- 839 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
TOPLUMDAKİ DEPREMİ ÇOCUKLAR YANSITIYOR
Çocuklarımızı okul, dershâne, test ve sınavlarla yarışmaya odaklanmış, başarısını ve varlığını başkalarını elemeye, geçmeye başlamış bir şekilde yetiştiriyoruz. Çocuklarımız adeta test makinesi olmuş durumda. Türkçe testinde soruların tamamını yapan çocuklar yarım sayfalık bir kompozisyon yazamıyor, iki dakika konuşamıyor ve yorum yapamıyor.
Toplum, çocukların özgür, sağlıklı ve sorumlu biri olarak yetişmesini istiyorsa söz ve davranışlarına dikkat etmeli, onları severken öldürmemeli. Hani çocuklar, kelebekleri severken öyle bir sıkarlar ki kelebekler ölür ya, işte bazı anne-babalar, eğitimciler ve de toplum galiba çocukları severken öldürüyor. Söz ve davranışlarda ölçü kaçırıldığı zaman, yarar yerine zarar veriliyor.
Boşanma göstergesi günden güne yükseliyor. Sarsıntının başka boyutları da var. Boşanma ailedeki bir sarsıntının ürünü muhakkak. Ama çocuk yuvalarındaki çocuk sayısının artışı da öyle. Suçlu çocuk sayısındaki yükseliş de öyle. Gençliğin uyuşturucuya yönelişi de öyle. Sapkın gençlik akımlarının doğuşu da öyle. Evden kaçan kız çocukların kadın simsarlarının eline düşüşü de... Nesiller arasındaki kopukluğun gün gün derinleşmesi de...
Bugünkü sosyal yaralarımızın sebepleri nelerdir? Bu sancı neden? Bu çözülüş neden? Bu soruların cevabını sistemin kendisinde aramak gerekir. Batıcı dünya görüşü başlangıçta sadece kültürel değerler olarak getirilmek istendi ülkemize. Yapılan operasyonların tümü, Türkiye`de geleneksel yapıyı yıkmak ve batı değerleri istikametinde yeni bir toplumsal yapılanışı sağlamak amacına yönelikti. Onun için geleneksel yapı yoğun darbelerin hedefi oldu. Bu dönemde, aile yönünden en önemli operasyon, kadının konumu üzerindeki yeni değer yargılarıdır. Bunun özü de, kadına annelik dışında yeni görevler arama düşüncesinden oluşmuştur. "Kadın değişirse toplum değişir, geleneksel yapı değişir" düşüncesiyle, kadın aile içinden toplumsal arenaya çekilmek istenmiştir. Ancak bu kültürel operasyonun, toplumda, çok küçük çevreler dışında yankı bulmadığı söylenebilir. Uzun süre toplum, ailesini bir sığınak gibi kullanmış ve hâkim operasyonlara karşı direnmiştir. Zaman içinde sistem kültür, ekonomi, hukuk, sosyal yapı vs. bütün alanlarda etkinliğini hissettirmeye başlamış ve toplumu her yandan kuşatmıştır. Okullarda verilen kültürel formasyon bir yandan batılı değerleri yetişme çağındaki nesillere taşırken, toplumun boğazına basan ekonomik şartlar, kadını iş hayatının içine çekmiştir. Öte yandan kitle iletişim araçları, bu sosyo-kültürel-ekonomik yapı istikametinde bir genel anlayış oluşturmak görevine soyunmuştur. Bu akışın havarilerini takdim etmek, toplumdan gelen direnişleri ise sindirmek, kitle iletişim araçlarının temel misyonu olmuştur. Bu süreçte neler yaşanmıştır? Ailelerdeki nesil çatışmaları aile bütünlüğü aleyhine desteklenmiştir. Anne-baba veya büyükanne-büyükbaba, "geleneksel değerlerin temsilcisi" yaftası vurularak mahkûm edilmek, onların çocuklar üzerindeki etkinliği silinmek istenmiştir. Çocuklardan gelen her şey iyi, anne-babanın her isteği kötü olarak nitelenmiştir. Her çocukta "devrimci bir kimlik" aranmıştır. Kız veya erkek çocuk evden kaçmışsa, "babanın baskılarına dayanamadığı için kaçtı" temaları işlenmiştir. Çocuk, bir özgürlük davacısı gibi sunulmuştur. Bu, bugün de devam etmektedir.
Çocuğumuzun beden, ruh sağlığı ve başarısı için yapılacaklar çok zor şeyler değildir. Gerekli olan manevî eğitim göz ardı edilince birtakım yanlışlıklar ve bunların kötü sonuçlarıyla karşılaşacağımız da kaçınılmaz olacaktır.
Çocukların ergenlik döneminde kimliği ve kişiliği yeni yeni oluşmaktadır. Daha duyguları ile aklı arasında kesin bir denge oluşturamamıştır. Daha çok duygular öndedir. Bizim onlara göstereceğimiz sevgi ve ilgi sayesinde çevresinden gelecek olan kötü alışkanlık ve kötü arkadaştan kendini koruyacaktır. Bizim yapacağımız ilk şey onlara doğru olanı anlatarak, onları ikna etmek olacaktır. Anne baba ve de öğretmen çocuğun kalbine girebilmelidir. Göstereceği şefkat ve sevgi ile kalplerini fethedebilmelidir. Kalbine giremediğimiz çocuğun aklına da giremeyiz.
Ailenin iyi ve kötü karakterli bir çocuğa sahip olması kendi elindedir. Kötü bir çocuk, ya babanın ya da annenin veya her ikisinin eseridir. Çocuğumuzda gördüğümüz kötü bir davranışın suçunu öncelikle kendimizde aramalıyız. Genelde anne-babalar veya öğretmenler çocuklarda görülen yanlış davranışların suçunu; başta çocuğa sonra da çevreye yüklemeye çalışır. Şunu iyi bilelim ki çocuk aileden ne görürse onu taklit eder. Çocukların öğütten daha çok somut örneklere ihtiyacı olduğunu unutmayalım. Eğer biz çocuğumuza iyi bir terbiye vermişsek çevrenin tesiri çok fazla olmayacaktır. Kötü eğitimin ilk ve en etkili yolu kötü örnek oluşumuzdur. Anne babanın yanlış davranışlar sergilediği halde evlatlarından doğ-ru davranışlar sergilemesini isteyemezler, kendileri iyilik yapmadıkları halde evlatlarının iyilik yapmasını beklemeleri ne kadar mantıklıdır? Sigara içen baba, kendisi yalan söyleyen anne vb. örnekleri çoğaltmamız mümkündür.
Çocuklarımızı iyi eğitemememizin bir sebebi de onlara yeteri kadar zaman ayıramamamızdır. İlgilenilmeyen çocuklar zamanını sokakta, televizyon veya bilgisayar başında geçirmektedir. Çocuklarımızın kişiliklerinin oluşmasında en değerli dönem çocukluk dönemidir. Bu dönemde ona karşı sevgimiz, ilgi ve yakınlığımız yeteri kadar verilemezse sonradan bu çocuk neden böyle oldu diye feryat etmemizin hiçbir önemi yoktur.
Çocuklarımıza nasıl davranacağımızı, neyi, ne zaman, nerede vermemiz gerektiğini bilmemiz gerekir. Bugün yaptığımızı yarın bozmamızdır. Çocuklarımızı tabir yerindeyse bir arada iki derede bırakmamızdır. Bu tutarsız davranışlarımız karşısında çocuklarımız kişiliklerini kaybetmektedir. Keyfimiz yerinde olunca yaramazlıklarına gülüp geçerken, işlerimiz yolunda gitmediği zaman çocuğumuzun çok daha basit bir hatasında çok büyük bir tepki vermemiz çocuğun ruh dünyasını altüst eder. Çocuk ruhunda derin yaralar açar ve çocuğumuzla aramızda uçurumların oluşmasına sebep olur. Bu da bizim eğitim anlayışımızın yanlışlığını göstermektedir. Eğitim konusunda duyarlı ve dikkatli olmadığımız zaman çocuğumuzun duygusal dünyasının temel taşlarını farkında olmadan temelden yıkabiliriz.
Atalarımız ne demiş “Ne ekersen onu biçersin.” Biz anne-baba olarak bin bir sıkıntı ve güçlükle yetiştirdiğimiz yavrularımızın hayırlı bir insan olmasını başta kendine, ailesine ve içinde yaşadığı topluma yararlı olmasını can-u gönülden isteriz. Mutlu bir aile yuvasını kim istemez ki? Karşılıklı sevgi ve saygıya dayanan samimi ilişkiler hangi insanı mutlu etmez ki? En değerli zamanlarını çocuklarından ayrı geçirenlere, yavrularından sevgi, şefkat ve merhameti esirgeyenlere, kuş cıvıltılarını andıran sesleriyle, misk gibi kokularıyla, pırıl pırıl çiçek yüzleriyle onlara tahammül edemeyenlere bakıyor ve acıyorum. Bu insanların duygusuz aynı zamanda bahtsız olduklarını düşünüyorum. Bir hadiste: “Merhamet etmeyene merhamet edilmez” buyrulmuştur. Sevgisiz, şefkatsiz ve merhametsiz ortamlarda yetişen çocuklar ruhen ve bedenen hastadırlar.
Anne-baba olarak söz ve davranışlarımızı gözden geçirmemiz, öz eleştiriye açık olmamız gerekir. Gerçek anlamda değişmek ve gelişmek istiyorsak, önce kendimizden başlamalı, suçlu arayıp, bahaneler üreterek hiçbir şeyi değiştiremeyiz. Aile içindeki huzursuzluk, söz atışmaları, şiddet ve kavga çocuklarımızın gönül dünyasını yaralamaktadır. Anne-babanın çocukları arasında farklı uygulamalar yapması çocuğun ruh yapısını tehdit eden davranışlardan biridir. Aile içindeki çekişme ve kavgalarda çocuğu bazen tanık, bazen yargıç, bazen de aracı olarak kullanmak çocuğu sorunlu hale getirir. Çocuklarda tamiri çok zor durumlar ortaya çıkarır.
Çocuklarımızı iyi tanıyamazsak, içinde bulundukları gelişim dönemlerine ait ihtiyaçlarını ve sorunlarını da çözemeyiz. Problemler dinlenmez, onlarla iletişimimiz bozulursa mutsuz bir çocuğu kendi ellerimizle yetiştirmiş oluruz. Bunda da bizim katkımız olmuş olur ki sonradan buna çok üzülürüz ama iş işten geçmiş olur. Özellikle ergenlik dönemlerinde çocuklarımızla bir arkadaş gibi olmalı, onları dinleyip anlamaya çalışmalı, rolleri değişerek bir de onun tarafından bakmayı empati denememizin yararını göreceksiniz. Bir zamanlar ben de genç oldum, bu durumları ben de yaşadım diyerek güzel davranma erdemini yakalamalıyız.
Çocuklarınız sizin onlara değer verdiğinizi bildiği zaman kendi davranışını kontrol eder. Şunu aklımızdan hiç çıkarmayalım. İnsanların başarılı veya başarısız olması insanlardan gördükleri ilgi ile doğru orantılıdır. “Benim dediğimi yap ama yaptığımı yapma!” anlayışı, çocuk eğitimi açısından sakıncalı bir sözdür. Çocuklarımıza iyiyi, doğruyu, güzeli anlatmanın yolu, onlara sadece öğüt vermekle olmaz. Çocuklarımızın bizim sözlerimize değil, yaptıklarımıza baktıklarını asla unutmayalım.
Bir bilgenin şu sözlerini kulağımıza küpe yapalım: “Kim olduğun, söylediklerini o kadar gölgeliyor ki, ne dediğini bir türlü anlayamıyorum.” Çocuklar ihmal ve istismar edilecek varlıklar değil aksine sevilip koklanacak, evlerin süsü, gönüllerin tomurcuğudur.
Netice itibari ile sorumlular olarak başımızı ellerimizin arasına alıp iyice düşünelim. Çözüm için kolları sıvayalım. Samimi bir niyet ve gayretle çocuklarımızın yok olup gitmesine izin vermeyelim. Geleceğimiz olan yavrularımız için hizmet kuşağını kullanalım. Bundan başka çaremiz de yok.