- 587 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Anlar Bütünlüğü
Hiç nefes aldığımda müzikle dolduğunu hissetmemiştim ciğerlerimin. Açlık hissediyorum kanımda, saksafona, piyanoya… Kararsızlıklarım endişelerim beyaz tüllerden ve perdelerden yansıyan güneş ışınlarının tozlu sisinde kayboluyor, sessizce. Rahatlıyorum dinledikçe. Neden bilmiyorum. Balkon kapısının önünde salınan tüllere bakıyorum. Rüzgârı gönderiyorlar bana, tenimde kayıyor. Kollarımdaki tüyleri sıyırarak geçiyor üzerimden. Ardından tenime inerken tüylerim bu anın yaşanmışlığını hayalmişçesine kabulleniyorum. Daha fazlasını istiyorum ve bir akım daha geliyor biliyorum çünkü tüller bana doğru, yukarıdan perde mekanizmasına bağlı olmalarına rağmen, özgürce salınıyorlar. Aynı anda koltuğun yumuşak kumaşının bedenimin ağırlığı altında ezilişini, koltuğu hissediyorum. Müziği dinledikçe ağırlaşıyorum yada bana öyle geliyor. Başım vücudumun en ağır parçası. İçi sanki erimiş ılık metalle dolu. Saçlarım metal başımın etrafında gereksizce dağılmışlar galiba. Çok anlamsız bir hafiflikle, terbiyesizce ve şımarıkça…
Ayağa kalmaya karar veriyorum ancak bacaklarımın sıcağın, kararsızlığın, sessizliğin ve ümitsizliğin yarattığı boğuk ağırlığı kaldıracak gücü yok. Beynimde bulanık hatta bir görünen bir kaybolan “Ayağa kalk!” emrinin işe yaraması için odaklanmaya çalışıyorum. Bakışım gözlerimden çıkıyor, pijamamın kumaşına sürtünerek sakinleşen esintiye karşı ayaklarıma doğru yol alıyor. İçim birden ümit ışınlarına maruz kalıyor çünkü ayaklarım ben fark etmeden çoktan emre uymaya başlamışlar bile. “Zor olacak ama ayağa kalkmayı başaracağım galiba.” diye düşünüyorum.
…
Kendime geldiğimde mutfaktayım. Tek gerçek dostum buzdolabını yanında yer küreye doksan derece açıyla duruyorum. Sanki hep böyle olmalıymış gibi boynuma değen saçların verdiği gıdıklanma hissinden sıkılmıyorum hatta hoşuma gidiyor bu rahatsızlık. Kapağı açmam gerek değil mi? Kapak? Buzdolabının kapağı. Ne kadar da beyazmış. Buzdolabında buz yok. Ne mantıksızlık. Oysaki adını temsilen biraz buz olabilirdi içinde. Küsüyorum buzdolabına. Açmıyorum kapağını da. Dönüyorum yüz seksen derece. Vay anasını! Ne kadar parlak bir oda burası. Sağ ayağımla geriye doğru bir adım atarken ayakçığım terlikten sıyrılıyor. Buzdolabının gölgesinde kaldığı için serin olan ama aslında bütün sabah güneşin düşüncesiz ışınlarına maruz kaldığı için soğukla sıcak arası çeyrek fayans alanına değiyor çıplak topuğum. NE? Telefon mu? Yo yoo! Bu ses olsa olsa midemden geliyor olabilir. Bu kadar periyodik olamaz ama değil mi?
Zırrrrrr!!!! Zırrrrrr!!!! Zırrrrrr!!!! Zırrrrrr!!!!
Ben daha bir adım atıp atmama konusunda kararsızken telefonu açıp açmama konusu düşünmek için çok ağır geliyor. Saçlardan sıkıntı basıyor. Toparlıyorum ani bir hareketle. Ensem terli. Kalbim daha hızlı çarpmaya başlıyor. Açmalı mıyım telefonu? Kim arıyor olabilir ki? Önemli midir? Telefonun ahizesinin dokusunu hissediyorum beynimde. Sol elimde bir ferahlık ve kıvrılan parmaklarım… Ahize kaldırılırken kilogramlarca ağırlığa dönüşüyor. Dönüşüm devam ediyor ve sonunda bu ağırlık arayan kişinin sesinin ağırlığıyla sabitleniyor. Sese doğru bakıyorum. Güneş ayaklarımın dibinde. Fayanslar parlaklar çok parlaklar.
Zırrrrrr!!!! Zırrrrrr!!!! Zırrrrrr!!!! Zırrrrrr!!!!
Sustu. Bakışım hala kararsızlığımı taşıyor. Bir dalmacık ter ensemden sırtıma doğru kaymaya başlıyor. Kalp atışlarım düzgün. Ellerim karıncalanıyor biraz ama genel olarak iyiyim şuanda. Bir adım için karar verme aşamasındayım. Bilincim yerinde ama yerinin neresi olduğunu belirlemeye gerek yok. Sadece olması gereken yerde olduğunu biliyorum. Bedenimin terbiyesiz karşı çıkışları artık canımı sıkıyor. Yahu! Alt tarafı salona gideceksin tekrar. Salon mu dert olan? Tamam, o zaman banyoya git. Nasıl olsa banyo kesinlikle daha karanlıktır. Adım adım adım adım adım adım…
Biraz sürüdüm ayaklarım hatta son anlarda duvara yaslanarak gelmiş olabilirim banyoya. Açıkçası, umurumda değil. Tek istediğim karanlık. Harika. Artık karanlık ve soğuk bir yerdeyim. Burası küçük ve karanlık. Banyo halısının üzerine yatıyorum. Kıvrılıyorum. Uyuyorum. Kafamda bir şarkı:
Hey lord mama
I heard you weren’t feeling good
They spread dirty rumors all around the neighborhood
They say you mean and evil and don’t know what to do
That’s the reason that he’s gone and left you black and blue….
Uyandım. Gözlerimi aralık. Gördüğüm şey ön planda halını tüyleri arka planda kapıdan sızan akşam güneşi. Gene mi sen? Hala batmadın mı? Biraz daha kuvvetli hissediyorum şimdi. Artık ben uyurken kimler borçlarını almaya geldi, kapımla selamlaşıp gitti yada kimler nasıl olduğumu sormak için aradı da telefonun la tonundan verdiği müthiş zeki yanıtı aldı beni bağlamaz. (Dıt dııt dııt dııııııııııııııttt dııt dııt dııt dııııııııııııııttt dııt dııt dııt dııııııııııııııttt…) gerçekten iyi hissediyorum artık. Hatta dışarı bile çıkabilirim. Evet, çıkar çıkmaz kaza eseri karnıma bir dönerci bıçağı saplanabilir yada kudurmuş bir köpek bacağıma saldırıp son anlarımda havyalara karşı olan düşüncelerimin değişmesine sebep olabilir ama ben dışarı çıkacağım. Her şeye rağmen?
Ev kapısının kulpunun dokusunu yada açar açmaz dudaklarıma ve bileklerime çarpacak olan temiz havayı hayal etmeden sadece programlanmışçasına yürüyorum kapıya doğru. Dışarıdayım. Her şey sakin. Sıradan bir insanım ve kimse bana bakmıyor. Benim onlara bakmam önemli değil. İlk esintide üstümde kuruyan terin bayık kokusu geliyor burnuma ancak bunu düşünmek istemiyorum. Bir elimde arabanın anahtarı bir elimde sigaram ve evin anahtarı yüzümün önüne gelen saç telciklerinin burnuma yaptığı cilveler eşliğinde bir adım atıyorum bir iki üç derken… A a! Yürüyorum. Tenimdeki rüzgârı, bence sadece insanlara iyi hissettirmek için öttüklerini düşündüğüm kuşların gerçek ötme sebeplerini, kaldırım taşları arasından obez bir kadını koltuk altından fışkırmış tüylercesine üzerlerine çöken günün en kirli havası ve gayet eğik ve sevimsiz güneş ışınlarıyla ben üzerlerine basmadan önceki son fotosentez girişimlerinde bulunmaya çalışan çimenceğizleri yada akşam üstümü yoksa sabah mı olduğunu- ki ikisi birbirine çok benziyor, düşünmeden yürüyorum. Ev geride kaldıkça kalıyor. Hava serinliyor. İnsanlar seyreliyor. Hava karardıkça kararıyor. Lanet olası güneş battı. Gölgeler insanoğlunu yaptığı uyduruk sokak lambalarının ışıkları izin verdiği kadar varlar. Bana sorsalar, yoklar.
Özgürüm. Nereye gideceğime şimdi karar vermeme gerek yok. Tek yapacağım yürümek, yürümek ve yürümek… Belki sadece bakkala giderim bekli de sadece bir şişe şarap alır eve dönerim. Belki beyaz atlı prensimle rastgele girdiğim bir barda tanışırım, belki de tam girecekken çiğ köfteciye gider bir dürüm alır yiye yiye sahile inerim.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.