- 472 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Mağaranın Kamburu - 6
-Kambur merhaba.Gene ben geldim. Bakalım beni tanıyabilecek misin ? Öyle ya, aradan altı aydan fazla bir süre geçti…
-Tanımasına tanıdım da,çok değişmişsin tabii ki. Kıyafetin, saç şeklin, sakalın eskisinden oldukça farklı. Süreyi niçin bu kadar uzattın?
-Anlatacağım hepsini. Neden gelemediğimi açıklayacağım. O zaman sen de bana hak vereceksin.
-İstersen fazla vakit geçirmeden anlatmaya başla! Biliyorsun süremiz ortalık ağarıncaya kadardır.
-Şu süre sınırlamasına da bozuluyorum! Ortalık ağardı mı sözümü bile tamamlamama izin vermeden sonlandırıveriyorsun görüşmeyi. Acelen ne? Yoksa buradaki işlerin bittikten sonra, başka bir yere daha çalışmaya mı gidiyorsun? Yani ek iş falan…
-Boş lafları geçelim…En son, yanlış hatırlamıyorsam O’nun sana ihanetinden söz etmiştin. Olanları unuttun mu, O’nu affettin mi?
-Evet,çünkü ya affedecektim ya da…
-Evet ya da?
-O ihtimali söyleyerek yaşadığım güzellikleri gölgelemek istemiyorum. Bırakalım böyle kalsın. İlk gördüğüm günden beri bana O’nun bir bakışı yetiyor .
-Büyük-küçük her yangını başlatan ufacık bir ateştir;her aşkı başlatan da masum bir bakıştır.
-Aynen öyle !
-Sen bilirsin, ama kendini aldatıyor olmayasın! Bak, bir düşünür “en kolay şeyin bir insanın kendini aldatması” olduğunu söylüyor;oysa ben aksi kanaatteyim. Çünkü kişi kendini aldatmış gibi görünse bile aldatamadığının farkındadır.
-Orasını karıştırma kambur! Benim de sabrımı taşırma! Gelir gelmez bir kılçık attın gene…
-Tamam,özür dilerim. Ben hatalıyım. Sen konuş.
-Yeni bir işe girmek üzere olduğumu söylemiştim. Girdim. Gece gündüz demeden çalışıyorum ve de eski işimden çok fazla da para kazanıyorum. Beyaz eşya üzerine faaliyet gösteren bir şirket. Başbayii durumunda. Muhasebe işlerinde onlarca eleman çalışıyor. Avantası da bol.
-Yolsuzluk yani.
-Nasıl kabul edersen. Bizim büroda olanların hepsi bu avantadan payını alıyor. İlk girdiğimde hiçbir şeyin farkında değildim, ama bir ay sonra durumu kavradım. Avantalardan bana da pay vermek zorunda kaldılar. Bir araba ve bir ev aldım bile. Gerçi biraz borç var, ama önemli değil.
-Yeni evinize taşındınız mı? Karın sevinmiştir.
-Evi O’na aldım, karıma değil. Karımla da karşılıklı oturduk ve boşanma konusunda onu ikna etmek için saatlerce konuştum. “Hayır”dan başka söz çıkmıyor ağzından.
-Karından boşanıp O’nunla mı evleneceksin?
-Evet. Çünkü O da haklı olarak benimle evlenip, geleceğini garanti altına almak istiyor. Şu anda karım buna razı olacak gibi görünmüyor. Hele arada başka bir kadının olduğunu bilmesi bu kararlılığını daha da artırıyor. Ben de bu yüzden zaman zaman umutsuzluğa kapılıyorum.
-Umutsuzluk çürük bir meyvedir. Sakın yeme, çöpe at gitsin.
-Bu tavsiyeni tutacağım. O nedenle de karımdan kurtulmak için düşünce safhasında olan bir planımı uygulamaya koyacağım.
-Neymiş bu plan?
-Karımı ortadan kaldırmak… Bütün ayrıntılarını düşündüm. Öldürme işini evde yapacağım. Dışarıya göre daha az riskli çünkü.
-Öldürmekten ne kadar da rahat söz ediyorsun!
- Doğmak ne kadar doğalsa ölmek de o kadar doğal . Her canlı sonunda bir şekilde ölecek. Binlerce ölüm çeşidi var ve karımınki de benim düşündüğüm gibi olacak.
-Nasıl olacak?
-Uyurken kafasına sert bir cisimle vurup bayıltacağım. Ellerini ve ayaklarını bağlayıp, ağzını bantlayacağım. Banyoya götürüp öldüreceğim, cesedini parçalara ayırıp kimsenin bulamayacağı bir yere gömeceğim.
-Sanırım son günlerdeki parçalamalı cinayet haberleri sana bu ilhamı verdi.
-İlgisi yok. Akıllıca, hatasız bir plan olmalı diye bu yöntemi düşündüm. Kararlı ve cesur davranmalıyım.
-Gerçekten böyle bir şey yapar mısın, karına hiç acımaz mısın? Unutma, cesaret akılla birlikte değilse,her an felakete dönüşebilme ihtimali vardır.
-Anlattığıma göre,yapacağım demektir. Acımaya gelince, tam tersine onu gebertirken zevk bile alacağım.
-Demek ki; “her insan güzellikleri yıkma,var olanları yok etme potansiyeline sahiptir” sözü boşuna söylenmemiş!
-Karımdan nefret ediyorum.
-Nefret kişinin metabolizmasını allak bullak eder; ruhunu ise öldürür. Nefret eden insandan da her şey beklenir.
-Kambur susadım,bana bir bardak su ver!
-Bende bardak yok. Ama her taraf su dolu. Biraz ileriye git ve avuçlarınla bu derecikten aldığın suyu iç.
-Başka da çare yok, galiba öyle yapacağım. Burada iki tane merdiven var: Biri aşağıya, diğeri yukarıya doğru. Ne var merdivenlerle çıkılan ve inilen yerlerde?
-İnilen tarafda daha burası gibi dört kat var. Çıkılan tarafı ise sormamış ol.
-Bu mağara beş katlı mı?
-Daha da fazla olabilir, ama kullanılabilir durumda olanlar beş kat.
-Aşağıya inebilir miyim? Ne olduğunu merak ediyorum. İzin verir misin?
-Veririm de,korkabilirsin. Benimle birlikte inmeni tavsiye ederim.
-Ben mi korkacağım? İşte tek başıma iniyorum. Sadece biraz karanlık. Sesler duyuyorum. İndikçe sesler artıyor. Burada birkaç tane oda var ve her odada bir insan. İniltiler, çığlıklar, bağırmalar, küfürler…
-Bir an önce yukarı gelmelisin.
-Sözünü dinleyip geliyorum. Burası korkunç bir yer.
-Uyarmıştım seni.
-Aşağıdakiler kim? O insanları hapise mi attın, onlar senin esirin mi, yoksa onlara işkence mi yapıyorsun? Bu inde başka insanlar da var mı?
-Bu mağarada şu anda sen ve benden başka insan olarak hiç kimse yok.
-Yalancı. Sana mı inanayım, gördüklerime ve duyduklarıma mı? Aşağısı insan dolu,insan…
-Zamanı gelince doğru söylediğimi anlarsın. Zamanımız azalıyor. Anlatacakların bitmemiştir. Tamamla istersen.
-Anlatayım. Karımı öldürüp parçaladıktan sonra cesedi bulunamayacak bir yere gömüp, kayboldu diye polise haber verecektim. Geçen gün işten çıktıktan sonra cesedi gömebileceğim en uygun yeri bulmak için bir araştırma yaptım.
-Sen bu konuda kararlı görünüyorsun. En ince detayı bile düşünmüşsün.
-Kararlıyım tabii. Arabamla şehir dışına çıktım. Hava hafif yağmurluydu. Issız bir yer aradım. Saatlerce dolaştıktan sonra hava karardığında bir orman kenarına geldim. İn cin top oynuyordu. Asfalt yoldan bir toprak yola saptım. 30-40 metre ilerde durdum, torpido gözündeki el fenerini alıp arabadan indim. Yağmur şiddetini artırdığı için yerler çamur içindeydi. Fenerin ışığı karanlığı delmeye yetmiyordu. Feneri söndürüp etrafı dinledim. Yağmur damlalarının sesinden başka bir şey duyulmuyordu. Gökyüzündeki koyu yağmur bulutları ortalığı simsiyah yapmıştı. Buranın en uygun yer olduğunu düşünüyordum ki birden korkunç bir şey oldu. Sanki binlerce flaş ışığı ortalığı aydınlattı. Çatala benzeyen yüzlerce ışık vardı gökyüzünde. Bu ışıklar biraz sonra yeryüzünde görüntüsüne hiç rastlamadığım kocaman yaratıklara dönüştü. Bu yaratıkların bazıları benim etrafımı kuşatırken bazıları da üzerime doğru hücum ediyordu. Bir çığlık attım, çığlığımı korkunç bir gök gürültüsü izledi. Arka arkaya dört-beş patlama sesi duydum.Kulaklarım sağır olmuştu adeta. Derken ortalık derin bir sessizliğe büründü, ama şimdi de gözlerim görmüyordu. Tir tir titremeye başladım. Dişlerim birbirine vuruyordu.
-Biraz ara ver istersen. Çünkü şu anda da iyi görünmüyorsun. Olayı yaşar gibisin. Git su iç,gel.
-Tamam.
-Nasıl oldun? Anlatabilecek misin?
-Evet, çünkü en kötü tarafını geride bıraktık. Gözlerimin açık olup olmadığını kontrol için elimle gözkapaklarımı kaldırdım, açıktı ama göremiyordum. Neden sonra feneri yakmak aklıma geldiyse de elimde fener yoktu. Düşürmüşüm. Eğilip çamurlu suyun içinde ellerimle bir süre aradım. Bu arayış fazla sürmedi, yani şansım varmış hemencecik buldum. Feneri yakıp arabanın yanına gittim, içine oturup kendime gelmek için bir müddet bekledim. Arabada oturma sürem ne kadar,doğrusu bilmiyorum. Ormanlık arazideki sarı çamur ayakkabı ve pantolonumun paçalarını kirletmişti. Buna hiç aldırış etmeden eve gittim. Karım ve çocuklar uyuyordu. Yani ne halde olduğumu kimse görmemişti.
-Bitti sanırım.
-Bitmedi daha var, hem de çok var anlatacaklarım.
-Ama şimdi anlatamayacaksın dostum. Kusura bakma, birazdan güneş doğacak. Sana güle güle.
-Kambur, yani kibarca beni kovuyorsun! Öyle olsun. Hoşça kal…