
kıvrana kıvrana düşüyorum peşine / bir kader açmazında kaybediyorum izlerini,
geceler hücrem oluyor / kabuslarım pranga / örseliyorum gündüzlerimi
ufukları emziriyor gözlerim biteviye / hasret geliyor, gam geliyor, sen gelmiyorsun,
dayanılmaz bir firakın zehriyle kıvransa da hücrelerim
yüreğim damar ve kan gibidir yüreğinle / ama sen bilmiyorsun...”
Allah’ım! Ey Vedud olan Mevla’m, ey yüreğimin sahibi, ey tüm kalpler kudret elinde olan. Musavvir eliyle tezyin eden, şekillendiren. Biliyorum ki; yüreğime bu aşkı nakşeden ve öğreten Sen’sin. Rabbim, lütfet; sancısına da, coşkusuna da göğüs gerebileceğim Sabr-ı cemil’i de öğret bana.
Biliyorum ki; sevgim ile sınanmaktayım, Rabbim Sen bildirmezsen ben bilemem; aşkı öğrettiğin gibi dengeyi de, itidali de öğret bana.
Senin adına, Sen’in adınla sevmeyi, Sen’in sevginden bir nişan bilerek sevmeyi, sonunda Sen’in rızana ulaştıracak bir sevgiyle sevmeyi de öğret bana.
Sevginden, Resulünün sevgisinden, sevdiklerinin ve sevenlerinin sevgisinden nasiplenenlerden kıl beni.
Rabbim seviyorum seni...
Bu lirik şiir ve dua örneklerinde ki; kuru bir yaprak gibi kırılganlık ve savruluş, bu mısralarda ki özlem, sancı, içtenlik, naz ve yakarış hep aynı damardan sulanıyor, ilhamını aynı güneşten; aşk güneşinden alıyor sanıyorum.
Bir münacattan alınan şu kısa bölüm ile devamında ki duanın arasındaki hedef ya da kıble birlikteliği, duygu ve deyiş birlikteliği de aynı değil midir?
“ bütün yollar yoluna ram olup uzanan dost / yolumu yolun eyle, sevgi kıblegahında
zamanlar güneş çarpmış kar gibi erir akar / fayda vermez feryadı ah’ın da, eyvah’ın da
başlayacak ansızın dönülmez bir yolculuk / sonsuzluğa uzanan zaman güzergahında
kalbimin karalığı kıskandırır geceyi / nurun ile tenvir et sonsuz inşirahında
amellerimle bir gün kesişince yollarım / kerem et, koma beni ’keşkeklerin ah’ında
dilerim ki gurbetten beni çağıran davet / zatını zikrederken bulsun secdegahında
Ey dostluğuna can attığım, ey dostlarımı ve dostluklarımı bana öğreten Rabbim, tüm dostluklarımı iki cihan dostluklarıyla taçlandır.
Ey Kerim dost! Lütfen, Sana dost diye hitap edişime darılma ne olur, eğer Sana layık dost değilsem dilediğin gibi şekillendir yüreğimi ve beni dostluğunla şerefyab olanların arasına kat.
Ey Aziz dost, biliyorum ki; her şey fani, tek baki olan Sen’sin, beni baki olan âlemde de dostlarından kıl.
Biliyorum ki; her şey aciz, muktedir olan Sen’sin, beni aczini idrak edenler zümresine kat,
Biliyorum ki; her şey ve herkes muhtaç Gani olan tek Sen’sin, beni zengin rahmetinden kanıncaya kadar nimetlendir.
Ey Rahim dost, kusurlarımı bana bağışla, af ve mağfiretini esirgeme benden, çalkantılarımı dindir, nefsime aman verme, lütfünü esirgeme.
Cüretimi bağışla ey Sevgili, beni sevdiklerinle hasretmeni, kulluğumu tevhidi bilinç ve manevi zevkle tezyin etmeni, katına hoşnut olunmuşlardan olarak konuk etmeni dilerim...
Veya bir naattan alınan şu küçük bölüm de aşkı, özlemi, coşkuyu ifade etme hususunda hemen devamındaki dua’nın beslendiği damardan beslen- mişliğini ortaya koymakta değil midir sizce de?
sen geldin izzet tacı giydirdin kainata / sen geldin kendisini sen tanıttın fıtrata,
geldin de lezzet kattın ölüme ve hayata.
gidişinle hüznümüz küstü bütün renklere / gidişinle en büyük hasretsin yüreklere.
bahçıvanı sen olan gül boynu bükük kalmaz / sen çöllerde vahasın seni bulan bunalmaz
sensiz deryaya dalan sahile ulaşamaz.
gülşensin gönüllere ey Allah’ın habipi / Mevla seni lütfetti tüm dertlerin tabibi.
çöller yolar saçını vahalar bir hoş şimdi / muhabbetini tadan yürekler sarhoş şimdi,
hiran mahzun kederli, nur dağın bomboş şimdi.
gidişinle hasretin sarıldı yumak yumak / gidişinle başladı vuslatını dokumak.
Ya rabbi! Ey Muhammed’i Habibi edinen sevgili, benden de muhabbetini esirgemezsin umarım.
Karanlık yanlarımızı ışıtmak için içimizden seçip gönderdiğin Habibin hürmetine, bizi bize tanıtan, Zatını tanıtan, ölümü vuslat belletip sevdirenin, hayatı ahiretin tarlası belletip bereketlendiren sevgilinin hürmetine,
İnsanlık bahçesini her türlü kötülüklerden arındırabilmek için çırpınanın hürmetine,
Muhammed’ine duyduğun muhabbetin hürmetine bizi kendine layık kul, Habibine layık ümmet eyle.
O’na olan hasret ve muhabbetimi samimiyet ve iman ile ziynetlendir.
Muhammed’ini muhabbetimden haberdar eyle,
Liva-i Hamd altında mesut ve mesrur, hamd ederek haşr olanlardan eyle...
Yürekten inanıyorum ki; duamız olmasa, tövbemiz ve yakarışımız olmasa, O’na ve Resulüne iman ile aşkımız olmasa, yarattıklarına karşı meyil, ülfet ve sevgimiz olmasa bize ne diye değer versin ki Rabbimiz...
Yakarışı da, şiir’i de güzel ve değerli kılan; kaba, nezaketten ve nezahetten, estetikten uzak, haddini aşan hoyrat davranış ve söyleyişler olmasa gerek.
Dua; yüreğinin farkına varmak ve onu açmaktır, şiir de öyle.
Dua; yakınlaşma umudu ve dileğidir, şiir de öyle.
Dua; nazlanmak, nazlanabilecek yakınlık hissetmek, sevgi ve samimiyete sığınmaktır, şiir de öyle.
İnanıyorum ki tüm şiirler; vatan sevgisi, doğa sevgisi, beşeri aşk, vicdan ve adalet duygunlarının tetiklediği, zulme karşı, haksızlığa karşı yüreğimizin ve duygularımızın ortaya koyduğu tüm şiirler ırmağı ilahi aşk kaynağından beslenen ya da o aşkın şualarının kırılmasıyla elde edilen yansımalardır.
Bundandır ki dualarımızı, münacat ve naatları hangi duygu ve duyarlılıkla yazıyor ve okuyorsak, diğer şiirleri de aynı atmosferde ya da onlara çok yakın bir iklimde yazmalı ve terennüm etmeliyiz. Aralarına mesafe koymamalı, duygularımızda taraf tutmamalı, vücut ülkemizde ki mozaik arasında kavga ve çekişmelere kapı aralayarak hayatımızdaki şiirsel lezzet ve akışı bozmamalıyız vesselam...
Not: şiirler Yusuf AKYÜZ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.