- 743 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
DENİZ BAYKAL DEPREMİ -IV-
GERÇEKLERİN ISIĞINDA
DENİZ BAYKAL DEPREMİ -IV-
Dr. Sadık Özen
Önceki yazılarımda Deniz Baykal’a karşı yapılan komplo olayı ile ilgili görüşlerimi açıklamaya çalışmıştım. Bu yazımda da Deniz Baykal’ın kendi partisi, partili yakın dostları ve onlar tarafından maruz bırakıldığı durumları ele almak istiyorum.
Öncelikle şunu açıklamamda yarar olduğunu sanıyorum. Ben ne Baykalcı ne de Kılıçdaroğlu tarafında falan değilim. Aynı şekilde, bu değerli insanlara karşı da ön yargılı biri değilim. Ben; Cumhuriyetimiz’in temel ilkelerine bağlı, Atatürk İlke ve Devrimleri’ne inanmış, Atatürk’ü ve ondan sonra da İsmet İnönü’yü yürekten seven, siyaseti ilkeleri düzeyinde değerlendirmeye çalışan bir CHP’liyim. Değerlendirme ve eleştirilerimde doğrulardan ayrılmamaya ve doğrulardan yana olmaya gayret gösteren bir yapıdayım.
Komplo olayından sonra Sayın Deniz Baykal’ın Genel Başkanlıktan istifası ile ülke siyasetinde gerçek anlamda bir deprem yaşandığı malum. Bir anda, herkes, bundan sonra neler olacağını ve ne yapacaklarını iyice kararlaştırmadan Baykal’ın etrafında toplanarak ona büyük destek vermişlerdi. Büyük bir vefa örneği olarak görünen bu gelişme, ülkenin siyasi havasında, bu güne kadar emsali görülmemiş bir elektriklenme yarattı. Hem Baykal, hem de CHP, birden ülke siyasetinde beklenmedik bir tırmanışa geçiverdi.
İl Başkanları, Merkez Yönetim Kurulu Üyeleri, Milletvekilleri, partili gençler; genel başkanlarının dönmesi için atağa kalktılar. Oldukça geniş kapsamlı bir kampanya başlatıldı. Gençler; Baykal’ın evinin önünde “Açlık grevi” ve “Aydınlık Eylemi” gibi etkinliklerde bulundular. Baykal’a geri dönmesi için evine arka arka heyetler gönderildi. Bu durum müstafi genel başkana mutluluk vermiş, kendine olan güvenini geri getirerek yüzünü güldürmüştü. Gördüğü bütün ilgi ve zorlamalara karşın geri dönmeme kararında olduğunu söylemekteydi. Esasen yapması gereken de buydu. Aksi halde kişiliğinden çok şey kaybederdi.
Bu dönemde Baykal’ın yakını durumunda olan iki kişi olaylara kayıtsız görünüyordu. Bunlardan biri Kemal Kılıçdaroğlu, diğeri de Genel Sekreter Önder Sav’dı. Kılıçdaroğlu, bütün bu olan bitenler karşısında suskundu ve bir gazetecinin “Sayın Deniz Baykal’la görüştünüz mü ?” ve “Telefonla aradınız mı ?” sorularına; “Biz her zaman görüşürüz” gibi kaçamaklı bir yanıt vermişti. Önder Sav ise; Baykal’ın dönüp dönmeyeceği hakkındaki bir soruyu; sorulmasından rahatsızlık duyduğunu belli edercesine, “Buna partinin yetkili organları karar verir” diye, soğuk ve renksiz bir ifade ile cevapladı. Bu iki şey, kısa bir süre sonra CHP’de olacakların adeta habercisi gibiydi.
Deniz Baykal’ın gittikçe güçlenmekte olduğu gözleniyor, dönüp dönmeyeceği yorumu yapanların sayıları da çoğalıyordu. İşte ne olduysa bu anda ve bir anda oldu. Durum aniden 180 derece tersine döndü. Kılıçdaroğlu, bir gün sonra yapılacak İl Başkanları toplantısını bile beklemeden basının karşısına geçerek, genel başkanlığa aday olduğunu açıkladı.
Böylece, bu işin Önder Sav’ın desteği ile planlandığı anlaşılmış oldu. Oluşan bu olağanüstü durum ve uzun süredir var olan, CHP’nin kendisini yenilemesi hususundaki beklentimden ötürü bu acelecilik bende şaşkınlık yarattı.
Sayın Kılıçdaroğlu’ndan beklenen reformist bir adım atmasıydı. Köhnemiş bir kadronun vesayetinde bunu yapabileceğini sanmıyorum. Kılıçdaroğlu’nun arkasında, parti içinde statükocu olarak tanınanların bulunmasıyla, yapılması istenen reform hareketinin gerçekleşemeyeceğini düşünerek umutsuzluğa kapıldım. Rahmetli Bölükbaşı’nın tabiriyle “Eski hamam, eski tas” gerçeği ile hiçbir ileri hamlenin yapılamayacağı kanısındayım. Yeni bir azim ve güçle ortaya atılan ve kendisinden çok şeyler beklenen Kılıçdaroğlu’nun işi gerçekten zor görünüyor.
Parti için bir handikap taşıyan insanların, yeni baştan, hem de birtakım ayak oyunlarıyla yeni oluşacak kadronun başına geçmeleri partililer ve kamuoyu tarafından ne kadar istenir ki !. Doğrusu kanaatimden dolayı aldanmış olmayı çok isterim.
Baykal’ın, istifasını geri alıp tekrar genel başkanlığa gelmesinden yana değildim ve hala da değilim. Çünkü CHP’nin genç ve dinamik bir hüviyete kavuşturulmasının doğru olacağını düşünenlerdenim. Yıllar öncesinde, bu hususta, Sayın Baykal’a yazdığım yazılarla uyarılarda bulunmaya çalıştım ve öneriler götürdüm. Bugün için aynı görüşümü korumaktayım.
Sayın Kılıçdaroğlu’nun göreve gelmesine asla karşı değilim. Ancak yapılması istenen değişim bu şekilde olmamalıydı. İzlenen yol beni rahatsız etmiştir. Bundan birçok partilinin de rahatsızlık duymuş olacaklarına inanıyorum. Vefasızlık ve Sayın Baykal’ı arkadan vurma anlamına gelebilecek şık olmayan bir tutum izlenmiştir. Oysa birazcık sabırlık olunması ve aklı selimle hareket edilmesi yeterli olurdu.
İki üç gün önce Baykal’ın etrafında toplanan, onu göklere çıkaran ve geri dönmesi için ikna etmeye çalışan insanların, bir anda onu bir kenara iteleyen ve dışlayan bir tutumu insani değerlerle bağdaştıramıyorum. Üç gün önce gördüğüm dev cüsseli insanlar gözümde o kadar küçüldüler ki, bunu ifade ederken içim bulanıyor. Ve kendi kendime; “Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu ?” diye soruyorum. Adamı neden göklere çıkardınız, çıkardığınız yerden neden yere vurdunuz? Bana göre; Sayın Baykal bunu hak etmiyordu ve Cumhuriyet Halk Partisi de böyle bir duruma düşürülmeyerek, iki yüzlülükle anılmamalıydı.
Yaratılan bu durum nedeniyle, endişe duyduğum iki şey var; birincisi, iktidarın eline gündemi değiştirmek için bir koz verilmiştir. Baykal’a yapılan komplonun kendi partisi içinden yapılmış olduğu tarzında yeni bir kampanya başlatabileceklerdir. Esasen bunun ilk sinyalini vermeye başlamışlardı. İkincisi, CHP içinde yeni kliklerin oluşabilmesi endişedir ki, dilerim böyle bir durum hasıl olmaz. Çünkü, şu anda her zamankinden daha çok birlik ve beraberliğe ihtiyaç var.
İleri sürdüğüm hususlara ek olarak, önemli saydığım bir husus daha var. Sayın Baykal, hakkında yapılan tüm eleştirilere rağmen, özellikle içinde bulunan son dönemde, Cumhuriyetin temel ilkelerini korumak uğruna güzel bir çalışma yapmış ve büyük bir mücadele vermiş bulunuyor. Özellikle son anayasa değişikliği müzakerelerinde gösterdiği performans inkar edilemez. Bu performansını, yapılacak referandum sırasında sürdürmesinin alınacak sonuçta etkili olabileceğini düşünmekteydim.
Şu anda Sayın Baykal’ savunur durumda görünen ben, tam aksine Sayın Baykal’a açık eleştirilerde bulunmuş biriyim. Şu anda yazdıklarım doğrulardan yana olmamdır.
Bunu teyit için; CHP’de yapılmasını istediğim değişimle ilgili görüş ve beklentilerimin ne olduğunu, geçmişteki bazı yazılarımdan alıntılar yaparak kanıtlamaya çalışacağım. Saygılarımla…
22. Mayıs. 2010
www.fikirplatformu.net
www.edebiyatdefter,.com
SAYIN DENİZ BAYKAL’IN PAYINA DÜŞEN SORUMLULUKLAR
“Doğrusu bu seçim sonucunu hak etmemişti Sayın Baykal. Demek ki siyaset bu kadar nankör olabiliyor. Bir taraftan da, insan, bu işin içinde acaba “Bit yeniği mi var” demekten kendini alamıyor.
Su uyur düşman uyumaz misali, pusuda beklemekte olan siyasi rakipleri seçimin sonucunu alır almaz hemen harekete geçerek istifasını istiyorlar Sayın Baykal’ın. Belki bu yazımızın sonunda ben de böyle bir öneride bulunabilirim. Ama her şeyin olduğu gibi bunun da bir usulü ve adabı olmalı. Bu kadar aceleciliğin ne gereği var ki? Şu anda Sayın Baykal’ın karşılaştığı bu durum her siyasetçinin başına gelebileceği gibi, sırası geldiğinde siyasetin ne kadar acımasız ve ne kadar çirkin olabileceğinin de kanıtı sayılmalıdır. Patrona Halil İsyancıları gibi gidip Genel Merkez önünde kapıya dayanılmasının ve isyan bayrağı açar gibi bir durum yaratılmasının başka türlü bir açıklaması olabilir mi? Aynı şekilde, Çankaya Belediyesi’nce çöp kamyonları ile kurulan barikatlar da aynı çirkinliğin karşıtı olan bir gösterge sayılmalıdır? Bence, yakışıksız bu her iki eylem de demokrasiyi çöp kamyonuna atmakla birebirdir.
1980 İhtilali ile kapatılmış olan CHP yeniden açılırken, Rahmetli Bülent Ecevit ile aralarında yaşanan uyuşmazlık ve çekişme DSP’nin ortaya çıkışına neden olmuştu. Bu iki değerli insanın, bu konuda, sorumluluk veya sorumsuzluk paylarının eşit olduğunu düşünüyorum. Bence bu olay “Ortanın Solu” kavramına büyük bir darbe vurmuş ve inatlarını yenemeyen bu iki insan, maalesef, ilkelerine ve aynı ilkeleri paylaşan vatandaş kitlesine, adeta ihanet derecesine varan büyük zarar vermişlerdir. Bazı seçimlerde aldıkları oylarla koalisyon ortağı olabilmelerini başarı saymışlarsa da, bu ayrışmadan sonra ne CHP ve ne de DSP bir türlü iflah olamamış ve geçmiş yıllarda tek başına sahip oldukları %38 lik oy potansiyelini bir daha elde edememiştir. Cumhuriyetçi ve Atatürkçü bu iki liderin gerçekleri göremeyerek aralarında bir uzlaşma sağlayamamaları demokrasimiz açısından büyük bir talihsizlik olmuştur.
1954 ve 1957 seçimlerindeki yenilgilerden sonra, CHP kendisini yeniden toparlayarak iktidar olma şansını yakalamıştı. Ne yazık ki ihtilaller buna engel oldular. Bunlardan sonra CHP için üçüncü büyük darbe de, işte yukarıda sözünü ettiğimiz Ecevit-Baykal sürtüşmesinin yarattığı ayrışma olmuştur. Bu ayrışmadan sonra; partide daha disiplinli ve sert bir politika izlenmiş, partiye girmek isteyenlere kapılar kapatılmıştır. Bunun üzerine, CHP’ye gönül veren birçok insan kendilerine başka partilerde yer aramaya başlamışlar veya yeni partiler kurmuşlardır. Değerli Hukukçularımızdan Sayın Yekta Güngör Özden ve Sayın Mümtaz Soysal’ın yeni partiler kurmalarının nedeni budur. Sayın Vural Savaş da CHP’de kendisine yer bulamayanlar arasındadır. Hukukçu ve Din Adamı Yaşar Nuri Öztürk ise seçildiği CHP’den ayrılarak yeni bir parti kurma gereğini duymuştur. Bu bağlamda daha pek çok kişinin adı sayılabilir.
Parti içinde gittikçe artan bir lider sultası ve demokrasi ile bağdaşmayan bir genel merkez baskısı gelişti. Oysaki oluşan kayıpların telafisi için bir şeyler yapılmalı, partiden uzaklaşanlara kucak açılmalı ve onlarla birleşme çağrılarında bulunulmalıydı. Zira, Cumhuriyet ve Atatürk İlkeleri’ne bağlı olarak kurulmuş bütün siyasi partilerin birleştirilmesi görevi herkesten önce Sayın Baykal’a düşerdi. Ne yazık ki Sayın Baykal bu konuda hiçbir ciddi girişimde bulunmadı. 1999 seçim öncesi yapmış olduğu, “Biz yarın Hacıbektaş’a gidiyoruz, isteyen gelir parti otobüsüne biner” tarzındaki söylemi ise muhataplarınca ciddiye alınmadı.
Günümüze gelince: 22 Temmuz seçimi öncesi, halkın, Cumhuriyet Mitingleri’nde dile getirdiği “Birleşme” çağrısı üzerine CHP ile DSP arasında yapılan ittifakın ise özde olmaktan çok sözde olduğu anlaşılıyor. DSP’ye ayrılan kontenjan konusunda maalesef Sayın Baykal cimri davranmıştır. DSP Genel Başkanı ve kurmaylarının seçime katılmamaları bu birleşmenin sözde olduğunu vurgulamalı ve buna karşı yeni alternatifler oluşturulmalıydı. Maalesef bu yapılmadı. Meseleye DSP cephesinden bakıldığında da durumun böyle olduğu anlaşılıyor. Zira Sayın Zeki Sezer’in, CHP’nin aldığı tüm oyların DSP’ye ait olduğunu söyleyecek kadar irade zaafı göstermesi, yapılan seçim ittifakının ne kadar eğreti olduğunun kanıtı olmalıdır. Öte yandan Karayalçın’ın sergilediği olumlu tavrına rağmen seçim ittifakına dahil edilmemesi de büyük bir hata olmuştur.
Sayın Baykal, bu seçimde önemli taktik hataları yapmıştır. Şimdi bunları kısaca gözden geçirmeye çalışalım:
1- Sayın Baykal, adayları, belki de çevresindeki birkaç kişinin de görüşlerini alarak, ama tek başına seçmiş bulunmaktadır. Evet, aynı şeyi diğer partiler de yapmışlardır. Ancak, CHP’nin onlardan farkı, Türkiye’ye demokrasiyi getiren parti olmasıdır. CHP’ye destek olan ve oy verenler, ulusumuzun elit tabakasıdır ve bu tür konular onlar için önemlidir. Dolayısıyla diğer partiler ne yaparlarsa yapsınlar bu kesim için örnek teşkil edemezler. Üstelik, partiye gönül vermiş ulusalcı çok değerli insanlar listeye alınmazken başka partilerden transfer yapılması uygun olmamıştır.
Sayın Baykal, aday listelerini yaparken, her bir kentte yaşayanların eğilimini yeterince değerlendirememiş ve bu durum halk arasında tepki ile karşılanmıştır. Sayın Baykal, son yapılan Belediye seçimlerinde de aynı hatayı yapmış, örneğin Antalya’da; partisinin emektarı olan veya halkın istediği bir kişiyi aday göstermek yerine, Antalya’da hiçbir müsbet icraatı görülmeyen eski bir valiyi aday göstererek, adeta Büyükşehir Belediyesi’ni kendi eliyle AKP’ye ikram etmiştir.
2- Seçim kampanyasının başından sonuna kadar seçimi tek başına yönetmiş, düzenlenen mitinglerde kendisinden başkasına söz hakkı tanımamıştır. Oysaki, adayların ön plana çıkarılması, onlara konuşma hakkı tanınması, halka tanıtılması, kişiliklerini göstermelerine ve seçildikleri takdirde neler yapacaklarını açıklamalarına fırsat verilmesi gerekiyordu. Demokrasinin gereği buydu. Konuşmaların, bütün kampanya boyunca, hep aynı kişi tarafından ve aynı sözcüklerle yapılmasının yarattığı yeknesaklık, izleyenlerin yeterince ilgisini çekmemiş ve halk Sayın Baykal’dan beklediklerini bulamamıştır.
3- CHP listesinde, kadın adaylara ve gençlere daha çok yer verilmeliydi. Çünkü, ülkemizde kadın-erkek eşitliğini en çok savunan parti CHP’dir. Bu konudaki ilke ve görüşler, daha çok kadın adayın listelere alınması suretiyle, göstermelik olmaktan çıkarılmalıydı. Aynı zamanda, gerek ülke yönetiminde, gerekse siyasette kadınların yükselen yıldız oldukları gözden kaçırılmamalıydı.
4-Gençler için de aynı şey söz konusudur. Unutulmamalıdır ki, CHP Atatürk tarafından kurulmuş bir partidir ve Büyük Atatürk Cumhuriyet’i Türk Gençliğine emanet etmiştir. Gençlerin ülke yönetimi için yetiştirilmesi, bugün olduğu gibi, gelecekte de “Devlet Adamı”sıkıntısı çekilmesini önlemek için alınması gereken bir önlemdir.
5- Cumhuriyetimize ve Atatürk İlke ve İnkılaplarına bağlılıkları asla tartışılmayacak olan Alevi vatandaşlarımıza CHP listelerinde daha çok yer verilmeli ve hatta bunun için özel çaba gösterilmeliydi. Bu eleştiride bulunurken, inançlarım itibariyle “Alevi” değil “Sünni”olduğumu açıklamamın yerinde olacağını sanıyorum.
6- Sayın Baykal’ın, iktidar partisi mensuplarının yaptıkları yolsuzlukları dile getirirken; ”cık”lı, “cik”li sözcükler kullanması, bu konuların ciddiyet ve öneminden uzaklaştırılmasına neden olmuştur. Çünkü halkımız, yapılan eleştiri ve gelecek için yapılan önerilerin daha ciddi ifadelerle dile getirilmesini bekliyordu. Esasen, son derecede ciddi bir kişiliğe sahip olan Sayın Baykal’a daha ciddi tavırlar yaraşırdı.
7- ABD ve AB ile görüşler gereken açıklıkla ortaya konulamamış, sanki CHP’ye destek veren ulusalcı kesimin, bu devletlere karşı düşmanca fikirler taşıdığı imajı yaratılmıştır. Oysaki, Avrupa Birliği’ne karşı olunması nedeninin, bu birliğe bağlı devletlerce iç ve dışişlerimize karışılmaması, ulusal egemenlik ve bağımsızlığımızın korunması amacına yönelik olduğu anlatılmalıydı. Aynı şekilde, Doğu ve Güneydoğu’da yaşayan vatandaşlarımıza da, herhangi bir ayırım içinde olunmadığı ve olunmayacağı çok net bir biçimde açıklanmalıydı.
8- Ülkemizde var olduğu söylenen ekonomik istikrarın neler pahasına sağlandığı, gerçek durumun ne olduğu, geleceğimiz için hangi sakıncaları içerdiği, yeraltı ve yerüstü zenginliklerimizden nasıl yararlanılacağı, bu takdirde kazanımlarımızın neler olacağı konularında sade vatandaşlarımızın anlayacağı şekilde bilgi sunulmalıydı.
9- İktidar partisi tarafından, ulusalcıların adeta azınlıklara düşman olarak gösterilmeleri konusunda ciddi değerlendirmeler yapılmalı, onları kazanacak diplomatik girişimlerde bulunulmalı ve nüfus oranları dikkate alınarak aralarından adaylar çıkarılmalıydı. Çünkü geçmiş dönemlerde azınlıkların CHP’ye önemli ölçüde destek verdikleri bilinmektedir. Bunun yeterince yapılmaması azınlık guruplarının topyekun AKP tarafını tutmalarına neden olmuştur.
10- Sayın Baykal’ın parti içinde kendisine muhalefet edenleri yeterince dikkate almadığı anlaşılmaktadır. Erken alınan seçim kararı ise bir süredir partide açılan çatlakların onarımına fırsat vermemiştir. Seçim sonuçlarına bakıldığında, Baykal’ın elinden genel başkanlığı almak için uğraş veren bir rakibin yakın ilişki içinde olduğu yörelerde CHP’ye fazla oy çıkmaması, bu kişinin Sayın Baykal’ın kuyusunun kazılarak, başarısız olması için bir taktik oluşturulduğunu akla getirmektedir. Eğer böyle bir tutum izlenmişse, bu, partiye yapılmış bir ihanet olarak değerlendirilmelidir.
Özellikle son birkaç yıldır parti içinde zaten olumsuz gelişmeler yaşanmaktadır. Genel Kurul Toplantılarında çok tatsız olaylar cereyan etmiştir. Aynı şeylerin tekrarı partiye büyük zarar verir. Ancak, bu büyük partinin mevcut yönetimle başarıya ulaşamayacağı ve kadrolarının yenilenmesi ve gençleştirilmesi gerektiği de kabul edilmelidir. İşte bu konuda Sayın Baykal’a büyük görev düşmektedir. İstifada acele etmeyerek, elindeki insiyatifi kaybetmeden, partisinde yapılması gerekli reform hareketini başlatmalı ve istifasını bundan sonra düşünmelidir. Bu hususta yayınlayacağı bir deklarasyonun, şu anda ayaklandığı görülen muhalifleri yerlerine oturtacağını sanıyorum.
Şu gerçek kabul edilmelidir: CHP Atatürk ve İnönü tarafından kurulan bir partidir. Ülkeye Devlet Adamı yetiştiren bir ekol olmuştur. Ancak İsmet İnönü’den sonra bu misyonunu yitirmiştir. Gerek Türkiye’de, gerekse CHP’de Tek Adam ve İkinci Adam dönemleri kapanmıştır. Üçüncü Adam ise çıkmamıştır ve bundan sonra da çıkması zordur. Üçüncü Adam olunmasa bile CHP’nin Genel Başkanlığı çok onurlu bir görevdir. Eğer gerekli reform hareketlerini gerçekleştirecek olursa, Sayın Baykal partinin başında veya yönetiminde olmasa bile yine de “Üçüncü Adam” olma şansına sahip olabilir”. 01.08.2007
SAYIN BAYKAL’IN IRAK ATAĞI
“Sayın Baykal’ın gündeme getirdiği bu konu, çok yönlü olarak tartışılması gereken bir durum yaratmıştır. Konuyu ilk olarak kamuoyuna açıklanma biçimiyle ele almak gerekiyor. Sayın Baykal bir gazeteci dostuyla bir süreden beri yaptığı dostane fikir alışverişleri sonunda bu konunun kendiliğinden gündeme geldiğini açıkladı. Ülke ve siyaset açısından bakıldığında bu durum pek de sağlıklı kabul edilemez. Çünkü Sayın Baykal CHP gibi Türkiye’nin en büyük siyasi partilerinden birinin lideridir. Attığı her adımda dikkatli olması gereken bir konumdadır ve Ana Muhalefet Partisi’nin lideridir. Üzerinde taşıdığı sıfatlar isminin bile önündedir. Ağzından çıkan her söz kişisel sorumluluklarının ötesinde önem taşır. Bu itibarla, Sayın Baykal bu görüşünü ileri sürerken, ilk yapması gereken şey; açıklamasının kendisinin kişisel görüşü mü, yoksa partisinde yapılan görüşmeler doğrultusunda alınmış bir parti görüşü mü olduğunu açıklaması olmalıydı, ki Sayın Baykal’a yakışan bu olurdu.
Basında yer alan haberler, maalesef bu önemli konunun parti içinde görüşülmediği tarzındadır. Ülkemizin gelmiş olduğu genel siyasi atmosferi içinde, parti liderleri kendi görüşlerini temsil görevleri içinde görmekte olduklarından, demokratik teamüllerden son derecede uzaklaşmışlardır. Ancak, demokrasinin kurucusu ve savunucusu konumunda olan CHP lider ve mensuplarından beklenen bu tür davranışlar değildir”. 23.11.2007
SAYIN DENİZ BAYKAL’A ÇAĞRI
“Bu misyonu yüklenebilmeniz için ilk yapacağınız şey; siyasi bencilliği, ihtirası, kişiselliği bir tarafa atma özverisini gösterebilmenizdir. 22 Temmuz öncesi yazdığım “Son Uyarı – Son Çağrı” başlıklı yazımda başta siz olmak üzere Ulusalcı partilerin tümüne yine aynı şekilde birlik çağrısında bulunmuştum. Ne yazık ki; cılız ittifaklar yapılarak, gerçek bir birleşme sağlanamadı. Ama artık bu son trendir Sayın Baykal. Kaybedilecek zaman kalmamıştır. Çünkü tren gara girmek üzeredir. Hep birlikte “Ya hep, ya hiç”i oynayacağız. Bu aşamada ben size bir kere daha seslenme gereği duydum.Tıpkı nikah masasındaki çiftlere; “İtirazı olan varsa konuşsun ya da ömür boyu sussun” dendiği gibi.
Miting meydanlarında veya kapalı salon toplantılarında gördüğünüz desteğe sakın aldanmayın Sayın Baykal. Üç gün önce Bursa’da veya yarın bir başka yerde gösterilen tezahürat, aldığınız ve alacağınız alkışlar da sakın sizi aldatmasın. Rahmetli Osman Bölükbaşı’nın maruz kaldığı durumu iyi bilirsiniz. Halk, onun için meydanları doldurmuş, var gücüyle alkışlamış, ama ona bir türlü iktidar olma fırsatı vermemişti”. 20.07.2008
SAYIN BAYKAL’A DÜŞEN TARİHİ GÖREV
“Size var gücümle şunları öneriyorum Sayın Baykal. Geçmişi tamamen bir kenara bırakınız ve geçmişte yaşananları sorgulamayınız. Başkaları gibi sizin de hatalarınız olmuştur, ancak bunları tartışmanın ülkemize hiçbir yararı olmayacaktır. Zira gün bu gündür, zaman bu zamandır.
Sayın Baykal’ın, bugüne kadar ülkemize yararlı hizmetlerde bulunduğu inkar edilemez. Ancak, ülkemizdeki, özellikle de kendi partisi içindeki demokrasi ve sahip olunan ulusalcı ilkeler açısından bir o kadar da hataları olmuştur. Kişisel kaygılarından bir türlü kurtulamayan Sayın Baykal, bugüne kadar, aynı ilkeleri paylaştığı partileri ve vatandaşları CHP çatısı altında toplayabilmek için gerekenleri yapamamıştır. Ama artık durum çok farklıdır. Atatürk’ün Gençliğe Hitabı’nda sözünü ettiği konularda alarm zilleri çalmaya başlamıştır. Kaybedilecek süre kalmamıştır. Gün bu gündür, zaman bu zamandır.
Ulusal Birliğin hiç vakit geçirilmeden sağlanması gerekiyor. Bu konuda en büyük görev Sayın Deniz Baykal’a düşmektedir. Herkesin fedakarlıkta bulunması gereken gün gelmiştir. Kişisel düşünceler bir kenara atılıp, ülkemizin ve ulusumuzun geleceği için hareket edilmelidir. Sayın Baykal’ın, büyük bir hızla ilk adımı atması gerekiyor. Zira bu tarihi bir görevdir, sorumluluğu kadar vebali de büyüktür. Sayın Baykal’dan çağrı alanlar da, bu çağrıya aynı duyarlılıkla yanıt vermek zorundadır”. 03.08.2008
CHP ve TÜRBANLILAR
“Birçok defalar, Sayın Baykal’ı eleştiren yazılar yazmış bulunuyorum. Ama bu konuda Baykal’ı haklı buluyor, partisine, gelecek için güzel bir adım attırdığını düşünüyorum. Üstelik ülkemizin geleceği için de. Bu adım, halk olarak içine sürüklendiğimiz olumsuzluklardan kurtulabilmenin bir başlangıcı olabilir belki de. En azından ben böyle olmasını diliyorum. Keşke, Sayın Baykal partisinin gençleşmesi, yeni bir dinamizm kazanması ve parti içi demokrasinin kurulması için de yeni adımlar atabilse”. 19.11.2009
CÜBBELİ AHMET HOCA VE BAYKAL
“Bir siyasi partinin genel başkanı, hem hazır cevap olmalıdır, hem de sureti intikal yeteneğine sahip olmalı, olağanüstü durumlarla karşılaştığında gerekeni süratle yapabilmelidir. Yani bir genel başkan, sırası geldiğinde bir diplomat gibi hareket edebilmeli, yaptığı politik bir manevra ile kendisini müşkül durumlara uğramaktan kurtarabilmelidir.
Cübbeli Ahmet Hoca ile yaptığı telefon görüşmesi ile Sayın Baykal tuzağa düşürülmüş ve son derecede müşkül durumda kalmıştır. Oyuna getirildiğinin farkında olunmaması geçerli bir mazeret ve savunma nedeni olamaz. Bunca yıldır, ülkenin en büyük partilerinden birinin başında bulunan Ana Muhalefet Partisi Lideri’nin, hala kimlerle dans ettiğinin farkına varamadığı anlaşılıyor. Bu kendisi için küçük bir kusur değil, büyük bir gaftır. Böyle bir durum bilmem nasıl telafi edilebilir ?” 08.02.2010
Not: İstenirse bu yazılarımın tamamı www.fikirplatformu.net sitesinden okunabilir.
YORUMLAR
zaten tabi olmadığım için ne Erdoğan ve nede Baykal benim için lider sayılmıyor efendim...
benim önderim hz Muhammed Mustafa SAV dir her şeyden önce...biz yalnızca onun gölgesine sığınır ve onun izinde yürümeyi zafer biliriz...fakat elbetteki beni yöneten insanında inancına ve yaşam tarzına bakarım ben öncelikle. nasıl yaşarsanız öğlede yönetilirsiniz emri bizlere bir kılavuzdur öyle değil mi?
dini ve vijdanı olarak bana en yakın olan benim liderimdir buda sizde bir şaşkınlık yaratmamamlı diye düşünüyorum ...
benim ayağımda çok şükür nasır yok ki canım acısın.... belki yaşlandığım vakit olabilir onu bilmiyorum... lakin şunu çok derin ve acı ile size söyleyebilirimki, ruhumda öyle derin neşter yaralrı bulunmaktadırki, sizin nasır dediğiniz havada buhar olarak kalır emin olun...niçin peki, sırf taşıdığım başörtüm yüzünden tabiiki...
bizim chp veya her hangi bir sol kimliğe beslediğimiz bir nefret ve kinimiz elbetteki yok. yalnız şuda gözden kaçırılmayacak bir gerçekki, siz her konuda sırf görüntümüzden dolayı bizlere "karanlıklardan çıkın ve önünüzü görün" diye tavsiyelerde bulunup üstü kapalı(yobaz)ifadesini satır aralarında enjekte ediyorsunuz kişilik ve kimliğimize... bu yalnızca sizin ifadeniz değil tabiiki genel anlamda bu böyle...
biz başlarımızı kapatıyoruz oysa, aklımızı değil.. sizlerde bunun farkına varamadınız bir türlü ne yazık ki...yani burada benim özgür irademe kelepçe takıp beni sırf örtümden dolayı ideolojisine kurban eden bir zihniyeti başüstünde taşımamı bekleyemzsiniz benden öyle değilmi...
bizler yinde emr-i bil- maruf, nehy-i ani-l münker diyoruz her daim..ve bu islam dinine mensub veya mensub olmayan her kim olursa olsun, ister siz olun, ister o olsun, ister bu olsun, hiç farketmez...
zarar hepimizin zararıdır....bazan, ben yapıyorum derken yıktığı saltanatın farkında dahi değildir insanlar...bakın tarihe nice saltanat ve imparatoluklar yıkılmıştır ve hepsinin temelinde dinsizilik ve yolsuzluklar yatmakatadır...
burada hz peyganberin şu hadisini yazmadan geçemeyeceğim sanırım iyi bir ders nitelği taşıyor....
Buyurularki Rasulümüz,Allahın emirlerini yerine getirenle getirmeyenlerin misali,aynı vapurda yolculuk yapan kimselerin misali gibidir.Bunların kimisi üst katta kimiside alt kattadırlar. Altta bulunanlar kardeşlerini rahatsız etmemek için su almak istediklerinde yukarıdakilere biz kendi yerimizde bir menfez açsak deyip geminin tabanından bir delik açmaya yeltenseler,yukarıdakiler de bu duruma göz yumsalar,her iki tarafta muhakka batmaya maruz kalacaklardr...
ondan daha doğru sözlü bie şahsiyet görmüşmüdür bu yer yüzü ve dünya alemi...işte bizim tüm arzumuz batmamak ve bir vapur olan bu dünya tufanda bir hiç olup ebedi hiçliğe mahkum omamak içindir...
son olarak anladığım oki ihtiyarlık çatınca saltanat böyle ahlaksızca devrilmemeli onurlu ve gurulu bir duruş ile geriden gelenlere devredilmeli....chp ve onun yandaşları bu kumpası Baykalı yıkmak ve bu saltanatı devirmek için planladı ve maalesef başarıyada ulaştı...hiç bir şey karanlıkta kalmayacaktır emin olun bekleyin ve aydınlanacağı günü görün....görelim hep beraber inş....
saygılarımla....
sadikozen
İmanın siyasi görüşleriniz ve kimleri lider sayıp saymamanız beni hiç ilgilendirmiyor. Bu konuda benim değerlerimin de sizi ilgilendirmeyeceği gibi.
Kendi kendinize birtakım yanlış yorumlar yapmakta olduğunuzu görüyorum. Emhamdülillah ben de sizin gibi bir müslümanım ve Hazreti Muhammet Efendimiz'in ümmetlerinden biriyim. Hazreti Muhammet Efendimiz, sizin olduğu gibi benim de dini liderimdir. Ve bu mübarek insan dünyamızda yaşayan çirkin siyasete bulaşmayacak yüceliktedir.
Resulümüzün bizlere verdikleri sizin verdiğiniz örnek dışında daha pek çok nasihatleri var. Ben elimden geldiğince bunlara riayet etmeye çalışırım. Ne yazık ki sizin bu nasihatlerden yeterince ders alamadığınız anlaşılıyor. Zira duurup dururken, dedeniz yaşındaki, saygı göstermeniz gereken bir kişiye saldırmaya çalışıyorsunuz. Bun u yaparken dinimizin büyüklere saygılı olmayıemreden önemli bir kuralını çiğnemekte olduğunuzun farkında değil misiniz?
Sizin üslubunuzla yazarak sizi incitmek istemem. Lutfen beni daha fazla buna mecbur bırakmayınız.
Başınıza taktığınız türban yüzünden rahatsızlık duyduğunuz ve bunu bir kompleks haline getirdiğiniz anlaşılıyor. İnanın buna üzüldüm. Bu sizin kendi tercihinizdir ve eğer dini inançlarınız gereği böyle örtünmeyi tercih ediyorsanız buna hiç kimse karışamaz. Bu kompleksi bir an önce kafanızdan atmanızı öneriyorum.
Keşke bana saldırmadan önce, hakkımda biraz bilgi edinmiş olsaydınız. Yine de zaman geçmiş sayılmaz. Ben AntalyaAn-Deva Özel Kalp Hastanesi'nde çalışıyorum, orada türbanlı birçokkızkardeşim var. Aydın fikirli, ilkeli ve düzeyli kişilikleri olan bu arkadaşlardan bilgi almanız mümkün. Ben onlardan hiç rahatsızlık duymadın ve horlamadım. Aksine onlara kardeşlerim olarak derin bir muhabbetim var.
Beş kızkardeşim var. Bunlardan ikisinin başı açık, ikisi başörtülü, biri de türbanlı. Çok sayıdaki yeğenlerim arasında başı açık olan veya başörtülü ve türbanlı olanlar da var. Benim için hiçbirinin diğerinden farkı yok.
Sizinle aramızdaki fark, benim, devretimizin temel ilkelerinden olan Laiklik prensibine sahip Atatürkçü bir birey olmamdır. Ben türbanlı olmayı gericilik olarak kabul etmiyorum. Sadece, türbanın siyasi simge olarak kullanılmasından rahatsızlık duyarım. Çünkü yüce dinimizin siyasete alet edilmesine ve siyasetçilerin çıkarları için kullanılasına karşııyım.
Kafanızdaki, bizlere bakış açısını değiştirmelisiniz. Biz ne zındık ne de dinsiz değiliz. Önyargılı hareket etmekten vazgeçin. Laikler ve Atatürkçüler de müslümandır. Kafalarınıza zorla yerleştirilen zehiri dışarı atıp rahatlayınız. Hepimiz elhamdüölüllah müslümanız. Müslümanlar birbirlerine kin ve nefretle bakamaz ve düşman olamazlar. Artık bu gerçekleri görmeye çalışınız.
Sizi tanıyabilmek için profil sayfanıza baktım. Sadece bir resminiz var. Bir de "La-edre....." diye bir yazı. Doğrusu bu yazıdan ben birşey anlayamadım. Keşke hakkınızda birazaçıklama yapabilmiş olsaydınız.
Beni tanımanız için size önerilerim var. "www.DrTus.com" sitesindeki "Genç Kızlarımızın Dikkatine" başlıklı yazımı ve bu yazım nedeniyle katıldığım tartışmaları okuyunuz. Ayrıca; "www.fikirplatformu.net" ve "www.sadikozen.com" siteleri bana aittir. Vakit bulabilirseniz bir göz atmanızı öneriyorum. Google arama motorunda ismimi yazarak arama da yapabilirsiniz.
Profilinizi incelerken sizin bir şair olduğunuzu öğrendim. Şair olmak ve şiir yazmak Yüce Allah'ın insanlara en büyük lütfudur. Yazdığınız güzel şiirler nedeniyle sizi kutluyorum.
İçinizdeki kin ve nefret duygularını atmanız, başka insanlara hoşgörü ile bakmanız ve başkalarının fikrine saygılı olmanız için dua ediyorum.
Sevgi ve saygılarımla...
hani derler ya kör ile yatan şaşı kalkarmış diye...
bende diyorum ki,
chp ye ilişenler göz kayması yaşarlar ve şehla bakar olarak yaşarlar....yazık değil mi nereye ve ne şekil baktığını bilmemek ve eğri büğrü yaşayan insana tabi olma...insaf yani...
yılan dahi eğri büğrü süzülürde yuvasına girince dümdüz giriverir dürüstçe...
yazınızda şiddetle taraf tutuyorsunuz ve iktidarın eline koz verilecek diyorsunuz...koz verilmesine gerek yok çünkü gerçek zaten ifade ettğiniz gibi...
yıkılmalıydı bu tabu ve solda birlik Baykalı devirerek toplanmalıydı el birliği ile...yazık değil mi peki 70 yaşında bir adama bunu yapmak...çirkin bir komplo ve kirli bir plan kurbanı edip yargısız asmak...
ve kül üstü misali bir anda yele savurmak ve çul üstüne gandi Kemali oturtmak....aras akar göz bakar efendim bununn bir plan ve kasıtlı bir hareketlenme olduğu gün gibi ayan ve kelam ilede beyandır zaten...
kimseler kendini yormasın...Erdoğanın çıkarınamıdırki Baykalı yıkıpta yerine bütün solu toplayıp tek bir yumruk olmasını sağlasın...aksine bu iktidarın işine gelmeyen bir gelişme olmuştur....
ahde vefanın olmaması ne kötü bir duygu chp kanadında....vefasızlıktır baykalı vuran ve vefasızlıktır chp yi kandıran...
Gandi Kemal.....esip gürledi gelir gelmez ve belliki değişen hiç bir şey olmayacak bu zihniyet içinde....bunlar hep ihtiyar ve elleri kalem tutmaz birer devridiyarlar......
ah vefasızlar....ah vefasızlar....ama bir gün bunun bedelini ödeyecekler....
saygı ve duamla....
sadikozen
Önce şunu bilmenizi isterim: Biz Yüce Allah'tan başkasına tabi olmayız. Çünkü Allah'a şükür vicdanlarımız ve iyi ile kötüyü ayıracak gücümüz ve yeteneğimiz var. Vicdanlarımızı kimsenin emrine vermez ve kullandırmayız. Hiç kimseden korkmadan ve çekinmeden doğru bildiklerimizi doğru olarak ifade etmeye çalışırız.
"Kör ile yatan şaşı kalkar" atalarımızın imbiğinden geçmiş çok güzel bir atasözümüzdür. Ne kadar doğru ve yerinde olduğu da yazdıklarınızdan belli oluyor.
Ben tabii ki taraf tutuyorum. Ama nemalandığım tarafı değil, doğru bildiğim tarafı. Allah'a şükür bugüne kadar doğru yoldan ayrılmadım ve bu güne kadar hep böyle yaşadım.
Yadıklarınızdan, ayağınızdaki nasıra basılmış gibi canınızın acıdığını anlıyorum. Geçmiş olsun.
İnsanları yargılamak Allah'ın işidir bize düşmez.
Siz sağı solu bırakın da önünüzdeki karanlık çukuru görmeye çalışın, bu size yeter. Doğru yolu bulabilmenizı Cenab-ı Hak'tan niyaz ediyorum.
En iyi dileklerim ve saygılarımla...