- 1161 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Mektup
Sana söylemek istediğim bir şey var. Bugün aldığım bir kararla bu şehri terk etmeye karar verdim.
Her şeyi bırakıp, her şeye yeniden başlamak istiyorum. Sanırım beni anlıyorsundur.
Bu uzun zamandır kafamda dönüp dolaşıyordu. Ama senin bana göstermiş olduğun sevgi azaldıkça benim de buralardan gitme hayalim son haddine varmış bulunuyor.
Uzak şehirlerden birinde, bir arkadaşım bana iş bulduğunu söyledi.
İstanbul’da artık yaşayamam, senin buralarda olduğunu düşünmek bile acı veriyorken bana, buralarda durmak anlamsız geliyor artık bana.
Üç beş güne kadar gidiyorum. Yolculuk için her şey hazır. Sadece birkaç işim var buralarda, onları halledip gideceğim.
Seninle iyi kötü anılarımız oldu. Bu mutlaka olması gereken de bir durumdu. İyi günler çabuk geçer, kötü günlerse acıyla kıvrandırır insanı. Acıyla yoğrulursun. Olgunlaşırsın. Hayat insana her gün bir şeyler öğretiyor.
Şimdi bunları sana ne diye anlatıyorum sanki. Senin de kafanı bulandırmak istemiyorum artık.
Bu şehirden gittiğimi kimseye söylemedim. Sadece sen biliyorsun.
Umarım beni anlıyorsundur. Hoş anlamasan da artık önemi yok.
Bu mektup bir tren yolunda, surların yıkık dökük taşlarının arasında bulunduğunda artık her şey olup bitmişti.
Her şey bir kış günü başlamıştı. Bundan yaklaşık yirmi yıl önce bir akşam, her şeyin tez düze yaşandığı İstanbul şehrinde genç adam yoğun bir tempoyla, bir sigorta şirketinde çalışmaktaydı.
O zamanlar henüz yirmi yedi yaşındaydı. Üç yıldır sigorta şirketinde çalışıyor ve çokta seviliyordu.
İş ortamında öyle pek içli dışlılık yoktu insanlar arasında. Herkes yoğun bir tempoyla işinde gücündeydi. Zaten genç adamda içe kapanık bir ruh hali içindeydi. Kimseyle konuşmazdı. Konuştuğu zamanda bazen neşeli, bazen de anlamlı sözler katarak konuşurdu insanlarla.
İnsanlar onun garip bir insan olduğunu düşünüyor, oda bunu düşündüklerini tahmin ettiği için bu düşünceyle kendini bir kabul edişe boyun eğiyordu.
İş yerine çok az bir mesafe uzaklıkta küçük bir evde oturuyordu. Annesi, babası köyündeydi. Ara sıra onlarla telefonla konuşuyor, bazen gidip görüyor. Bazen de mektuplar yazıyordu. Mektup yazma alışkanlığı çocukluğundan beri vardı. Herkese mektup yazardı. Asker arkadaşlarına, annesine, babasına, köyün kahvecisi Rüstem abisine. Her konuda insanlarla mektuplarda konuşur, mektuplarda dertleşir, mektuplarda hüzünlenir, mektuplarda neşelenirdi.
Ocak ayının ilk haftasıydı. O gün sabahın erken saatlerinde uyandığında güneşin odaya yansıyan ışıklarına bakarak, mutlulukla gülümsedi. Ve üstünü giydikten sonra işyerine gitmek için yola koyuldu.
İşyerine vardığında, hemen girişte, her hareketiyle dikkatini çekecek bir bayanla karşılaşmıştı.
Bu bayan bir iş görüşmesi için buraya gelmişti. Genç adam masasına oturduğunda kaçamak bakışlarla ona bakıyor, onunda kendisine bakmasını yürekten istiyordu. Ama bayan hiç kimsenin farkında değilmiş gibi, gözleri aynı noktaya dikilip kalmıştı.
Gözleri büyüleyiciydi. İnsanı sarhoş eder derecesinde bir etki bırakıyordu. Genç adam gözlerinde çapkın bir bakış ve tebessümle bu konuğa bakıyor, kafasında hayaller kurup duruyordu.
Acaba ne için gelmişti. Burada mı çalışacaktı. Burada çalışacağını düşünüyor, kalbi yerinden çıkacakmış gibi atıyordu.
Bir yarım saat sonra patronu bu bayanla birlikte yanlarına gelmiş, hepsini de teker teker tanıştırmıştı.
Genç adamın olduğu masaya geldiğinde elini uzattı ve isminin Nalan olduğunu söylediğinde; o da isminin murat olduğunu söyledi.
Ve tanışma bu şekilde gerçekleşti. Bayanın masası genç adamın hemen karşısındaydı.
Genç adam her gün işine daha bir sevinçle gidiyor, daha bir heyecanlı çalışıyordu. Çünkü karşısında gerçekten güzel bir bayan vardı ve bu bayanında ona kayıtsız olduğu düşünülemezdi.
Oda ara sıra genç adama bakıyor, bakışları bir noktada buluşuyor, buluştuklarında birbirlerine bakıp gülümsüyorlardı.
Her şey çok güzel gidiyordu. Akşamları iş çıkışında beraber bir yerde oturuyor, çay içiyor, konuşuyorlardı.
Hemen her gün beraberdiler, iş yerinde beraber, akşam beraberdiler. Hiç ayrılmıyorlardı. Yavaş yavaş birbirlerine bağlanmaya başlamışlardı. Murat aşık olmuştu. Onu hep düşünüyor, hep yanında olsun istiyordu.
Nalanda bu genç adama bağlanmıştı. Onun o garipliği nalan’ın hoşuna gitmiş, onda kendinden bir şeyler bulmuştu.
Bir Pazar günü buluştuklarında Murat artık her şeyin bir karara bağlanması gerektiğine karar verdi.
Çünkü bu kadın artık hayatımın bir parçası ve hayatımın bir parçası benim yanımda olmalı diye düşüncesini söylediğinde; nalan önce şaşkınlık ve hayretle murat’ a baktı. Sonra birkaç gün sonra kararımı söyleyeceğim dedi.
Murat sevinçliydi. Nalan durgundu. Henüz böyle bir şey beklemiyordu. Her şey iyiydi, güzel gidiyordu. Fakat bu evlenme fikri bir anda kendini derin bir çukurun içine atmaya benziyordu.
Birkaç gün geçtikten sonra nalan sabah işe geldiğinde huzursuz bir bakışla murat’a baktı.
Murat her şeyi anlamıştı. Bakışlar her şeyi anlatıyordu.
Nalan akşam konuşacaklarım var seninle dedi.
Bu konuşacaklarım var cümlesi her şeyi ifade ediyordu. Murat anlamıştı.
O gün Murat için çok huzursuz geçmişti. Bir iki müşteriyle tartışmış, telefonu hızla yüzlerine kapatmıştı. Diğer arkadaşları da Murat’ın yanına gelip onu sakinleştirmeye çalışmışlardı.
Akşam olduğunda Nalan’la birlikte çıktılar. Sahilde yürüyorlardı.
Bu iş olmayacak Murat, ayrılmalıyız. Her şey için özür dilerim. Sen çok iyi birisin, çok iyi bir insansın. Fakat ben evliliği düşünmüyorum.
Neden diye sordu Murat, neden düşünmüyorsun. Beraber mutlu olabiliriz.
Hayır Murat, hayır. Evlilik senin sandığın gibi değil.
Dün akşam çok düşündüm, ben evlenemem Murat, seni daha fazla üzmek istemiyorum. Ayrılmamız sanırım en doğru karar olacak.
O akşam son kez baktılar birbirlerine. Son kez el ele tutuştular. Son kez dudakları buluştu.
Artık her şey bitmişti. Hiç bir şey eskisi gibi olmayacaktı.
Murat eve vardığında kalemi aldı eline.
Hemen işyerine istifasını verecek ve bir daha da onu görmeyecekti.
Kısa bir istifa mektubu yazdı.
Çok sayın işverenim diye başlıyordu mektup. Çok saygı değer beyefendi. Dün akşam aldığım bir telefonla köyüme dönmem icap ediyor. Bu konuda beni anlayacağınızı umarım. Gelip gelmeyeceğim belli değil. Köyde bir takım anlaşmazlıklar oldu. Çok acele gitmem gerekiyor. Saygılarımla.
Mektup bittiğinde Murat’ın gözyaşları satırların arasına düşüyordu.
Ayağa kalktı, evin içinde bir ileri bir geri dolaşmaya başladı. Çok huzursuzdu. Bir yara almıştı. Ve öyle bir yaraydı ki bu bir daha onarılmayacak ve bir daha hiçbir zaman eskisi gibi olmayacaktı.
Geç saatte evden çıktı. Onu gören bir ev sahibinin karısı olmuştu. Oda Murat’ın çok tuhaf bir bakışla baktığını söylüyor, sanki kimseyi görmüyor, duymuyor gibi olduğunu söylemişti.
O akşam evden çıktığında, bir karar vermişti. Bu karar belki son derece kıvrandırıyorsa da onu, yapacak bir şey yoktu. artık buna katlanacak gücü kalmamıştı.
Sirkeci’den trene bindi. Bir iki istasyonda indi. İstasyonlarda duruyor, insanlara bakıyordu. Her istasyonda bekleyen bir kalabalık vardı. Herkes bir şeyleri beklemenin verdiği sabırsızlıkla birbirlerine bakıyorlardı.
Yenikapı’ya kadar gittikten sonra tekrar geri döndü, cankurtaran durağında indi. Duraktan çıkmış, raylarda yürümeye başlamıştı. Rayların kenarında surlar, yıkılmış, harap olmuştu. Surların içine girdi. Bir taşın üstüne oturup tekrar gözyaşlarıyla karışık mektubunu yazdı.
Gözyaşları dinmek bilmiyordu. Mektubu bıraktı. Hızla kendini rayların olduğu bölgeye atıp, artık her şeye bir son vermem gerekiyor diye bağırdı. O kadar yüksek sesle bağırmıştı ki, karşı taraf askeriyeydi. Birkaç asker Murat’ı görmüş, sarhoş olduğunu sanmışlardı. Fakat durum tamamıyla değişikti.
Tren geldiğinde Murat’ta kendini trenin önüne atmış, canına kıymıştı.
Sağlık ekipleri geldiğinde artık durumun tamamen onarılmaz bir duruma düştüğünü anlamışlardı. Murat ilk darbede trenin altına girmiş, vücudunun birkaç bölgesi parçalanmıştı.
Acıyla ölmüştü, içinde ki acıları bastırmak için ölmüştü. Bir daha yaşamayacak olması önemli değildi. O bir daha acı duymayacak, acı çekmeyecekti.
Mektup surların arasında bir taşın altında bulunmuştu. Gazetelere yansımıştı o zamanlar. Genç bir aşık cinnet geçirip trenin önüne atmıştı kendini. Ama cinnet miydi geçirdiği başka şeyler mi vardı, bu bir sır olarak kalacaktı.