- 3628 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Aşka Serenat
Öykümüzün şiirini saklıyor yağmurlar... Yağmurlar yağıyor ince ince geceye... Ve erguvan yaprakları arınıyor damlalardan... Gündüz geceye; gece gündüze mi ihanet içinde sizce...
Ölmek üzeresiniz diyelim hani... Son anlarınızda neler söylerdiniz hiç düşündünüz mü... Ne bırakmak isterdiniz geriye... Ve son sözleriniz ne olurdu sizce...
Ben mi... hayat buysa’’üstü kalsın’’ derdim sadece...
Her düşen damlalar, birer inci gibi masumiyeti taşıyor tenine... Yoksa gün yıkanmayı, gece arınmayı mı çağırıyor bize...
Üzüldüm biliyor musun? Elimde değil... Söylemeyecektim ama vazgeçtim işte... Bilmelisin... Ne zaman sana ihtiyacım var dediysem hep olmadı...
Biliyorum başka seçeneğin yok ki. Anlıyorum seni de... Ama içimin acımasına da engel olamıyorum ki...
Sustum kaldım öylece... Yüreğim çıktı bedenimden; kalakaldım öylece... Yer yer renkliydi ve; çoğu zaman siyah beyazdı her şey...
Gün içersinde kaç kez beni öptüğün, seviştiğimiz resimler geliyor aklıma inanamazsın... Öyle çok istiyorum ki beni yine sevmeni, dokunmanı bana, bir olmayı seninle... Karnımda sıcaklığını hissetmeyi özledim inan...
Sana sevgimi anlatmalıyım diyebildim sadece... Ve kaçtım gündüz hallerimden, döndüm geceye...
Yine sen ve yağmur eşzamanlı gelmeli bana... Yağmur yağmalı yüreğime, doğa yıkanmalı, ruhum yıkanmalı, arınmalı bedenim yine... Bir insan ‘’çocuklaşıyorsun yağmurla’’ demişti bana... Haklıydı belki de... Ben; ben olmalıyım işte...
Bir yağmur sonrası açan güneşte... Gökte renklerin cümbüşünde gel... Hadi gel... Çimenlerin kokusunda, çiçeklerin bin bir renklerinde, bir kelebeğin inceliğinde gel... Hafif hafif esen rüzgârın kanatlarına bin de gel...
Yağmurum ol benim, ince ince yağ içime... Birleştir tüm akan suları bende; okyanusum ol, ak içime...
Hadi gel... Hadi gel, ruhumun, bedenimin yağmuru...
Bak geldim işte... Götür elini yine yüreğine... Sil gözyaşlarını ne olur... Hadi üzülme sen... Üzülme sen...
Ruhumun eşi olduğun gibi, tenimin de tendaşısın sen... Beklemişim onca yıl... Kolay değil... Toprağın; yağmura hasreti gibi beklemişim seni ben... Çatlamış tenim, kurumuş dudaklarım, solmuş bedenim sensizlikten...
Aşk mı bu? Bilmiyorum... Sanki yetmiyor bu kavram, eksik bırakıyor bir şeyleri işte...
Gülkurusu bir aşk bizimkisi... Gülkurusu bir aşk... Kokusu sadece bize ait... Güneşi içimizde... Tendaş diye bir kavramımız bile oldu sayende bak... Hadi gel...
Korkma bir şey olacak diye... Zevkten canım acısın... İstiyorum... Öyle işle tenime, dudaklarıma... Hadi gir, al beni içine... Hadi seviş benimle. Al ruhumu, bedenimi... Tenimin tendaşısın sen...
İçim düş,
Dışım uyanış çağırıyor bu gece...
Sana uyanmalıyım...
Yaşam takvimimizin köşesi olmalı bu gece...
Hadi tutkunun ateşini üfle içime...
Tanrılardan yeniden çalalım ateşi birlikte...
Bilinmeyen uzak ülkelerin,
En yüksek dağlarına kaçalım seninle...
Düşler ve sen varsın...
Yollarım sana varıyor, parmaklarım seni çiziyor vücuduma, yapraklarım dökülüyor tel tel içime...
Her tarafımı acıtıyor gece, uykum uzaklaşıyor bedenimden... Sarıl bana hadi, buna ihtiyacım var. Yol yol çatlamış sanki her yanım... Öyle sensiz, öyle susuzum ki işte...
Dillendiremediğim sözlerimde boğuluyorum bu gece...
En yıldızlı bir gecede sokulmalısın yanıma...
Sıra sıra dizilmiş olmalı yıldızlar bu gece...
Ve gökte ay...
Gözlerini görmeliyim önce; gözlerini...
Yıldızlara eş olan gözlerini hani...
Bakışlarının buğusu yakmalı içimi...
Ateşine dokunmalıyım kirpiklerinin önce...
Her açılıp kapanışında düşmeliyim içine...
Yanmalıyım
Arınmalıyım bu gece
Gündüz yıkanmayı
Gece arınmayı mı çağırıyor sizce
Okşarcasına, canımı acıtmaktan korkarcasına uzatıyorsun parmaklarını boynuma... Sıcacıklar... Nefesime göğsüm yetmiyor... Bütün bedenim sana kesmiş, sen olmuş işte... Lütfen diyorum... Sense, ‘’evet ne’’, diyorsun... Oysa biliyorsun dayanma gücümün sonuna geldiğimi... Bütün hücreleriyle sana doğru bir yay gibi gerilmiş vücudumun, ruhumun isteğinin farkındasın... Seviyorsun o halimi izlemeyi... Gözbebeklerimdeki seni, ateşi görmek istiyorsun... Bense vücudumu okşayan, soyan parmaklarının bağımlısıyım; biliyorsun...
Teninin her bir hücresini aydınlatmalı gece...
Atlamadan,
Dokunabilmeliyim tenine bir bir...
Girmeliyim içine işte...
Seni,
Bir de papatyayı koklamayalı yüzyıl olmuş inan...
Hadi tut elimi, kendi papatya tarlamızı yapalım birlikte...
Nasıl çiçek ekilir, bilmiyorum...
Doğurabilirim ben de,
Savur küllerini içime işte...
Hadi boynumdan öp beni, kokla... Nefesini, bedenimin üzerinde kalbinin hızlanan atışlarını duyayım...
Yüreğinin üzerinde bir nokta ben
Bir tüy hafifliğinde...
Korkma incitmem seni
Kıvrılıp
Kendi halince sokuluveririm içine...
Her nefes alışımda,
Gözlerimi her kırpışımda sen varsın
Kokun... Sarılışın... Öpüşmelerimiz... Ellerinin tenimde gezinişi... Zevkten, büyülenmişçesine onları gözlerim kapalı izleyişim... Sana olan ihtiyacımdan tüm bedenim titriyor inan... Seni istiyorum... Hadi gel bu gece...
Bak geldim işte...
Bin yıllık esimi özler gibi özlüyorum seni...
Bir başka hayatta benimleydin biliyorum, hissediyorum bunu...
Yoksa nasıl açıklarım sana olan sevgimi ben...
Gözlerimi ayıramazdım gözlerinden,
Bedeninden, ruhundan taşıp gelen duygularının yansımasını, parmaklarımla bir tekini dahi kaybederim diye titreyerek, ürkerek toplardım...
Yağmur damlalarını toplar gibi atardım seni içime ben...
Haydi, kaybolalım yeryüzünden... İnsanların ölçülerine göre bir saniye... Bize göre ise sonsuzluk kadar bir zaman diliminde...
Sevginin, aşkın, insanın bizim bildiğimiz gibi tanımlandığı bir başka dünyaya yolculuğa çıkalım... İzin ver alt akıntılarını keşfedeyim... Canının acıdığı her noktayı öpeyim ben... Öyle bensin ki... Öyle içimdesin ki sen...
Hayalimizde köyüne gelebilir miyim seninle? Çok istiyorum senin sevdiğin yerleri görmeyi... Birlikte toprağa uzanıp parmaklarımı parmaklarına kenetleyerek yıldızlarında kaybolmayı... Sevmeyi seni toprakta uzanarak... Sadece gökyüzünün, gecenin ve o çok sevdiğin bir sürü yıldızın tanıklığında... Mucizemsin, masalımsın, rüyamsın benim... Senin olmadığın dünyayı istemiyorum ben...
Söz bir tanem... Söz. Senden başka hiç bir koku olmasın tenimde. Söz...
Nefes alabilmek ne büyük bir mucizedir biliyor musunuz... Yağmur damlalarını, dağları, sevdiklerini bir kez daha görebilmek hani... Unutmayım ne olur geceyi ve de bir tutam nefesi...
Neden seninle her sevişmemizden sonra daha çok istiyorum seni, biliyor musun... Buldum...
Hani’ sen yaşa da varsın ben seni hiç görmeyeyim’ demiştin ya bana hani... Çok düşündüm... Diyemiyorum seni hiç görmeyeyim diye... Yapamam... Öyle içimdesin ki... Her dokunmaların çoğaltıyor içimde seni... Sana olan susuzluğumu büyütüyor işte...
Öyle mutluyum ki. Biriktirdiklerimiz oldu değil mi bize ait? Seni yaşadım ya... İzin verdin ya bana. Nasılda şanslıyım...
Beni gönderdin ya uyuyayım diye, uyumadım işte... Dizlerimi karnıma çekip kollarımla sararak, oturdum öylece; yaşadıklarıma, duyduklarıma, hissettiklerime tekrar tekrar baktım yine... Özenle yıllar boyu saklanmış, zarar görmesin diye yavaşça yaprakları çevrilen bir fotoğraf albümü gibiydi her şey...
Ne kadar kaldım öylece bilmiyorum... İçime yerleştirdim bakışlarını, gözlerini, bana dokunan parmaklarını ve gözyaşlarıma ortak oluşunu...
Aşk buysa üstü kalmasın işte... Hayat mı... Kalabilir de...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.