Menekşeli Ayrılık
Her yer karanlık, saçlarım gözlerimin önlerine düşmüş, ellerimi kaldırıp, saçlarımı gözlerimin önünden çekemiyorum, çeksem ne olacak ki? Karanlığım mı azalacak? Bakar körler gibi yaşıyorum şimdilerde, körlüğüme ise sebep sendin. Günlerim yolunu gözlemekle geçti.
Gitmeden bir gün önce bana, Mustafa Kutlu’nun ‘’ Menekşeli Mektup’’ adında ki kitabını hediye etmiştin. Meğer bana, Menekşeli Mektup’da ki İncila yazgısını hediye etmişsinde haberim yokmuş…
Belki benim bu beklemem dokuz aylık bir bekleme olacak, yarın çıkıp geleceksin yâda İncila Hanım’ın bekleyişi gibi uzun bir bekleyişe vakıf olacağım ama İncila Hanım’dan benim bir farkım var, anne olmaya hazırlanıyorum ben, evet,yanlış anlamadın ben anne olacağım, sen baba…
Ne zaman geleceksin? Senden ne bir telefon var ne de bir mektup, lütfen söyler misin? Bana, İncila Hanım’ın eşi Fikret Bey’in gönderdiği menekşeli mektupları bile mi çok gördün?
Ayrılığımıza üç mevsim düştü, daha kaç mevsimler düşecek bilemiyorum. Seni uğurlarken- içime ağlarken- menekşeler arasına Menekşeli Mektup’u sıkıştırıp ‘’ Menekşeler kokularını yitirmeden, Menekşeli Mektup bitmeden geleceğim ‘’ demiştin. Menekşeler kokularını yitirdi, Menekşeli Mektup kaç kere bitti ama sen gelmedin. İnan, her sabah sen gelecekmişsin gibi uyandım, sen kapımızı çalacakmışsın gibi heyecanımı sakladım, dualarımdan hiç vazgeçmedim. Ne olur beni yanlış anlama, bir canla olsa seni bir ömür boyu beklerim ama iki canla çok zor oluyor.
Bazen canım türlü türlü şeyler çekiyor, en çok da ekşi erik çekiyor, sen olsaydın ‘’Yalova’yı alt üst eder, bana bulur getirirdin ‘’ diyerek iç çekiyorum sonra camdan sana bakıyorum ama ne gelen var ne de bir giden, hamilelik işte ne yaparsın.
Etraf da aydınlandı, dışarı da insanların sesleri daha bir artmaya başladı, hepsinde bir telaş, bağırış-çağırış. Birileri bana ulaşmak istiyor, sürekli bağırarak, adımı söylüyorlar. Onlara ses vermek içinden gelmiyor, ben senin adımı seslenmeni istiyorum, senden duymak istiyorum adımı, işte o zaman ses verebilirim ‘’ben buradayım’’ diye.
Üzerime düşen beton yığınları ile taşlar canımı daha bir acıtmaya başladı, inan bu acılar senin yokluğunun acısını bastırmaya kâfi gelmiyor.
Beton yığınlarını yavaş yavaş kaldırıyorlar, sesler şimdi daha bir yakın, santim denecek kadar aralıktan seni görüyorum, bir taşın üzerine oturmuş, deprem sonrası yıkıntılar içinde kalan evimize bakıyorsun.
Geldin demek, biliyordum geleceğini, menekşeli mektuplar yerine kendini getireceğini biliyordum.
Hatırlar mısın? Bir eylül akşamı bana ‘’ ayrılık nedir? ‘’ demiştin.
Ayrılık, deprem sonrası yıkıntılar içerisinde kalan hamile bir kadının kocasına son nefesini verirken, o santim aralıktan bakışıymış.
Hakkını helal et, sana kendimden bir can emanet ediyorum.