UYU...
Saat geceyi geçeli tamı tamına bir tam saat, bir de yirmilik dakika olmuş. Bir yunan radyosunun şarkıları, gecenin sessizliğine perdedar bu gece.
Karşımda unuttun kendini. Uyuttun bir gece usulca güzel gözlerini. Bembeyaz koltuğunun üzerinde.
Yüzünde hala gündüzün savaş boyaları. Hayata karşı daha dik durmanı sağladığına inandığım. Göz kapaklarında mora çalan bir mavilik. Kapanmış gözlerinin üzerinde incecik yay kaşların. Gündüz ki gerginliğinden eser yok. Sadakta ok kalmamış belli ki. Kendi kendiyle dalgasını geçen saçlarını, arkadan zapt etmişsin bir tokayla belli ki. Bembeyaz bir yüz, tertemiz bir ifade ile uyuyorsun karşımda. Sırtın pencereye dönük. Perdelerin örtük. Ben hanende bile değilim. Ama sen benim karşımdasın. En çok da seni bu kadar sevenler adına üzgünüm. Şu melekler gibi uykunu seyredebilmenin derdiyle yanıp tutuşan kimler kimler vardır…
En çok da, pek sevgili kumam Ali Fuat adına üzgünüm. “Gönlünden öpüyorum” diye gönderdiği tüm selamların inadına, omzundan öpmeyi sevdiğim kadından bu kadar uzakta yaşıyor olması ne büyük talihsizlik. Hayatı öylesi bir şenlik olacakken, senden mahrum olmanın zorluğunu sırtına yük etmekmiş demek kaderi. Dostluğun böylesine büyük yaşandığı, kaç fani vardır yeryüzünde. Nefsi arzulardan uzak, incitmemenin derdiyle sürdürülen.
Öl desem ölür müsün? Öl diyorsam sana öldür beni dostum. Seni yaşatacak kadar sevememişsem, ya sevmeyi bilememişim yahut senin kıymetini yeterince hissedememişim demek ki. Tek bir bakış, yukarı çekeceğin tek yay kaşınla, fırlat bir ok bakışı gönlüme, acıma, öldür gitsin beni kendi gönlümde.
Dost...
Gün boyu, dünya hangi telâşelerini verdi yine gönlüne ve yordu seni. Hem bedeninde, hem de ruhunda derin bir uyku hali. Nasıl da erkenden uyuyakaldın bu gece. Üstelik, bu kadar alışıkken gecenin sarhoşluklarına. Sana anlatmak istediğim ne çok şey vardı hâlbuki…
Anlatsana bana da, ben seni seyrederken gördüğün güzel düşleri. Anlatsana, gittiğin güz değmemiş bahar bahçelerini. İçindeki her türlü canlıyı seçebildiğin berrak suları ve bu suların üzerinde nasıl da yürüyebildiğini… Dağların zirvelerine yorgun argın tırmanıp, bir solukta kanatların varmışçasına, kendini boşluğa bıraktığında uçmaya başlayışını. Kendini birden bire bulduğun o gelincik tarlasında ki, büyülü flüt sesinin peşine takıl. Bir "Ferhat", "Şirin" diye seni bekliyor olsun. Gelinciklerin ortasında kavruk teni ve kömür karası kıvırcık saçlarıyla, gelinciğin nazlı taç yapraklarının ortasına düşen siyah öz gibi beklesin en kırmızı halini. Duruşundaki zerafeti anlat bana…
Dost…
Ya bu uyumaların olmasa ve gördüğün güzel anlık ama destansı düşlerin. Düşlerinden düşmemeyi öğrendiğinde, gülümsemelerin kahkahalara dönüşeceği bir zamanın peşindeyim ben. Sımsıkı tutun düşlerine kelebek kanatlı kadın. O kanatlar aşkın kandilinde tutuştuğunda çelik kanatların içine sığınacaksın. Yeni kanatların uçuracaklar seni aşkının olduğu kim bilir hangi yeni keşif A.Ş.K. ülkesine.
Sular yükselmeli yavaş yavaş ve rüzgâra sırtını vermelisin. Doldurmalı yelkenlerini rüzgârın nefesi. Yanağını şişirmiş bir sevimli erkek çocuk gibi en sevimli haliyle, bir yelkenli uçurmalı hayatın boyunca seni mutluluğun sularında. Sularına daldığında kelebek kanatlarını çırpmalısın soluksuz. Kabarcıkların her birinde köpük yapıp mutluluktan çıldıran bir kız çocuğum olmalısın benim için.
Sözlerimin hiç birinde bir hata yok bu defa. Sen uykudasın, düşünü ben görüyorum bu gece. Uyu, omuzlarından öpmeyi sevdiğim güzel kadın. Söz Ali Fuat’a nispet yapmayacağım “ben daha çok seviyorum” diyerek bu defa…
Gecelerin hep böyle huzurlu ve mutlu ve gülümsemeli uykulara bulansın güzel kadın…
Her sabahla birlikte mutluluklar, yeni umutlar, yeni papatyalar sunsun sana hayat…
YORUMLAR
Anlatsana bana da, ben seni seyrederken gördüğün güzel düşleri. Anlatsana, gittiğin güz değmemiş bahar bahçelerini. İçindeki her türlü canlıyı seçebildiğin berrak suları ve bu suların üzerinde nasıl da yürüyebildiğini… Dağların zirvelerine yorgun argın tırmanıp, bir solukta kanatların varmışçasına, kendini boşluğa bıraktığında uçmaya başlayışını. Kendini birden bire bulduğun o gelincik tarlasında ki, büyülü flüt sesinin peşine takıl. Bir "Ferhat", "Şirin" diye seni bekliyor olsun. Gelinciklerin ortasında kavruk teni ve kömür karası kıvırcık saçlarıyla, gelinciğin nazlı taç yapraklarının ortasına düşen siyah öz gibi beklesin en kırmızı halini. Duruşundaki zerafeti anlat bana…
Dost…
Yüreğinize sağlık. Selam ve sevgiler.
ne çok yerini beğendim bilsen...nasıl gözlerim doldu...
işte o anda yanında olmak sana sarılmak dünyanın en büyük hazzı olacaktı bana...
olsun gönlüm aktı ve sarıldım yine de ...
öyle etkilendim ki ...dün den beri aklımdan gitmiyor bu güzel dosta nasıl bir güzellik yapsam diye...
en güzel kalemimsin...portakal çiçeğim...