- 457 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Mağaranın Kamburu-11
-Nasılsın?
-İyi sayılmam. Geceleri rahat uyuyamıyorum. Birkaç gecedir aynı rüyayı görüyorum. Yüksek bir yerdeyim, aşağısı derin bir uçurum. Aniden bir fırtına çıkıyor, beni uçuruma doğru iteliyor. Bir şeye tutunuyorum; ağaç mı kaya mı bilmem. Fırtına bir cadıya dönüşüyor, bu cadı tutunduğum nesneden koparabilmek için ayağı ile ellerimi tekmeliyor. Direniyorum. Sonunda bırakmak zorunda kalıyorum. Uçurumdan aşağıya doğru sürükleniyorum,yuvarlanıyorum; yuvarlanma az sonra uçmaya dönüşüyor. “İşim bitti artık” diye düşündüğüm, hızla dibe çakılacağımı sandığım sırada ağzını açmış beni bekleyen bir ejderha görüyorum. Ejderha da papaz kılıklı üç-dört metre boyunda bir adam oluveriyor ve bu adam güçlü elleriyle beni yakalıyor
.
-Kâbuslar oldukça rahatsız edici görüntülerdir. Fizyolojik ya da psikolojik bir olumsuz durum buna neden olabilır. Bitti mi?
-Bitmedi. İri, papaz kılıklı adam beni kucağında biraz taşıyor ve tarihi bir yapının kapısının önündeki bir taşın üzerine yatırıyor. Burasının neresi olduğunu sorduğumda; tek bir kelime çıkıyor ağzından: “sunak”
.
-Yani tanrılara adak sunulan yer.
-Öyle olmalı. Gözlerimi, ellerimi, ayaklarımı bağlıyor. Göremiyorum, fakat çıkarılan gürültüden etrafımda bir kalabalığın olduğunu anlıyorum. Derken ortalığı bir sessizlik kaplıyor. Çıt çıkmıyor. Öldüğümü, öteki dünyaya gittiğimi düşünüyorum. Nasıl olduğunu bilmiyorum, ama kurban durumunda iken seyirci durumuna geçtiğimi fark ediyorum. Bu sefer sunak yerindeki taşın üzerinde 17-18 yaşlarında oldukça güzel bir kız var. Ellerinde bıçak olan üç adam,kızın elbiselerini çıkarıyorlar, bunu yaparken çok nazikler. Kız bağırmıyor, debelenmiyor, sessizce olacakları bekliyor. Derken renkler, seslere ; sesler görüntülere karışıyor. Sunaktaki kız kayboluyor, onun yattığı yerde tek başına bir kalp duruyor. Bu kalp çalışıyor, sunakın altındaki oyuktan incecik bir kan dereciği akıyor. Uyanıyorum. Tabii kan-ter içinde kalmışım.
-Aylardır kesme-biçme işlerini düşünen bir insandan başka türlü rüya görmesi de beklenemezdi.
-Sağ ol be bunak! Teşhisi de koydun hemencecik. Tedaviyi de söyle bari.
-Tedavi işine ben değil, bir ruh hekimi bakmalı. Yeni işinden bahsediyorduk iki gün önce…
-Bir inşaat firması olduğunu söyledim sanırım. Şirkete önemli oranda ortak oldum. Proje üzerinden konut satıyoruz, bir taraftan da daha önce satılan dairelerin inşaatını bitirmeye çalışıyoruz. Ortağımla kafa kafaya verirsek çok büyük işler yapabiliriz.
-Ateş tek başına olursa sadece düştüğü yeri; rüzgardan yardım alırsa her tarafı yakar. Anladığım kadarıyla biriniz ateş, diğeriniz de rüzgar gibisiniz. O şirkette işlerin biraz bozuk olduğunu söylemiştin.
-Kriz dolayısıyla biraz sıkıntı var, ama aşacağız. Bir bankadan yüklü miktarda kredi almak üzereyiz. İşlemler sonuçlandıktan sonra önemli ölçüde rahatlayacağımızı sanıyorum. Gerçi şimdi de iyi kazanıyoruz. Mesela arabamı değiştirdim. Biraz eskimişti ve kazadan sonra sağa doğru da çekiyordu. Bir dört çeker aldım. Malûm devir “ye kürküm ye” devri. En kısa zamanda bir villaya taşınmayı da düşünüyorum. Görüşmeleri, partileri, toplantıları lüks yerde yapmak kişiye ve firmaya prestij kazandırır. Çok çalışıyorum ve daha da çok çalışacağım; çünkü o kadar fazla şeye ihtiyacım var ki.
-Tebrikler. Bu kadar kısa sürede böylesi bir sonuca ulaşmak herkesin başarabileceği bir iş değil.Yalnız şunu da unutma: İhtiyaçlarını azaltırsan ancak o zaman esaretten kurtulup, özgürlüğe kavuşursun. Yoksa sen kendini efendi zannedip avuturken, köleliliğin bir ömür boyu sürer gider. Para her şey demek değildir. Bu husutaki son sözüm de şu: Dağa tırmanırken, ineceğini de düşünmelisin.
-Önce tebrik için teşekkürler. Sen de şunu bil ki; evet para her şey değildir; herşeyin her şeyidir. Konu dağılmadan anlatmaya çalışayım , çünkü bu gün sana söylemek istediklerim asıl O’nunla ilgili şeyler.
-Yani sevgilinle. Sahi çok ender bahseder oldun O’ndan.
-Acele etme, anlatıyorum işte. Az kalsın o şıllık beni öldürecekti. Belki fark etmişsindir boynumu hep sol tarafa doğru eğik tutuyorum.
-Geçen geldiğinde dikkatimi çekti, ancak sormadım. Nasıl olsa kendi anlatır diye düşündüm. Geçmiş olsun, boynuna sert bir darbe mi aldın?
-Tahminime göre yaklaşık iki ay olmuştur. Eski işyerimdeydim. O, işyerime çıkageldi. Tam O geldiği sırada odamda sekreterime bir mektup yazdırıyordum. O, odaya girer girmez kızın üzerine saldırdı. Araya girip kızı kurtardım ve dışarı çıkmasını söyledim. Kız gitti. Meğerse bizimki kızı kıskanmış. Çok güzel bir kızmış da, ben odada onunla ne yapıyormuşum da,beni daha önce uyarmış da… Burası doğru, yani uyarmıştı, hatırlıyorum: ”Karın dahil, bir başkasıyla yattığını öğrenirsem yemin ederim ki seni öldürürüm.”, demişti. Bağırıp duruyor, benim söylediklerimi dinlemiyordu. Kızı sekreter olarak benim almadığımı, daha önce burada çalışan bir memur olduğunu ve ben Muhasebe Müdürü olduktan sonra patronun onu benim sekreterim olarak görevlendirdiğini anlattım.
-Kişi kendini nasıl bilirse başkalarını da öyle sanırmış. O senin sekreterindi ve sevgilin oldu. Şimdiki sekreter niye yeni sevgilin olmasındı ki…
-Evet, O da öyle düşünmüş olabilir. Koltuğa oturtup elini yüzünü kolonya ile ovdum. İyileştiğini düşünürken, bir ağlama krizine girdi. Sustaramıyordum. “Ağlayabildiği kadar ağlasın” diye düşünerek bıraktım. Sustuğunda yanına gidip, saçlarını okşayıp güzel sözler söyledim. İyi görünüyordu. Çantasını açtı, parfüme benzeyen bir şey çıkardı. Daha doğrusu ben öyle zannettim. Çıkardığı parfüm değil biber gazıymış. Gözlerime doğru elindeki şeyi sıktı. Hiç bir şey göremiyordum. Gözlerim yanıyordu, ovuşturdum; ancak fayda etmedi. Ben gözlerimle uğraşırken karnımdan ve boğazımın sol tarafından beni bıçakladı. Sesim çıktığı kadar bağırmaya başladım. Daha doğrusu acıdan böğürdüm. Gürültü bürodakilerin dikkatini çekmiş olmalı ki güvenlik elemanları içeriye doluştu. Gerçi ben, o sırada güvenlik elemanlarını görmedim, ama kapının hızla açılmasından onların geldiklerini anladım. Öncelikle gözlerimi yıkamalarını istedim. Gözlerim yıkanınca, biraz daha iyiydim eskiye oranla. Bu sefer de boynumun ve karnımın acısı dayanılmaz bir hal almıştı.
-Geçmiş olsun. Bir anlık öfke ile yapılmış bir davranışa benzemiyor.
-Bilemem. Güvenlik elemanları O’nu yakalamışlar, biber gazına ve sustalı bıçağına da el koymuşlar tabii. O’nu ne yapacaklarını sordular. Bir odaya hapsetmelerini, odanın içine ve dışına nöbetçiler koyup ben gelene kadar beklemelerini, bu arada odadaki kanları derhal temizletmelerini ve beni de özel bir hastaneye götürmelerini söyledim. Hastane tedaviye hemen başladı, fakat bu arada bıçakla yaralanma olduğu için polise haber vermeyi de ihmal etmemişler. Tedavi bittikten sonra polis gelip ifademi aldı. O’nu polise teslim etmedim. Kıyamadım. Çünkü aylarca karakollarda, mahkemelerde sürünecekti. Belki de hapse bile girecekti.
-Öyleyse polise yanlış ifade verdin.
-Evet, işyerinden biraz uzak bir sokakta bir gaspçı tarafından saldırıya uğradığımı ve cebimdeki bir miktar paranın da alındığını söyledim. Saldıran kişi ile ilgili bir eşkâl de uydurdum. Polis tahkikatı benim verdiğim bilgiler doğrultusunda sürdürüyordur sanırım. Boynum ve karnım bantlı bir şekilde işyerine döndüm. Çalışanları bu olaydan kimseye bahsetmemeleri konusunda uyarıp, O’nun gözetim altında tutulduğu odaya girdim. Önce yüzüme hiç bakmadı, hastane ve polisle ilgili yaşadığım olayları anlatınca boynuma sarılıp özür diledi ve gene ağladı. Sevgim başkalarının O’na zarar vermesini engellememi sağlamıştı.
-Başkalarının zarar vermesini engelliyor da senin zarar vermeni engelleyemiyor.
-Bunlar farklı şeyler. Sen anlayamazsın.
-Öyle olsun. Seni o halde gören karına ve çocuklarına durumu nasıl anlattın?
-Karım pek ilgilenmedi. Çocuklara da polise anlattıklarımı söyledim. Pek inanmışa benzemiyorlardı. O nedenle çocuklarımın yüzüne utancımdan uzunca bir süre , daha doğrusu günlerce bakamadım.
-Karının durumu nasıl? Senin yaşadığın olayı bile tam olarak algıyamadığına göre durumu ağır olmalı.
-Çok kötü. Çıldırmak üzere. Yaşadığı olaylara bir ay önce bir ekleme daha oldu. Bu da kendiliğinden. Erkek kardeşini kaybetti. 30-35 yaşlarında idi, kalp krizi aldı, götürdü.
-Aksilikler üst üste geliyor.
-Bir profesör demiş ya “aksilikler belediye otobüsleri gibidir. Gelmez gelmez, sonra hepsi ard arda geliverir” diye.
-Doğru. Karına bu zor günlerinde destek oluyor musun? Ne de olsa yıllardır sürmüş olan bir bereberliğiniz var ve de çocuklarının annesi. Vefalı insan bu gibi durumlarda yardımlarını esirgememeli.
-Kambur, sen beni dinlemiyor da dinliyor gibi mi yapıyorsun? Defalarca söyledim. Ben ondan kurtulmak istiyorum. O benim ayağıma bulaşmış bir çamur. Çamuru bir şekilde temizlemek istiyorum. Kararımı çoktan verdim ve sen de bunu bir kez daha duy: Onu çıldırtarak hayatımdan çıkaracağım.
-Karına yaptığın psikolojik bir işkence. Bence bedene yapılan işkence ruha yapılanın yanında çok hafif kalır.
-Bu gece ahlâk budalalılığın üzerinde. İyisi mi, seninle kavga etmeden ve de kovulmadan kendim gideyim. Haydi, hoşça kal iyilik timsali bilge kambur!
-Güle,güle.
***
(Devam edecek)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.