33
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
3577
Okunma


Nazlı’nın içi içine sığmıyordu. Kulağına iyice yapıştırdığı telefonun karşısında ki müjdeli haberi veren ses; Aşkı, bir tanesi Levent’iydi.
---Annemle konuştum papatyam, bu hafta sonu gelecekler, seninle tanıştıracağım ve hemen babandan isteyecekler.
---İnanamıyorum, biz şimdi evlenecek miyiz? Senin eşin mi olacağım? Yaşasın… Ruya gibi…
---Evet, canım. Benim eşim olacaksın. Bunu kutlamalıyız, yarın her zaman ki yerimizde, iş çıkışı seni bekliyor olacağım. İyi geceler papatyam. Seni seviyorum…
Nazlı telefonu kapatıp, konsolun üzerine bıraktığın da, adeta mutluluktan uçuyordu. Levent’le tanışalı henüz altı ay gibi bir süre olmuştu ama ilk görüşten itibaren, birbirlerine büyük bir aşkla bağlanmışlardı.
Nazlı meslek lisesini bitirmiş ve sonra üniversite sınavlarını kazanamayınca, bir reklam şirketinde grafiker olarak çalışma hayatına atılmıştı. İşe gireli henüz üç yıl olmasına rağmen, çalışkanlığı ve azmi ile şirkette kendini göstermeyi başarmıştı. Alçak gönüllü ve iyiliksever olması, arkadaşlarının onu çok sevmesine sebep olmuştu. 1.70 boylarında, uzun ve düz, kumral saçları, badem yeşili gözleri, hafif kalkık burnuyla biblo kadar da güzeldi. Hemen sağ üst dudağının yanında ki ben, yüzüne ayrı bir gizem katıyordu. Birçok erkek peşinde koştuğu halde o, kimselere bakmıyor, kalbi kimse için çarpmıyordu. Ta ki, günü birinde, onunla karşılaşıncaya kadar…
Nazlı, müdürünün acil olarak istemiş olduğu çizimleri bitirmiş, bir an önce götürmek için aceleyle kapıyı çalmayı unutup, aniden içeriye girivermişti. Kendine geldiğinde iki çift gözün üzerinde olduğunu fark etti ve çok utandı;
---Şeyyy, affedersiniz müdürüm. Kapıyı çalmayı unuttum ama istediğiniz çizimleri getirmiştim. Siz acil deyince…
---Gelin Nazlı Hanım. Çizimleri alayım… Hı bu arada çizimlerin sahibi, müşterimiz Levent Bey…
Gerisini hatırlamıyordu Nazlı. Gözleri mıh gibi çakılıp kalmıştı genç adamın gözlerine. Tokalaşmak için elini uzatan Levent’in de içinde bir şeyler olmuştu sanki. Nazlı kendine uzanan ele, elini uzattı tokalaştılar. Birden yüzünün kızardığını hissetti, anlaşılmasın diye izin isteyip hemen odadan çıktı. Müdürün odasından çıktığında kendisini aptal gibi hissediyordu. “Kapıyı çalmadan nasıl dalarsın içeriye öyle? Adamı gördün kızardın, ya anladılarsa? “ diye, kendi kendine söyleniyordu.
İlk öyle görmüştü Levent’ini. Sonra Levent’in şirkete gidip gelmeleri sıklaştı. Her geldiğinde Nazlı’nın kalbi yerinden çıkacak gibi atıyordu. Yavaş yavaş diyalogları daha da artmaya başlamıştı. Bir gün Levent Nazlı’dan, iş için cep telefonu lazım olur bahanesi ile telefon numarasını istemişti. Sonra açılan telefonlar, öğle aralarında birlikte yemek teklifleri, hafta sonları tiyatro, sinema derken sevgili olmuşlardı bile… İkisi de havalarda uçuyordu adeta. Bir gün görüşmeden, bir saat seslerini duymadan duramıyorlardı.
Nazlı’da ki bu değişimi, işyerinde herkes fark etmişti. En çok ta Serdar… Nazlı’yı uzun zamandır seviyor ama utangaçlığından bir türlü açılamıyordu. Artık açılmasının da bir anlamı kalmamıştı. Nazlı başkasını seviyordu. Kahroldu, yıkıldı ama yine bir şey belli etmedi.
Bir hafta sonu Nazlı, Levent’le buluşmak üzere annesinden izin istedi. Annesi;
---Git kızım ama şu Levent’i bizimle tanıştırmanın vakti gelmedi mi? Akşama birlikte gelin yemek yiyelim. Hem bir görelim çocuğu…
Nazlı Levent’e söylediğinde, Levent huzursuz olmuştu. “Nerden çıktı şimdi bu?” dedi. İstemeye istemeye de olsa, Nazlı’nın gönlü olsun diye akşam yemeğine gitti ve ailesiyle tanıştı. Sıra artık Nazlı’nın, Levent’in ailesiyle tanışmasına gelmişti. Nazlı bu konuyu açtığında, ailesinin şehir dışında yaşadığını, en kısa zamanda geleceklerini, geldiklerinde de Nazlı’yı onlarla tanıştıracağını söylüyordu. İşte nihayet beklediği haber gelmişti…
Gece mutluluktan doğru dürüst uyuyamadı. Sabah erkenden kalkıp, duşunu aldı. Dümdüz olan saçlarını kuruttu, hafif makyajını yaptı. En sevdiği kırmızı ipek gömleğini ve krem eteğini giydi. Aynadan kendisine son kez baktı. “Güzelim işte” diye geçirdi içinden. Çantasını alıp, kahvaltı etmeden işe gitti…”Ahhh… Akşam olsa da, mesai bitse.” Çalışmak hiç o gün ki kadar zor gelmemişti. Her saat başı Levent’inin telefonları, heyecanını biraz yatıştırıyordu. Ve işte mesai bitmiş, her zaman buluştukları cafeye doğru gidiyordu.
Levent her zaman ki masalarında, elinde bir demet papatya ile onu bekliyordu. Nazlı gelince, oturduğu sandalyeden kalktı ve sarıldı. Elindeki papatyaları verirken, bir dalını Nazlı’nın kulağının arkasından saçına takıverdi. İkisi de çok mutluydu. Birer bardak çay içerken, ikisi de birbirlerine ne kadar mutlu olduklarını anlatıyorlardı. Bir ara Levent;
---Bize gidelim mi papatyam, dedi… Annemler gelmeden ortalığı biraz toparlasak?
Daha önce hiç Levent’in evine gitmemişlerdi. Önce afalladı Nazlı, sonra “Nasıl olsa bu hafta sonu nişanlanmayacak mıyız?” dedi içinden. Gitmekte bir sakınca görmedi.
---Peki aşkım, dedi. Ve birlikte Levent’in evine gitmek için cafeden ayrıldılar…
“Yapma aşkım” diyordu Nazlı. “Olmaz.” Ama duygular öylesine yoğundu ki, ikisi de duygularının önüne geçemiyordu. Hasretle ve büyük bir aşk ateşiyle dudakları birleşti, Levent’in parmakları, Nazlı’nın saçlarında dolaşırken, saçındaki papatya yere düştü. Levent’in parmakları yavaş yavaş saçlarından, ipek gömleğinin düğmelerine gelmiş ve açmaya çalışırken, Nazlı son kez “ yapma aşkım” dedi ama nafile. Kendisinde karşı koyacak gücü bulamadı ve bedenini Levent’in kollarına bırakıverdi...
Sevdiği adamın olmuştu artık. “Olsun hafta sonu Levent’in anne-babası gelecek, nişan olacak nasılsa, ardından da hemen düğünü yaparız” diye düşündü ve kimseye belli etmeden, hafta sonunu beklemeye başladı. O günden sonra Levent sık aramaz olmuştu sanki.”Neden aramıyorsun?” diye sorduğunda da, işlerinin yoğunluğunu bahane ediyordu. Hafta sonu gelmiş ama Levent’in anne- babası da gelmemişti. Bir şeyler ters gitmeye başlamıştı farkındaydı ama anlam veremiyordu. “Neden, ne oldu? Biz birbirimize deliler gibi aşığız” diye soruyordu kendine, cevap bulamıyordu. Levent’in aramaları gitgide seyrekleşiyor, Nazlı aradığı zaman da açmıyordu…
İşte o zaman Levent’in hakkında, aslında hiç bir şey bilmediğini anladı. Bütün mutluluğu yok olmuştu. Levent’in evini biliyordu ya, gidip evinde konuşabilir, neler olduğunu öğrenebilirdi. İş çıkışı doğruca Levent’in evine gitti. Zile bastı, kapıyı açan yoktu. Bir daha bastı, bir daha… Kapı açılmıyordu. Elleriyle kapıyı yumruklamaya başladı. Çıkan seslere yan tarafta ki evin kapısı açıldı;
---Kızım kimi arıyorsun? Dedi. Annesi yaşlarında bir kadın, saçları ağarmaya başlamış, gözünde gözlükleriyle Nazlı’ya bakıyordu.
---Teyze ben Levent’i arıyorum. Arkadaşıyım da…
---Kızım onlar taşındı. Levent’in eşinin tayini çıktı geçen ay. Serpil gitti, hafta sonu da Levent evi taşıdı…
---İmkânsız, olamaz, benim Levent’im evli olamaz. O beni seviyor, biz evleneceğiz…
Yıkılmıştı Nazlı. Çok sevdiği adam böyle yapamazdı. O an ölmek istedi. Gözünde yaşlarla eve nasıl gittiğini hatırlamıyordu bile… Artık iyice içine kapanmıştı, kimseyle konuşmuyor, yemek dahi yemiyordu, zayıflamıştı. Peş peşe günler geçiyor,.Levent’ten hiçbir haber çıkmıyordu.Üstelik o ay adette görmemişti Nazlı. Test yaptırdı, hamileydi. Ne yapacaktı? Babası duysa evlatlıktan ret eder, hatta dayaktan öldürürdü…
Nazlı’nın bu sıkıntılı hali Serdar’ın gözünden kaçmıyor, çok üzülüyordu. Levent’in şirkete gelmeyişinden ayrıldıklarını tahmin edebiliyordu. Günlerce düşündü Serdar, ne olursa olsun Nazlı’yı bir kez daha kaybetmek istemiyordu. Her şeyi anlatacaktı sevdiği kıza, dertlerini paylaşacak ve Levent’i unutturacaktı.
Bir gün öğle tatilinde, bütün cesaretini toplayıp Nazlı’ya içinde ne varsa anlattı. Nazlı yaşlı gözlerini silerek, böyle bir birlikteliğin olamayacağını söyledi. Serdar; “Zamanla seversin beni” diyordu. “Fırsat ver bana, kendimi sevdireceğim.” Nazlı hıçkırıklara boğuluyordu. Sessiz bir şekilde “Sorun sen değilsin Serdar, anla artık ben hamileyim…” masadan kalkıp, koşarak Serdar’ın yanından uzaklaştı…
Serdar gece sabaha kadar uyuyamadı, düşündü durdu… Sabah olunca kararını çoktan vermişti… Bundan sonra ne olursa olsun, Nazlı’dan ayrı yaşayamazdı. Çok seviyordu, doğacak çocuğunu da kabullenip, kendi öz çocuğu gibi babalık yapabilirdi…
Sevgi SALMAN