O MASA
Çok değil iki gün önce, üç sıra önümdeki o tahta masada küçük bardak çayları büyük umutlarla yudumluyordu ne konuşacağını bilmeyen dudaklarımız.
Masa altında inceden titreyen bacaklarım bu gün sakat, bu gün hissiz…
Oturduğun sandalyeye dikili gözlerim, bir yabancıyı sen kılığına sokup bakıyor.
Sana hiç benzemeyen, sen gibi bakmayan sen olmayan bir yabancı o masada, o sandalyede değer kazanıyor…
Soğuttuğum çayın farkında lığıyla yaklaşan garson ‘tazeleyeyim mi?’ diyor.
Kaldırıp gözlerimi daldığı yerden, ‘onsuz tadı yok çok sevdiğim demli çayların’ diyorum içimden. Suskun yüzüme şaşkınlıkla bakarak bir kez daha soruyor.
Ağlamaya hazır kıta duran gözlerimi çevirip masaya tazele diyorum, yarım yamalak çıkabilen sesimle…
Üzülerek bakıyor sebebini bilmediği üzüntüme. İşte o masa, o sandalye demek geliyor içimden. Diyemiyorum seni kimselere!
Sıktığım dişlerimi gevşetip serbest bırakıyorum. Göz bebeklerimi acıtan, tuzu keskin damlaları.
O masadaki yabancı bakıyor, tüm masalardaki yabancı doluluklar bakıyorlar, bir sen görmüyorsun…
Çalan telefonla bozuluyor suskunluğum, adın çakılıyor gözlerime. Titreyen dudaklarımı ısırıp
Ses veriyorum sesine.
‘O masada mısın?’ diyorsun… Yanaklarımdan dudak arama sızıyor, tutamadığım gözyaşım.
Cümleler kuruyorum ne dediğimi duymadan. Göremediğin ağlayışlarımı duymaman için
Saçmalıyorum enine boyuna…
Özledim diyen sesin takılıp kalıyor kulaklarımda. Kapadığım telefonun ardından, boşalan o masada özledim diyen olmalıydı diyor içimdeki ses. Dışım susuyor!
Üç sıra ardında durduğum o tahta masada atan yüreğimin elleriyle mektuplar yazıyorum sana.
Bir varmış la başlayıp bin yokmuş la biten masalımızın satır aralarına damlıyor gözlerimde kalan son fer.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.