- 1049 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ALLAH’IN EMRİ ve PEYGAMBERİN KAVLİ -II-
- Vallahi efendim. Ben ne söylesem boş. Emine’yi doğuşundan bugüne kadar bir terbiye kurulundan geçirerek özenle yetiştirdim. Kızımı ne doktorlar ne mühendisler istedi de vermedim diye alışagelmiş cümleler kurmak istemiyorum. Çünkü öyle bir şey olmadı. Şimdiki gençler üniversite bitirmiş, kültürlü, entelektüel hatun peşindeler. Emine’yi ise ilkokuldan sonra okula göndermedim. Kızım ilkokulda sınıf birincisiydi. Sınıf hocası zorladı, evime geldi yalvardı yakardı şu kızı okutun diye; ama ben dinlemedim. Haydi kızlar okula diye kampanya üstüne kampanyalar düzenleyen sözde kültürlü kişiler, kızların okula gelirken başörtüsüz gelmesini istediler. Benim buna gönlüm razı olmadı. Kızımı okula göndermediğime Pişman mıyım? Hayır değilim. Çünkü Emine, kendisini yetiştirdi. Derneklerde, vakıflarda kurslara gitti. Şimdi kızım, bir üniversiteli kızla eşdeğer, hatta birçoğundan üstün nitelikte. Ama diploma olmadan bu ülkede bir şeyler olmuyor. İşte Emine’nin özgeçmişi böyle… Ya Süleyman evladımız nasıl? Bildiğimiz üzere organize sanayisinin oto yıkıma-yağlama işlerini yapıyormuş. Eh güzel! Evini geçindirir. Kimseye muhtaç olmaz. Peki manevi dünyası nasıl Süleyman’ın? Namaz kılıyor mu?
Ortalığı yine sessizlik kaplamıştı. Süleyman’ın amcaları ve halaları başlarını eğdiler bir süreliğine. Çünkü onca kız isteme hatıraları olan bu kişiler, sanırım böyle bir soruyla ilk defa karşı karşıya kalıyorlardı. Geldiğimiz zamandan beri sessizliğini koruyan Süleyman kontratağa geçerek söze başladı.
- Elbet kılıyorum efendim namazımı. Namaz kılmamak gibi lüksümüz mü var?
Ulan Süleyman. Hayatımda senin kadar üçkağıtçı adam görmedim. Seni Cuma namazlarına bile zor götürüyorum köftehor. Lafa bakınız efendim. Namaz kılmamak gibi lüksümüz mü varmış… Ulan benim burs müracaatında bulunduğum dini vakıflarda bana sorulan namaz kılıyor musunuz sorularına verdiğim cevabın aynısı niye söylüyorsun? Ben neden söyledim ki sana burs mülakatı maceralarımı? Sen büyük bir yalancısın Süleyman! Kendini ahrette yakacaksın, gel bari bu kızı bu dünyada yakma!
Kız evi, bütün ipleri Yenge Hanım Hazretleri Emine Hanım’ın eline vermişti. Birkaç dakika geçti geçmedi Emine Hanım, babasına seslendi:
- Baba! Müsaadenizle şu karşıki odaya Süleyman Beyle geçsek. Kendilerine soracak birkaç sualim olacak.
- Peki kızım. Müsaade sizin.
- Teşekkür ederim.
Hapı yuttun Süleyman! Bu kız hiç de o kadar basite alınacak bir kız değil. Senin İslami yönden ne kadar zayıf biri olduğunu hemen kavrayacak. Daha 32 Farzı bilmiyorsun Süleyman!
Yarım saat oldu. Nerde kaldınız Süleyman! Yenge Hanım Hazretleri ahret sorgusuna mı çekti seni? Ulan Süleyman kendi ellerinle ateşe attın kendini. Kendi düşen ağlamaz! Ama sen yine de ağla Süleyman!
İşte kapı gıcırdamaya başladı. Evet geliyorlar.
Süleyman’ım ne oldu sana öyle? Yüzünden düşen bin parça. Kıpkırmızı olmuşsun. Biliyorum belki birazcık bozuldun, ruhun belki can çekişiyor olabilir. Belki biraz da kızardın; ama sana kırmızı çok yakışıyor Süleyman! Yalan söylersen sonu böyle olur işte. Sen Emine Yengemizi ne zannettin? İşte adamı böyle ters düz ederler.
Yenge hanım babasına dönerek:
- Babacığım. Biz Süleyman beyle görüştük. Düşüncelerimi kendilerine anlattım. Malumunuz sualler sordum. Biraz düşünmem gerekecek. Kendilerine durum değerlendirmemi yaptıktan sonra cevabımı vereceğim.
- Peki evladım. Senin kararına saygımız sonsuzdur.
Yenge Hanım Hazretleri’nin babası Süleyman’ın yakın akrabalarına dönerek:
- Kızımın dediklerini duydunuz efendim. Son sözü yine kızım söyleyecek. Size kararımızı telefonla bildiririz
Büyük amcası:
- Peki efendim. Biz kararınızı dört gözle bekliyor olacağız. O zaman müsaadenizle biz kalkalım.
Süleyman, yol boyunca hiç konuşmadı. Yakınları sana neler sordu bu kız diye bir sözcük dahi kuramadılar. Çünkü bu çetin mi çetin gelin adayının ne tür sorular soracağını ufaktan ufaktan kestirebiliyorlardı. Anne ve babasını kaybettikten sonra, Süleyman’ı yeterli bir dini bilgiyle donatmadıklarının suçluluğunu yaşıyorlardı belki de. Şu satırlarda benden mizahi bir cümle kurmamı beklemeyin sevgili okuyucu! Velhasıl benim de içim burkuldu bu duruma.
Bir ay oluyor neredeyse kız evinin kapısını aralayalı. Duyduğuma göre kız evi hala aramamış. Süleyman işyerine de fazla uğramıyormuş. Telefonu da kapalı. Derken sevgili okuyucu; şans eseri, geçen gün yolda denk geldi bizim Süleyman. Zayıflamış, kurumuuuş… Bir görseydiniz çelimsiz halini… Üzüldüm bir hayli. Biraz sohbet edelim vaktin var mı dedim? Hiç seslenmedi. Tuttum kolundan doğru yarım ekmek döner 1 TL olan dönerci-dürümcü Hurşit ağabeyin döner salonuna. Bir de 50 kuruşluk ayran. Üç kuruşluk ayran değil yani. Süleyman, koçum benim anlat derdini! Neden suskunsun günler, haftalar boyu? dedim. Bir dakika kadar süren bir suskunluğun ardından konuşmaya başladı.
- Sorma kanki. Kız beni öyle bir kenara sıkıştırdı ki… Ne söyleyeceğimi ne diyeceğimi bilemedim. Utandım, utandım, utandım. Çok bilgili bir kız. Ben ise cahilin birisiyim.
- Estagfirullah.
- Öyle, öyle… Sordukça sordu. İslami bilgim olmadığı için ve kendisinin de İslami sorular sormasından ötürü cevap veremedim suallerine. Başımı utancımdan eğdim, eğdim… Sonra içimden bir ses bana bu kıza dürüst olmam gerektiğini söyledi. Sonra kıza şöyle dedim: Emine hanım. İçeride namaz kılıyorum demiştim ya. Aslında nasıl desem? Ben, ben, ben var ya ben, işte ben size yalan söyledim namaz kılıyorum diyerek. Aslında şu içerideki arkadaş var ya, o beni zorla camilere götürür. Cuma namazına bile ender giderim. Ama siz bana yardım ederseniz namazlarımı tam anlamıyla kılarım. Anne ve babamı bir trafik kazasında kaybettim. Şu içerideki arkadaşımdan başka bana namazdan bahseden olmadı. Lütfen size gelen bu teklifimi geri çevirmeyin!
- Eee sonra? Meraklandım şimdi.
- Meraklanacak bir şey yok kanki. Önce sustu. Sonra benden telofon numaramı istedi. Ben de verdim. Olumlu veya olumsuz bir cevap olacak. Ve bu durumu nasıl cevaplarsam içimde, yanıtlamak için ben sizi arayacağım dedi.
- Vay be kanki. Demek haftalardır sıkıntın bunun içindi. Değer mi kanki bir kız için bu kadar üzülmeye. Bu olmazsa başkası olur.
- Vallaha mı kanki?
- Tabi oğlum ne zannettin? Bulunmaz Hint kumaşı mı?
- Sağ olasın kanki. Doğru ya. Başka kız mı yok? Değil mi ama?
- Hah şunu bileydin. Neyse haydi yemeğini bitirdiysen çıkalım!
Ne kadar aç gözlüsün Süleyman. Ulan o kadar gaza getirdik, moralini düzelttik, adam çıkarken hesabı öder. Buldun bedavayı tabi, dört tane döneri de mideye götürdün. Bu sefer de böyle olsun bakalım.
Not: Fatih Kayabaşı’nın sevgili okuyucuları. Ben Süleyman. Kulaklarınızı uzatın bana doğru, söylediklerimi de iyice dinleyin; ve o hain arkadaşım, sizin sevgili yazarınız Fatih Kayabaşı’na da sakın ha sakın söylemeyin! Özde değil, sözde kankimin yazdıklarını ele geçirmiş bulunmaktayım. Hakkımda yazdıklarını teker teker okudum. Hain adam. Tam iki yüzlü bu çocuk. Nasıl da sinirlendim bir bilseniz. Şimdi ağzımdan küfürler hediye edeceğim ona; ama sizler çok temiz yürekli insanlarsınız. Ben ona farklı platformlarda neler yapacağım biliyorum. Öldürsem mi? Yok yok! Öldürmekten beter edeceğim onu. Dediğim gibi aramızda kalsın.
Sevgili okuyucu. Ben sıkıldım bu Süleyman’ın işlerinden. İyice cılkından çıktı bu iş. Af edersiniz telefon.
- Alo
- Fatih beyle mi görüşüyorum?
- Evet. Buyurun
- Ben Emine. Hani, Süleyman beyle istemeye geldiğiniz Emine
Ne oluyoruz sevgili okuyucu. Benimle ne ilgisi olur ki bu kızın?