- 575 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Pasaport Sevdası
İsmini, Recaizade’nin Araba Sevdası’yla tanıştığım andaki benzetmeyle koymuştum. Ben de mutlaka böylesi bir ‘başını almış gitmişliği’ dile getirmeliydim. Yeni yetmeliğimin verdiği heyecanla yazmaya başladım. İlk günler harika gidiyordu. Her gün azami üç sahife deviriyordum. Müsveddelere bakıp mutlu olmayı bile başarmıştım. Sonra n’oldu da bıraktım dersem yalan olur: Başaramadım. Galiba tek ve en güzel yanı, kitaba koyacağım isim olmuştu: Pasaport Sevdası!
Her okurun başına geldi mi bilmem; kitapların o büyülü, efsuni ve sevecen ruhuyla tanıştığım zamanlarda, okumuş olduğum her eserden bir şeyler kotarır, kahramanlar hazırlar, bu sefer mutlaka bir kitap yazacağım diye tuttururdum. Bu yüzden olsa gerek, kitapların eşsiz dünyasıyla karşılaşmayı, her insan kendi miladı kabul etmeli. Her şeyi en baştan alma garipsemesi; bir çocuk heyecanıyla.
Belki Mahmut Ekrem kadar ben de etrafımdaki insanların gösteriş tutkularına, büyüklenme ima’larına, başkalarından eksik kalmama çabalarına vs. içerlemiştim. Onunla aramızdaki en büyük ve kapanmaz fark ise onun yazar olması, geride eskimez eserler bırakma kabiliyetiydi.
“İyi de azizim, nedir bu sevdanın öznesi?” dediğinizi duyar gibiyim. Bilenler çok iyi bilirler; özellikle daha ilk günden mutlu olamayacağını bilen pasaport aşığı genç hanımlar ve tek dertleri bir kız ayartıp Avrupa ülkelerinden birine gitmeyi, ‘paçayı kurtarmak’ sanan züppe delikanlılar…
Biliyorum; bu yazıma kızma hakkını, böylesi sevdaya kapılanların cemi cümlesinden hiçbiri yazımı okumayacağı için elde edemeyecektir. Zira onlar okumak kadar ulvi bir işle uğraşmazlar. Tek dertleri, sizin de tahmin edeceğiniz gibi jöleli saçlarıyla birlikte düşünen beyinlerini de don vurması, modayı takip eden kıyafetleri ve dahi cep telefonlarında ülke dışından birkaç karşı cinse mesaj atabilecek kadar kontör bulunması…
Her yazı, ana düşüncesini anlamaya çalışana hitap eder vesselam.