BİR KIŞ GÜNÜYDÜ...
İç Anadolu’nun küçük bir şehrindeydik ben on yaşımdayken. Küçük bir mahallede dar bir sokağın köşesindeydi evimiz. İki odalı, bahçeli, kutu gibi bir ev. Kapımızı açıp düzayak balkona çıktığımızda ilk gördüğümüz karşı komşunun evi olurdu. Çoğu zaman balkondan balkona bahçeden bahçeye sohbetler edilirdi.
Yine o soğuk kış günlerinden biriydi. Dışarıda kar kokusu vardı. Okuldan eve gelen çocukların, işten eve dönen insanların yüzlerinden havanın ne derece soğuk olduğu anlaşılıyordu. Akşam olunca hava sanki pembemsi kırmızı bir hal almıştı. Senenin ilk karının beklentisiyle, sabaha bir sürprizle uyanmak ümidiyle girildi yataklara o gece.
Sabah olmuştu. Kardeşlerim ve ben kalkar kalkmaz hemen pencereye koşup karın yağıp yağmadığına baktık. Ama ne yazık ki hiçbir şey göremedik. Camlar bembeyazdı ve dışarısı görünmüyordu. Hemen kapıya koştuk. Kapı da açılmıyordu. Epeyce uğraşın ardından açılan kapıdan bir kamyon dolusu kar üzerimize boşaldı. Kar boşaldı ama yine de bir şey göremiyorduk. Aman Allahım! Evimiz tamamen karlar altındaydı….
Dehşet içinde anne-babamızı uyandırdık. Onlar da hayretler içinde karlara bakakaldılar. Manzara ürperticiydi. Evin diğer odalarına koştuk; hep aynı, her yer bembeyaz.. Gökyüzünü bile göremiyorduk.. Elektrikler de kesilmiş, sobamız da sönmüştü, üşümeye başlamıştık. Bir süre olayın şokunu atlatamadık. Yakacak odun-kömür, karları kürümek için kürek hepsi bahçedeydi. Kahvaltıda yiyecek ekmeğimiz de yoktu.. Bu arada bizim okul babamın iş saati yaklaşıyordu..
Babam tekrar kapıyı açtı bir ümitle. Yine karlar döküldü yerlere, ama hala dışarısı görünmüyordu. Şaşkındık.. Sanki üzerimize çığ düşmüştü. Gece dışarıda neler olmuştu? Onca kar bir gecede yağar mıydı? Mümkün müydü kar dağının altında kalmak?
Bunları düşünürken telefon çaldı. Karşı komşumuzdu arayan. Evimizi göremeyince korkmuş bizi yoklamak istemişti: “Evinizin bir noktası dahi görünmüyor, bacalarınızı bile göremiyoruz, iyi misiniz??”
Bu telefondan sonra biraz rahatlamıştık. En azından durumu biliyorduk. Daha sonra annem sıcak börekler yaptı, kahvaltımızı ettik. Üzerimizi kat kat giyinerek üşümemeye çalıştık. Birkaç saat sonra yine telefon geldi. Beş on komşu toplanıp evimize ulaşmak için tünel kazmaya başlamışlardı. Giriş kapımıza kadar bir kişinin ancak sığabileceği dar bir tünel kazdılar ve biz dışarı çıkabildik. Çıktık ve evimize dışarıdan baktık. Çoktan akşam olmuştu..
O akşam büyük bir minibüs –daha sonra komşulardan birinin olduğunu öğrendiğimiz- karşı komşunun kapısının önüne park etmiş, tipinin ve rüzgârın şiddetinden daha fazla gidememişti. Ve o araca çarpan kar taneleri ya da rüzgâr bütün karı bizim evde toplamıştı. Tam anlamıyla bir dağdı bu!
O gün akşama kadar dışarı çıkamadık. Kardeşim de ben de okula gidemedik. Babam da işine gidemedi. O tüneli Nisan ayına kadar kullandık. Çünkü o karlar bahara kadar erimedi. Evimizin çatısından karşı evin duvarına kadar olan kar yığını ise harika bir kayak pisti oldu mahalleliye.
Ondan sonra da bizim oralar öyle kar göremedi…