- 951 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ALIŞVERİŞTE EKONOMİ VE SİYASET
Biteviye bakkalın camekanlarında ucuzluğun yerel ağzına mahsur reklamlar karşılıyor alışveriş ruhumuzu. Bir yerde aradığımız bir şey olmalı değil mi? Özellikle kapalı çarşılarda ya da doğunun imitasyon ürünlerini pazarlayan dağınık pasajlarında. Evet keseden ziyade bu bir ruhsal ihtiyaç. Almalı, tüketmeli, evimizi ilgisiz eşyalarla süslemeliyiz. Kolumuzda yenice bir bileklik olmalı ya da sigara içmeden pipoya merak salarak kendimizden çok başkalarının görüşlerini dimağımızda yutkunarak tatmin olmalıyız. İllaki yanımızda bir arkadaş olmalı ve yapacağınız alışverişten sonra pişman olursanız yanınızda olacak- evet ya keşke bunu almasaydık, bende senin gibi görüntüsüne aldandım. Diyecek ve sizi biraz rahatlatacak.
Alışveriş ruhuna aykırı bu milletin delice bir liberal çığlığa Özal’lın 24 Ocak Kararları ile başladığını hepimiz biliyoruz. Çünkü cebimizde artık dolar vardı ve 20. yüzyılın ilk çeyreğindeki fordizmden daha tehlikeli post modernden biraz evcil açık ekonomini koşullarını tadıyorduk. Hacı- Bacı ile suratımız asılırken 2001 fiyaskosu bizi çözümsüz adımlar atmaya zorluyordu ve nasıl Özal’ı transfer etmişsek Amerika’dan, bu sefer Dünya Bankasından güçlü ekonomi mimarı geliyordu ülkemize alkışlar arasında ve bize 2 yıl kadar Güçlü Ekonomiye geçişi sunuyordu. Ama iktidar değişti ve Kemal Derviş’i sadece kel olmasıyla hatırladık ve İsmail Cem’i öldüğü zaman andık. Akp iktidarı garip bir şekilde kısır döngüden sıyrlıp eski hükümetin bir projesini devam ettiriyordu Güçlü Ekonomiye Geçiş. Bir şeyler değişiyor mu diyorken emlak piyasalarında gelen kriz başımızı döndürecek kadar olmasada emziğimizi düşürecek kadar bizi huzursuz etti. Bu durum küresel finansal yapının nasıl kenetlenmiş olduğunu gösterdi bize. Lehman kardeşler battığında ABD ilgisizliğini sürdürdü ve asırlık bir kuruluş öylece tarihe karıştı. Bazılarına göre devam ediyor kriz ve bazıları çoktan teğet geçtiğimizi iddia ederek umutlarımızı bileyerek daha fazla harcamamıza sebeb teşkil ediyorlar.
Bir başka konu ise harcama gruplarıdır. Bu haracama yapacak olan en önemli sınıflar öğrenci ve erlerdir. Bu iki grup tasarruf yapmaz ve faal harcama potansiyeline sahiptir. Ekonomide bacasız sanayilerden biridir. Doğunun illerinde kurulan üniversiteler ve askeri birlikler o ilin kalkınmasında önemli bir paya sahiptir. Bu iki kesimin burslarını arttırarak toplam talep arttırılabilir. Diğer insanlar memur ve işçi kesimi ülkemizde en çok tasarruf yapanlardır ama tasarrufları emeklilik sonrası bir ev ya da gelecek kuşak endişesiyle savrulup gider. Geriye zengin ya da godaman tabiri kalıyor. Bu kesimlerin ipliğiyle pazara çıkıp mafsallarımızı dinamik hale getirmeye çalışıyoruz. Anadol unutup gümrük sonrası karını düşünen Koç gibi kuşların merakına ve daha da ileriye giderek bir özgün arabadan çok montaj teknolojisinde adımlarımızı durduruyor. Hep ikinci piyasanın ve kaymaktan geriye kalanın peşinde bir ekonomi macerası işte.
Bu kadar karmaşık bilgiden sonra siyasi devinimlerle ekonomini ne kadar iç içe ve kopmaz olduğunu görüyoruz. Yapılacakların en başında şu faktörler var olabilir.iki kilit bakan bence dışardan atanabilir ve bir siyasi tarafsızlığa bırakılabilir: dışişleri bakanı ve ekonomi bakanı. Bu iki bakanlık ülkenin can damarlarını pompalarlar. Kalp hala başbakanlık olsada özgünlük ve tarafsızlık oluşturulmalı. Diğer bir faktör senato ve post-modern laikliğin oluşturulması. (Post modern laiklik sonraki yazımın konusu.) geçmiş tarihlerdeki anlaşmalar bir daha gözden geçirilmeli ve anlaşmaların dezavantajları yok edilmeli. Madenlerden tutun da her konuda bu anlaşmaların hala bir payı var çünkü. Bize düşen görev daha ayrı. Yerli malı haftalarını hatırlarız onlar bir şeyleri aşılamak için yapılmıştı. Anadol kalsın özelleştirmelerin bir adının da yabancılaştırma olmasın diye yapılmıştı. Ama hepimiz bu kadar tüketilecek meta karşısında ürünlerin milliyetini ve siyasi karakterini düşünmedik. Ucuzu ve kaçağı tercih edip kendi cebimize darbe vurduk. Artk bizler ekmeğimizin peşinden sıyrılıp susamın bolluğuna takılmamalıyız. Evimizde soframıza giren herşeyin siyasi bir hükmü var çünkü. Pazarda albeniler siyasetle şekillenir ve ekonomi aslında siyasettir. peki siyaset nedir? At sürmeyi bilmektir kelime manasıyla.
Duygularla yapılan alışverişlerimize bir daha bakalım ve alacağımız ürünün nelerin hükmü olduğu ve kimin cebinden kimlere aktarıldığını düşünelim. Ç ünkü katrelerimizle gelen okyanuslar bizi boğan med-cezirlere dönüşebilir. En basit örneğiyle bandrollerin hangi ülkeye ait olduğunu bilin ve 8 ile başlayıp 69 la devam eden ürünlerden Türkiye’de üretildiği anlamını çıkarın. Ama daha da ötesine giderek Türkiyede üretildiği halde başka bir ülkenin taşörenliğini yapan şirketleri araştırıp bunların ürünlerine dikkat edebilirsiniz. Bu bir ekonomi mücadelesi en başta. Kapitalist bi dünyadayız ve Weber’in protestan çalışma Ahlakında hala kaderci ve çalışmayı sevmeyen bir kesimiz. Oluşturacağımız alışveriş ahlakı ülkenin gidişatına uygun olmalı ve tasarruflarımız dinamik hülyalara bırakılmalı. Bir sonraki nesli daha ne kadar borçlandırabiliriz ki.
AHMET SERDAR OĞUZ / EKONOMİ NOTLARI/ KARS 2010 HAZİRAN
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.