- 563 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Mustafa
Mazepotamya ovası’nın yerini sarıdan yeşile bıraktığı bir ilkbahar günüydü. Akşama doğru Mustafa, gözlerinde bir katre yaş ve yüreğinde baldıranlı bir sızı hissediyordu. Atletik vücutlu olan Mustafa böyle hafakanlı halindeyken Mardin’in abbaralı sokaklarında şehrin tarih kokan havasını yudumlayarak yürüyordu. Yürürken kâh Mardin’in dantel dantel işlenmiş huzur veren taş evlerine kâh ak güvercinlerin özgürce uçtuğu ve takla attığı Mardin semasına bakıyordu. Akşama doğru Mardin seması; minarelere, gök kubbeye, medreselere, camilere… Meftun olan ak güvercinlerle doludur. Kısa boylu Mustafa Mardin’in kuytu sokağında yürürken Ahmet adında bir arkadaşıyla karşılaştı. Ahmet, uzun boylu, siyah ve kıvırcık saçlıydı. Sarı saçlı Mustafa hafif gülümseyerek:
“Ooo Ahmet kardeş nasılsın?”
Ahmet üzgün bir şekilde:
“İyiyim be Mustafa” dedi.
Mustafa Ahmet’in omzunu tutarak:
“Ne o Ahmet üzgünsün, neyin var?” diye sordu.
Ahmet:
“Bıktım şu Mardin’den bıktım. Üniversite sınavını kazansam da kurtulsam şu Mardin’den” dedi.
Mustafa gülümseyerek:
“Bak Ahmet Mardin’den neden bıkmışsın bilmiyorum; ama ben Mardin eşittir birlik ve beraberlik derim her zaman ve bu efkârımla yanılmadığıma gönülden inanıyorum. Sokakları, tarih kokan evleri, bağrışmaların eksilmediği kalabalık çarşıları, medreseleri, camileri, kiliseleri… Birlik ve beraberliğin ve kardeşçe yaşamanın mümkün olduğunun açık göstergesidir. Çarşıya çıkıyorsun Süryani vatandaşlarla alış veriş yapıyorsun. Yolda Müslüman ve Süryani vatandaşlar yan yana yürüyor. Ellerinde ne bıçak var ne silah. Bundan da ötürü baldıransız yüreklerinde sevgi bağı, muhabbet bağı ve kardeşlik bağı vardır. Bir bak Türkiye’ye kardeş kardeşi vuruyor; lakin kardeşçe yaşamaya dair bir umut var. Birlik ve beraberlik içinde yaşayan Mardin halkı Türkiye’de barışın ve solan güllerin eski görünümüne, kokusuna ve güzelliğine kavuşmasının muştusudur. Mardin dillerin ve dinlerin şehri… Mardin hoşgörülü insanların mekânı… Mardin tek başına bir dünyadır; ama nasıl bir dünya? Mardin dinlerin, dillerin, ırkların, medeniyetlerin birleştiği cennet bahçesidir.
Ahmet Mustafa’ya haklısın dercesine başını salladı. Daha sonra vedalaşıp gitti. Mustafa, Ahmet’in Mardin’e olan nefretine üzülmüştü. Tek varlığı olan annesini kaybetmesi ve Ahmet’in Mardin’e olan nefreti Mustafa’yı hüzün denizine sürüklüyordu. Bir yağmur misali ruhuna boşalıyordu vefat eden annesinin acısı, hasreti.
Mustafa “Allahuekber” nidalarıyla titreyen Mardin’in tarihi sokağında akşam namazını kılmak üzere Ulu Cami’ye doğru gidiyordu. Mardin akşamının kızıllığı Mustafa’nın gözünü kamaştırıyordu. Mardin’in billur akşamının serinliği süzülüyordu Mustafa’nın yanık gönlüne. Mardin’in billur gerdanlığı anbean berraklaşıyordu. Bir gün daha bitecekti ve Mazepotamya Ovası yine yalnızlığa ve karanlığa mahkûm edilecekti.
Mustafa namaz kılmak için Ulu Cami’nin avlusundaki çeşmede abdest alıyordu. Abdest alırken gözü kapalı bir şekilde ağzından şu nağmeler dökülüyordu:
“ Allah’ım ne güzel bir su. Bengisu fışkırır şu Mardin çeşmeleri. Bu suyun şırıltısının musikisi kulağa cennet ırmaklarının musikisi gibi gelir. Bu sesi dinleyen şu hafakanlı yüreğimdeki dert küpüm uçup gitti. Yüreğim huzurla doldu.
* * *
Namazlar kılınmış, dua faslına geçilmişti. Aciz ve günahkâr eller yüce yaradanın(c.c) mağfirete açık kapısını çalıyor ve “af ya rab, mağfiret ya hu!”diye yalvarılıyordu. Mustafa’nın gözünden gül katreleri çağlıyordu. Mustafa:
“ Allah’ım toprağına kurban olduğum Mardin’den sana sığınıyorum. Şu Ulu Cami’deki efendimiz Hz. Muhammed(s.a.v)’in mübarek sakalı hürmetine bizi affet. Kapına geldik bizi boynu bükük geri çevirme, bize mağfiret eyle. Ey dualarımızı kabul eden hu! Beni yanına al. Anamın hasretine dayanamıyorum. Yalnızım, biçareyim… İsyan ve günah denizinde boğulmadan bu günahkâr kulunu yanına al.” Diye dua ediyordu.
İki eli yüzüne kapanık, titriyordu ve sonra secdeye kapandı. Kendisine emanet edilen canı sahibine teslim edecekti.
* * *
19 yıllık bir ömür bitmişti, tükenmişti. Mustafa için yolculuk ebediyete. Mustafa sevinçli olsa gerek; lakin aynı şey Mardin için söylenemez. Çünkü Mardin hüzünlüydü. Ona meftun olan bir yıldız kaymıştı ebediyete. Mardin hüzünlü olmaz mı?
Mardin kalesi’nin ışıkları sönük, Sultan İsa Zinciriye Medresesi’nin boynu bükük, Mardin gerdanlığı ağıtlar yakar. Hele Mardin seması bir acayip; bulutlar ağlar, yıldızlar hüzne boğulmuş. Mardin Mustafa’ya yas tutuyordu.
18.05.2010-Mardin
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.