Ayrık Köşkü
Kendini boğmaya uğraşan körfez zenginleri toplanmıştı köşkte
Zaman delirmişti, ergen sevişmesi kadar yürek hoplattı çalan ezgiler
Satılık yazılmıştı her güzel şeyin üstüne
Görünce hıçkırarak ağlamıştı
Kadife tavana kadar uzayan perdelerin elleri vardı sanki
Uzun şamdanların bakışları onu öldürdü kaç kez
Müzayede salonu haline geldi köşkün her yanı
Numaralar vardı anıların üstünde
Gideceklerdi, birazdan yiteceklerdi…
Yuvadan alınan kardeşlerin başka evlerde yaşamasını çağrıştırdı ona
Bir özür yetmez diye hiç konuşmamayı yeğledi
O kadar çok şey vardı ki kırılmış olan
Hangi birine ne diyecekti ki
Aşina yüzler doluştu salona
Genelevde kadın bakanlarınki gibi ifadelerini fark edince kusacak gibi oldu
Nedim demişti sen gelme diye, boşuna değilmiş
Anneanneden kalma bir tabloyu çocuk telaşı ile odunluğa saklamıştı
Şimdi onun asılı olduğu yerde izi vardı ve çok belliydi, sordular
Satıldı dedi dün biri aldı, uğultuyla üzüldü leş kargaları
Bir bulut ona getirse ya otuz yıl önceyi
Koca dede gülse yine öyle babacan
Gri hırkası ile Mübeccel Hanım söylense keşke
Mürebbiyelere bile razıydı
Yangınlı bir ses ile çarptı dalgalar, uyandı
Dilerseniz başlayalım dedi Fransız özentili başkan
Küçük bir parçadan başlıyordu kendince
Gümüş resimlik takımının bu kadın için ne demek olduğunu bilemezdi elbette
Bahçedeki sallanan sandalyede çekilmiş siyah beyaz fotoğrafının durduğu
Küçük resimlik kaç para ederdi
Duymamak için bahçeye geçti
Hiç birinin fiyatını öğrenmek istemiyordu
Sanki bu acısını artıracaktı
Eğer yetkililer gelip tespit yapmamış olsaydı
Birçok şeyi kaçırıp saklayacaktı
Ne yazık ki sadece o tabloya yetişebilmişti
Şimdi sonraki hayatında iyi bir taklit sanacaktı herkes
Olsun o bilsin yeterdi ona
Bu semte uğrayabilir miydi bilinmez ama
Bundan sonra çok kötü şartlarda yaşayacağı kesindi
Bu yetmezmiş gibi çocukları gerçeği bilmediğinden hep onu suçlayacaktı.
Leş kargaları yemeklerini bulmanın sevinciyle zıplayarak bahçeden ayrılıyorlardı. Gri takım elbiseli o yakışıklı yaklaştı, elindeki mendille gözyaşlarını sildi ve bir numara uzattı ona. Buyurun bu da benim size hediyem olsun, hatıra olarak saklarsınız dedi. Ağlamaya devam edebilsin diye de oradan hemen uzaklaşacak kadar da nazik biriymiş diye düşünürken, düştüğü duruma üzülmeye bile mecali olmadığını fark etti.
Kocasının iflasını kendine yediremeyip intihar ettiği o günden beri bağını kopardığı dünyaya bir bilet gibiydi adamın verdiği kart ve üzerindeki numara. Gözyaşlarının bitimiyle bir güneş gibi açan umut ona yabancı geldi. Acaba hangi eşyayı almış ve ona hediye etmişti.
Bu adamı bir iki kez daha görmüştü, nerede olduğunu hatırlamıyordu ama unutulacak bir tipi de yoktu. Yüzünü yıkamış, hüznünü saklayamamış bir şekilde çıktı banyodan. İlk defa gıcırdayan koridor parkelerine küfür etmiyordu. Biliyordu ki bunu bile özleyecekti. Nerdeyse bebek yaşta ceza olarak kapatıldığı ve bu yaşına rağmen içine girmeye çekindiği merdiven altı odasının kokusunu bile özleyecekti.
Müzayede başkanından adamın adını öğrendi. Nevzat Kutlu işi olmayan zengin bir koleksiyoncuymuş. Golfçu olduğunu öğrendiğinde hatırladı, Belek’te bir tatilde karşılaşmışlardı. Kocasını tanıdığı halde ona çok cüretkâr bakışlarla yaklaşmış, o da hoşlanmakla rahatsız olmak arasında kararsız kalmıştı.
14 numara fişin üstünde yazan rakam buydu. O hep 14 numara lafını duyduğunda gülümserdi, ona Serpil Çakmaklının oynadığı bir filmi hatırlattığından o günlere gidip gelirdi.
Çok eskiden kalma gümüş çay takımıydı hediyesi. Sevimli, ne ağırlığıyla ezdirecek, ne de çabuk unutulacak tarzdan iyi bir seçim diye düşündü. Hatıra dememiş miydi, tam da öyle bir eşya idi bu. Kartı geri veren adam arkasında bir numara olduğunu belki lazım olabileceğini söylerken, o pis erkek sırıtışı ile gözünde yer etmiş tüm kalitesini yitirmişti bile.
Kardeşi Nedim rahmetliyi hiç sevememişti. Şimdi düşündüğünde kendi ailesinden hiç kimsenin onu sevmediğini ve bu köşkün satılmasına o sebep olduğu için de bundan sonra da affetmeyeceklerini düşündü. Bir krediye karşılık köşkü ipotek gösterirken araları açılan büyük ablası dememiş miydim tavırları içinde, her kızdığında yaptığı gibi ayaklarını sallıyordu. Nedim ve o dışında kimse gelmemişti. Ablası sallanan koltuğu normal bir fiyata aldığına seviniyordu. Nedim ise zaten parasız olduğundan eşyaları son kez görmek için gelmiş, bu durumda onun içini oymaya yetmişti.
Adamı aramak için geçsin diye beklediği bir hafta taşınma telaşı, yerleşme derken bitivermişti. En azından bir teşekkür için aramak istiyordu. Eniştesi telaşlı bir şekilde evde misin bekle geliyorum diye telefon açmıştı. Onun sesinden tuhaflığı anlayabiliyordu. Geldi yarım saat kadar sonra anlatmaya başladı. Adamın teki bilerek batırmıştı kocasını, ellerinde kesin kanıtlar vardı. Adam hukuk dışı değil ama ahlak dışı birçok şey yaparak onun iflasını sağlamıştı. Sonra da ilk iş şirketine haciz getiren de o olmuş. Köşkün satışı, eşyaların müzayede işini de o organize etmiş. Peki, kim niye yapabilir ki böyle bir şeyi. Eniştenin tahminine göre tek isim olabilirdi: Nevzat Kutlu.
Başından aşağıya bir kaynar kazanı boca etmişler gibi olmuştu. Bu soyadı hatırlatan ilkokul yıllarından kalma bir anı canlandı önünde. Sonu müdürün odasında biten hikâyelerden biriydi. O çocuğun adı Mehmet Kutlu idi. Durmadan didişip durdukları bu çocuk bazen de sınıftan birileriyle kavga edip dururdu. Derslerinde çok başarılı olduğunu hatta Amerika’da okuduğunu duyduğunu hatırladı.
Eniştesi bir belge uzattı ona, köşkü yeni alan adamın tapusunun fotokopisiydi bu. İnceledi adres doğruydu, köşkün yeni sahibi Mehmet Nevzat Kutlu olmuştu.
…..
Mayıs 2010
Nadir