- 741 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
ÇOCUKLUĞUMDAN BİR SAYFA!..
Yalnızlık anlarımda; kendimle içsel konuşmalara ihtiyaç duyduğum zamanlarda; çocukluğumdan kalan, belleğimde hala izleri belli, yıkık dökük olan anılarıma dönerim. Bazen ağlamaklı olurum. Gözlerim dolar; ama belli etmemeye çalışırım etrafımdaki sevenlerime. Çünkü onların gözünde; ben, her zaman güçlü bir eş ve baba profili çizmekteyim ya. Babalarının zaaflarını görmeye tahammülleri asla olmaz.Bunu göstermeye de benim hakkım yoktur zaten!
Yaşayamadığım çocukluğumu, yıllar sonra her iki oğlumla da telafi etmeye çalıştım. Bilinç altıma gizlenmiş dürtüler, oğullarımla birlikte hemen uyanıverdiler.Onlar, dört beş yaşlarına geldiğinde; ben de,evde üçüncü çocuk rolünü üstlenmiştim.Çocuklarım da alışmışlardı bu duruma:
- Hadi baba bilye oynamaya, hadi baba top oynamaya çıkalım, diyorlardı.
Mahallenin çocukları arasında ben de onlarla kaynaşıyordum. Kan ter içerisinde kalıyor(Cumartesi, Pazar günleri genellikle),hava kararmış olmasına rağmen, biz oyuna doymuyorduk.
Yıllar, çok çabuk geçti.Heyhat da desen nafile!
Cahit Sıtkı Tarancı;
-Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı cağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
diye söylemiş ya!
Büyük üstadın yaptığı hesaba göre; ömrümün tamamlanmasına on yedi yıl kalmış. Elli üç yıl, sanki saniyeler gibi gelip geçmişti. Demek ki;geri de kalan yıllar da böyle saniyeler gibi geçecek,haberim olmayacaktı.
Oğullarım ,uçup gittiler Almanya’ya.Dört yılda iki kez görebildim sadece.O da onar günlük bir hasret giderme.
Şimdi kızım Aysu ile dolu dolu beraberiz. On bir yaşında olması benim de işime yarıyor.Hiç olmazsa yaşlılık psikolojisine kendimi kaptırmıyorum,onunla ilgilenirken.
Aysu’yu bir gün parkın içerisindeki salıncaklarda sallarken;
- Babacığım,sen de böyle çocukluğunda oynar mıydın dedemle? Hadi bana çocukluğundan bir sayfa anlat demez mi.
- Peki dedim.Bir banka oturduk.Belleğinde benimle ilgili hüsrana uğrayacak kötü şeylerin iç dünyasında yer etmemesi için, ona hep güzel şeyler anlattım.
Gerçek sahifeyi yırtıp atsam da yaşadıklarımı yırtıp atamadım. Asla atamadım:
“…Soğuk kış günleri. Kar geçit vermiyor olsa da biz üç erkek kardeş, kızaklarla yakınımızdaki çalılık tepelere gidiyor,karı yarıp odun hazırlıyor ve kızağımızla bata çıka eve gelmeye çalışıyorduk.En küçükleri olmama rağmen,bir şeyler yapmak için çırpınıp duruyordum.
Akşam olduğu zamanlar saç sobanın etrafında kümeleniyor, ısınmaya çalışıyorduk.
İki gözlü eğreti bir baraka ev, bizim konağımızdı.Ev,dört büyük taşın üzerinde duruyor,taşların yarıdan fazlası yere gömülüydü.İçerde yürüdükçe tahtalar sallanıyor,tahtaların altında fareler sağa sola cirit atıyordu.Hatta tahtaların arasında geberen bir farenin kokusundan bir yıl boyunca tedirgin olmuştuk.Tuvalet,tünel biçiminde uzundu.İhtiyacımızı,karşılamaya çalışırken,tuvaletin deliğinden çıkacak farelerin hışmına uğrama şansımız her zaman vardı.Sanki farelerle dost olmuştuk.Bazen aramız açıldığında balta ile hazır ol da bekliyorduk.
Babam, kamyon şoförü olduğu için sürekli dışarıdaydı.On beş günde,ayda bir gelir.Korkudan yanına yanaşamazdık.Trafik kazaları yaptığı için sık sık hapishaneye girip çıkardı.Hapishanenin demir parmaklıklarını onun sayesinde öğrendim.
Okullar,tatil olmuş,karneleri almıştık.Ben sınıfımı geçtiğim için şanslı ve sevinçliydim.Ortanca ağabeyim de sınıfını geçmişti.O da şanslıydı.Büyük ağabeyim ise yine sınıfta çakmıştı.Mübarek,üç yıllık ortaokulu çift dikişle altı yılda bitirmişti.Umursamaz bir yapısı vardı.Babamdan her yıl dayak yemesine rağmen tınlamazdı.Dediğini yine yapardı.Bir de :
- Çift dikişle sınıf geçmek iyi oluyor. Dikişler,sağlamlaşıyor demez mi.
Babam, yorgun argın eve geldiğinde sinirler tepesinde olurdu genellikle. O zaman anlıyorduk ki; yanında asla durmayacaksın.Kesinlikle haşlardı adamı.Onu görür görmez diğer odaya kaçar,yatakların arasına saklanırdım.Babamla konuşmaya korkardım.Titrerdim karşısında.
Bir gün eve geldiği gece içkiliydi. Ana avrat sövüyordu. Kime sövdüğü de belli değildi.
Annemle odalarından konuşmaları geliyordu, kulaklarımıza.Birden bir bağırtı koptu.
- Karnelerinizi getirin ulan!
Bizden ses çıkmayınca tekrar aynı ses, yükseldi. Bu sefer sesin tonajındaki öfke bulutları,yayılmıştı saklandığımız odaya doğru.Sınıfımı geçtiğim için karnemi alıp koştum,yanına.
- Diğerleri de gelsin diye bağırdı.
Babamın asıl amacı belliydi. Büyük ağabeyimi sorgulamak. Benim ve ortanca ağabeyimin karnelerine bakmadı bile.
Üç kardeş, esas duruşta bekliyorduk.Direk büyük ağbeyime doğru.
- Sınıfı geçtin mi ulan?
--…..
- Sana diyom ulan anasını bellediğim…Yine kaldın değil mi?
Aman Allah’ım dokuz şiddetindeki deprem ne ki…Evde ki deprem,onun iki misliydi sanki.
Babam, anama bağırıyor:
-Getir şu sobanın maşasını.
Anam,sıkıysa getirmesin.Babamın elinde maşa.Büyük ağbeyime :
- Yat ulan yere! Uzat ayaklarını! Ortanca ağabeyime de:
- Sen de tut bakalım, bu hergelenin ayaklarından.
Annem,gözyaşları içinde babamın ellerinden ağabeyimi kurtarmak istese de nafile.Yediği bir yumruk darbesiyle,kendisini ocağın içinde buluyor.
Ben ise bir köşeye pusmuş, gözyaşları içerisinde olacakları izlemekten başka çarem kalmıyor.
Babam, ağabeyimin ayakları altına; elindeki maşayı her vuruşunda haykırıyor:
-Ulan hergele,benim gözlerim patlıyor yollarda,canım çıkıyor direksiyon sallamaktan;sizleri okutacağım , adam edeceğim diye.Sen de s…..knin sevdasına kızların peşine gidip sınıfta kalırsın ha.
- Babacığım, bu seneden sonra daha kalmayacağım’ diye yalvarsa da nafile…
Nice sonra babam, yorgun düşüp dayak atma faslını bıraktığında benim gözlerim ağlamaktan kan çanağına dönüyordu.
Ağabeyim ise bir iki gün yürüyemeyecek durumda evden dışarıya çıkamaz haldeydi..."
Ruhun şad olsun babacığım.Sağ olsaydın da bizi her gün dövseydin(Gerçi evlendiğimde bile hanımın yanında dayağını yemiştim).Ruhuna el Fatiha…
Kızım Aysu, oturduğumuz yerden benim anlattıklarımı dinliyordu ama;ben, hep hayali mutlu çocukluk anılarımı anlatıyordum.
- Hadi babacığım, benim için bir şarkı söylesene.
- Şarkı bilmem ki!
- Peki, babacığım benim için bir şiir söyler misin?
- Şiir yazmayı bıraktım bırakalı ilham gelmez oldu.
- Peki, babacığım; benim için bir öykü yazar mısın?
- Söz kısım, sana. Akşam eve gidince yazacağım.Başlığı da :“Kızım Aysu ile Mutlu Yıllarım “olacak.
BİTTİ.
YORUMLAR
Arkadaşım yazını okurken, tüm okuyanlar gibi benim de çocukluğumu gözümün önüne getirdi...Ablamla ikimiz, rahmetli babamın ne demek istediğini bakışından anlardık...Çok korkardık, hiç dayak yedim mi? Hayır yemedim...Ama çok severdim, saygı çerçecesinde evin şımarık kızıydım ben, babacığım omuzlarında gezdiriirdi beni...Evlenene kadar kucağından inmedim hiç...
Sizin babanız despotmuş ama yine de çok seviliyor ve her yaşta babaya ihtiyaç duyuluyor değil mi? Rabbim yattıkları yeri cennet etsin...Başın sağolsun arkadaşım...
Keşke o günler gelse...Öyle özlüyorum ki...
Sevgi ve saygı ile
Ben de su-misali'ne aynen katılıyorum. Bizim kuşak önce babalarından, sonra da çocuklarından çekti.
Bir türlü orta yolu bulamadık vesselam. Sevgisiz ve ilgisiz, kendi kendimize büyüyüp gittik. Yazını okuyunca çocukluğum film şeridi gibi geçti gözlerimin önünden.
Dokunaklı bir yazıydı Ayhan Bey kutlarım...
sevgilerimle...
bir arkadaşım demişti ki
ben babamla konuşmaya başladığım zaman
hep halının desenlerine bakar
nerede ne var diye ezberlerdim
yaşım 55 oldu babam ne zaman aklıma gelse
halının desenleride aynı anda gözümün önünde belirirdi
benimde hep söylediğim bir şeyler var
bizim nesil diyorum ben yaşı 40 la 55 arası olanlara
bizim nesil gerçekten çok şansız yetişti
önce büyüklerimizin emri altında köle gibi olduk
şimdi de aynı şeyi çocuklarımız yaşamasın diye çocuklarımıza köle olduk
velhasılı zor bir süreç bizim yaşadıklarımız
ağabeyim , çok içten kaleme alınmış bir yazı
yürekten kutluyorum
selam ve saygılarımla