- 678 Okunma
- 9 Yorum
- 0 Beğeni
IHLAMUR YAPRAĞI (BÖLÜM: 2 GEÇMİŞE AİT YALANLAR)
Yatağın içinde bir sağa, bir sola dönüyor bir türlü uyuyamıyordu. Dersten kafasını kaldırınca, kafası boşalınca hele bir de yataktaysa elinde değil hep çocukluğunu düşünüyordu.
Çoğu zaman "şöyle kapkara bir boya olsa, hatırlamak istemediğim şeylerin üzerini tamamen boyasam" diyordu. Ama gözlerini yumduğu anda floresans lambanın pır pır edip sonra yanışı gibi beyni de onun kadar beyaz aydınlanıyor ve hatırlamak istemediği ne varsa çırılçıplak ortaya çıkıyordu.
Kısacık ömrünü yaşadıklarına göre kategorize edecek olsaydı, şu bölük pörçük ruh haliyle kaça ayırırdı acaba...
Ders kitaplarında Milattan Önce/ Milattan Sonra, Tanzimat Dönemi gibi bir sürü zamanı dilimlendirmişlerdi ya... Peki ya kendisi...
Matematiksel olarak yaşadıklarına bakılırsa çok ağır, işlem olarak çok basit ortadan ikiye ayırırdı. Yalanlar ve Gerçekler...
Maalesef gerçekler, onun için; bir tomurcuğun muhteşem açışı kadar güzel olmamıştı.
Katmer katmer açmış bir gülün, her bir yaprağının zalimce koparılışı kadar yaralayıcıydı.
Yalan zincirinin o kadar çok halkası vardı ki; kopan ilk halka annesinin öz annesi olmadığı gerçeğiydi. Üstelik bunu öğrendiğinde ise yaşı henüz 10’du..Söyleyen ise; annesine misafirliğe gelen bir kadının çelimsiz, pasaklı ve şımarık oğluydu.
Oyun; sırf oyuncaklarla olmazmış, oyunlar da dönermiş hayatta.. Olanları kavraması ilk anda çok zor gelmişti.
Şu yap-boz oyunları ile olayları çözmeye çalışıyordu. Yani bozulmuş taşların tek tek yerlerini bulacak ve sonra yeniden yapacaktı. Peki bozulmuş morali nasıl geri gelecekti... Çok zaman almıştı çok..
Annesine bu konuyu ilk açtığı günü canlandırdı kafasında... O ürkek, o ne olur duyduklarım yalan olsun dercesine yalvaran bakışlarını...
- "Anne ben birşeyler duydum. Yalandır değil mi?
- Ağzının içinde ne varsa çıkar o baklayı.. Ben ne bileyim ne sorduğunu?
- Sen benim annem değilmişsin öyle duydum?
- Kim söyledi bunu sana, anladım Müşerrefin o çelimsiz oğlu söylemiştir. Bir ara konuştuklarımızı dinlemiş demek ki...
- Siz bunları mı konuştunuz?
- Bak oğlum ben bunu sana biraz daha büyüyünce anlatayım. Şimdi senin kafan bunları anlamaz..
- Hayır, ben akıllıyım, cin gibiyim, ne olur anne anlat bana..
- Otur o zaman anlatacağım.
Kalbinin nasıl hızlı çarptığını, neredeyse fırlayacağı hissediyordu. Yanakları ve kulakları alev alev yanıyordu. Ama büyüdüğünü, koca adam olduğunu herşeyi anlayabileceğini ispat etmek istiyordu. Öylece annesinin gözlerine dikkatle bakmıştı. O diyalog hala kulaklarından gitmiyordu.
- Senin annen ve baban bir trafik kazası geçirmişler yavrum. Annen hastaneye yetiştirilemeden oracıkta rahmetli olmuş. Baban ağır yaralı olarak hastaneye kaldırılmış. Lakin fazla ömür biçmemişler. Onun da içine doğmuş öleceği, ziyarete gelen kardeşine yani babana "bana birşey olursa Onur sana emanet, ona iyi bak" demiş. Senin baba bildiğin aslında senin öz be öz amcandır evladım.
- Peki sen anne.. ben anlayamadım ki...
- Ben sana söyledim. Daha erken diye.. Diretiyorsun iyi dinle o zaman. Yavrum ben dul yalnız yaşayan bir kadındım.
Mahalleden bir kadın gelerek aynen şöyle dedi yavrum..
- "Bak bizim yan sokakta bir adamcağız var. Adamın bir evi, bir tuhafiye dükkanı varmış. Karısı yıllar önce ölmüş. Yalnız dört yaşında anasız, babasız kalan yiğenini himayesine almış. Evlenmek istiyormuş ama şart koymuş: "benim yiğenimi çocuğu bilecek, hiç ona gerçeği söylemeyecek, hissettirmeyecek. Malımı mülkümü de evleneceğim kadının üstüne yapacağım, tek başıma çocuk büyütemiyorum".
- Peki sonra ne oldu?
- Evlendim ama bendeki şans işte.. Baban bir gün otobüste fenalık geçirmiş, hastaneye kaldırmışlar. Ben hastaneye gittiğimde çok geçti. Ruhunu teslim etmişti. Babanın cennette olduğunu daha önce söylemiştim sana..
Hayat ne kadar ilginçti. Hadi babası amcasıymış. Peki annesi tamamen yabancı bir kadın. Hiç bir kan bağı yok. Bunu sindirmesi o kadar zor olmuştu ki.. Ama ne yapacaktı ki... Çaresizdi... Üstelik ne olursa olsun onu seviyordu. Ona sıcacık davranmamış ama hiç olmazsa yanından ayırmamıştı. Yine de emeği vardı. Tamam aslında ikisi de birbirine yabancıydı. Ama herşeye rağmen kim olursa olsun yüreğinde annesiydi o...
Ama gerçek sevgiyi hiç yaşamamıştı. Arkadaşlarının annesi ile kendi annesi arasında yüzseksen derece fark vardı. Ne kadar isterdi ona doya doya sarılmak ama o hiç fırsat vermezdi ki.. "Ben sevmem öyle sululuğu git öte".. diye uzaklaştırırdı.
Aslında yabancı bir kadın. Kocasının hatırı için sözünü tutmuş, elin oğluna yıllarca bakmıştı. Tamam, öyle gerçek anne gibi değil ama bakmıştı işte...
Ona kızamıyordu aslında hatta yakın olmak istiyordu ama fırsat vermiyordu ki... Bir sürü ilacı vardı. Hep tansiyon ilacı derdi. Onların da depresyon ilaçları olduğunu içindeki merak duygusuyla anlamıştı. Sürekli koltuklarda uyuklayıp duruyordu acaba yan tesiri mi var ilaçların diye birgün o uyurken içtiği ilacın prospektüsünü okumuş, gözleri faltaşı gibi açılmıştı. İçinde "sinirsel hastalıklar için kullanır" yazıyordu.
Hayatı hep böyle yeni yeni şeyler öğrenerek geçiyordu. Hayat onu, olması gerekenden daha erken yaşta olgunlaştırıyordu.
Neyse ki okuyordu.. Çok çalışkanlığının bir sebebi de aslında gerçeklerden uzaklaşmaktı. Dersler beynini tamamen meşgul ediyordu. Böylece; olaylara ve zamana karşı kendince mücadele ediyordu.
Okulda kimseyle konuşmuyor, samimi olmak ve kendi gerçeklerinin bir tanesinin bile başkası tarafından duyulmasını istemiyordu. Dershaneye verecek paraları yoktu. Ama öğretmenler yüksek notları nedeniyle onu bir dershanenin seviye tespit sınavına sokmuşlardı. Bileğinin hakkıyla derece alınca ücretsiz eğitim almaya başlamıştı.
DEVAM EDECEK
20.05.2010
YORUMLAR
Aysel AKSÜMER
İçim ürpererek okudum.Nefis bir anlatım.Konu seyrini değiştirdi bakalım neler olacak.sevgilerimle.
Aysel AKSÜMER
Üçünçü bölümü de yazdım gördün mü bilimiyorum. O biraz daha kısa oldu. Olaylar şekilleniyor gitgide. Sevgilerimle...
Aysel AKSÜMER
dider bölümünüde okuyacagım dost kalemim;çok akıcı bir seriye benziyor ..kutluyorum yazan kalemi..sevgiyle
Aysel AKSÜMER
bir insanı böylesi irdeleyerek yazmak için sanki tanıyor olmak mı gerekiyor ne...tebrikler...saygılarım çoookça...
Aysel AKSÜMER
Onur'un kendi dünyasını girerek özgeçmişini araştırması bu bölümü oldukça zenginleştirmiş.İmgeler,renk katmış anlatıma...
Bir bebeğin sncılı ve ağlayarak doğması gibi;her zaman eserlerin ilk çıkışları sancılı olur.Zamanla her şey yoluna girer ve okuyucuyu peşinden sürüklemeye devam eder...
Aysel Hanım,bundan sonraki bölümlerde seni kimse tutamaz artık.Benim Korkusuz Selim bile yetişemez yazdıklarına...
Cesaretini kutlarım.Hadi koay gelsin ve yolun açık olsun...
Saygılarımla efendim.Selamlar...
Aysel AKSÜMER
Tekrar teşekkür ederim. Saygı ve selamlarımla....
Aysel kardeşim, yazın çok acıklı bir yöne döndü.Bir genç için en zor şey, annesi zannettiği kişinin yabancı biri olması.
Galiba oldukça dokunaklı bir seri bekliyor bizleri, kolay gelsin, sevgilerimle.