- 1335 Okunma
- 18 Yorum
- 0 Beğeni
Delirme Noktası
Zeynep Hanım, elindeki kovayı balkona bırakıp, çalan telefona koştu.
-Alo! Teyze ben Gülcan; nasılsın, neler yapıyorsun?
-Canım benim! Ne yapalım iyiyiz işte, iş güç; yarın pazar ya işlere akşamdan başladım. Temizliğe bir gün yetmiyor. Sen nasılsın?
-Yarın iş miş yok Teyze! Bizimle pikniğe geleceksin o kadar! Yeter o eve kapandığın, dışarı çık, dışarıda başka bir dünya var.
-İyi dersin, güzel dersin de enişten ne diyecek bakalım, O gezmeyi pek sevmez ki.
-O gelmesin! Sen gel yeter bize.
-Ben yine de Eniştenle konuşayım.
Telefon konuşması bitince, ahizeyi yerine koyarken düşünüyordu. Hayatında bir kez bile, eşi ve çocuklarıyla, ne bir pikniğe, ne de bir gezmeye gitmemişti. Hafta içi işe gider, pazar günleri temizlik yapardı. Evin dışındaki bir yaşamdan hiç haberi yoktu.
Kocası yine akşam yemeğine gelmemişti o gün. Çok zamanda gelmiyordu.
Çocukları evlenip yuvadan uçalı, akşam yemeklerini ve sabah kahvaltılarını yalnız yapıyordu. İlk zamanlar bu durum zor gelse de alışmaya başlamıştı. Başka çaresi de yok gibiydi.
Tek başına yemeğini yiyip, bulaşığı yıkadıktan sonra, eline örgüsünü alıp örmeye başlamıştı ki, kocası geldi. Kalkıp O’nun sofrasını hazırlarken, Gülcan’ın dediği piknik aklına gelmişti:
-Ali, bugün Gülcan aradı. Yarın pikniğe gideceklermiş, bizi de çağırıyorlar, gidelim mi?
-Ben bir yere gidemem; işim var!
Zeynep Hanım sustu. Daha fazla konuşup kavga etmek istemiyordu. ‘Aman sende, altı üstü bir piknik; gidilse ne olur, gidilmese ne olur… Üstünde durmaya değmez.’ Üstünde durmayıp, örgüsüne devam etmişti.
Ertesi gün sabahın erken saatinde, Gülcan arabasıyla kapının önünde durmuş, kornaya basıyordu. Zeynep Hanım, balkondan el sallayarak:
-Ben gelmeyeceğim siz gidin; benim işim var.
Arabadan inen Gülcan, koşar adım merdivenleri çıktı. Teyzesinin elinden tuttuğu gibi aşağıya indirip, arabaya binmesi için adeta zorlamıştı. Arabadakiler neşe içinde, yollarına devam edip, çam ağaçlarıyla kaplı piknik alanında durmuşlardı. Zeynep, büyükçe bir ağacın altına oturup, sırtını köküne dayayarak etrafı izlemeye başlamıştı.
İki kız kardeşi, eşleri, çocuklarıyla mutlu bir tablo oluşturuyorlardı. Hepsi cıvıl cıvıl gülüşüp eğleniyor, şakalar yapıyorlardı. Çaylar demlenip içilmiş, pideler yaptırılıp yenilmişti. Etraftaki güzellikler karşısında Zeynep Hanım’ın dili tutulacaktı. Yemyeşil çayırlar, irili ufaklı ağaçlar, ötüşen kuşlar, oradan oraya koşuşturan insanlarla, Cennetten bir bölüm gibiydi.
İçinden derin bir ‘Ah!’ çekip, ‘Şu güzelliğe bakın, insanlara bakın, çoluk çocuk ne güzel eğleniyorlar. Ben neden böyle olamadım? Ben de eksik olan nedir?’ Geçip giden yıllarını sorgulamaya başlamıştı. Kardeşinin sesiyle kendine geldi:
-Hey! Abla nereye gittin?
-Buradayım; nereye gidebilirim ki?
Aslında öyle çok uzaklara gitmişti ki, kimseler bilmiyordu nereye gittiğini. Gördüğü bu güzellikler karşısında, geçip giden yıllarına bir kez daha ‘Ah!’ çekti. Güzel bir gün çabuk bitmiş, akşam olmuş, evlerine gelmişlerdi. Ne olduysa, kocası bugün evdeydi. Zeynep buna çok şaşırmış, ‘hayret! Ne olduysa, akşam yemeğini benimle yiyecek…’
Dolaptan taze fasulyeleri çıkararak, divana oturup temizlemeye başlamıştı. Kocası ise, her zamanki gibi, televizyonun kumandasını eline alıp, durmadan kanal değiştiriyordu. Zeynep Hanım bugün geçirdiği günü düşünmeye, geçmişini ve geleceğini irdelemeye başlamıştı. Karşısında oturan adamla, otuz yıldır evliydi. Hayatında, iyi ya da kötü, hiçbir paylaşımları olmamış, hoş bir sohbetleri olmamış, hastalandığında doktora götürmemiş, eve hiçbir ihtiyaç malzemesi almamış, kirayı bir kez bile ödememişti. Küçük bir çocuktan farkı yoktu adamın.
‘Peki, ben bu adamla neden evliyim? Benim hangi işime yarıyor? Hangi yaramı sarıyor? Ben bu adamın annesi miyim? Daha ne kadar bakacağım bu çocuktan farksız adama? Bu adamdan nasıl kurtulurum? Öldürmeliyim! Öldürmeliyim! Başka çözüm yok! Bu adamdan başka türlü kurtulamam!’ Fasulyeleri hızlı hızlı kesmeye başlamış, sanki kocasını doğruyor gibi hissetmeye başlamıştı. Ağır ağır oturduğu divandan kalktı, kocasına doğru yürümeye başladı. Bir an önce delik deşik edip, öldürüp kurtulmak istiyordu.
İçinden bir ses, ‘dur’ diye bağırdı. ‘Değmez! Bu adam için katil olmaya değmez. Elini kana bulama. Bundan sonraki hayatını da mahvetme.’ Öteki ses, ‘Öldür! Başka türlü kurtulamazsın, öldür!’ diye bağırıyordu. İkilem arasında kalmış, elinde bıçak, kocasına bakıyordu. Durup düşündü ve:
-Ali! Ben artık ne seni, ne bu evliliği istemiyorum! Canını seviyorsan git bu evden. Git!
Adam şaşkındı. Durup karısının gözlerine bakınca, korkunç gerçekle karşılaşmıştı. O’nu hiç bu kadar kararlı görmemişti. Gözlerinde nefret vardı. Kararlılık vardı. Cesaret vardı. Şaşırdı adam birden, ‘bu kadın bu cesareti nerden aldı, içki içmiş olmasın? Ama karısı bunca sene ağzına içkinin damlasını koymamıştı. ‘Yo yo içki falan içmemiş, bu kadın delirmiş. Delirmiş olmalı.’
Zeynep Hanım fasulyeleri doğradığı bıçak elinde, kocasına doğru yürüyüp:
-Gidiyor musun; öldüreyim mi?
Adam ya gidecek, ya ölecekti. Çaresiz bir süre bocaladı. Sonra kapıya yönelip ağır adımlarla kapıdan çıkarken ardına dönüp son kez baktı:
-Ben mutluyum. Gitmek istemiyorum.
Zeynep Hanım, delirmek üzereydi. Nefesi kesilmişti adeta. Bağırdı:
-Mutlu olan sensin; ben değil!
Adam çaresiz, ağır ağır merdivenleri inerken, karısı kapıyı arkasından hışımla kapattı. Ev dar geliyordu. Balkona çıkıp hava almak istedi. Boğulmak üzere olduğunu hissediyordu. Tam o sırada havai fişekler art arda patlamaya başlamıştı.
-Oh be! Dünya varmış. Benim özgürlüğümü duymuş olmalılar ki, havai fişeklerle kutluyorlar.
Aslında kimse O’nun özgürlüğünü falan duymamıştı. Belediye hıdrellez eğlencesi düzenlemişti kent meydanında. Her zaman hiçbir şeyden haberi olmayan Zeynep’in, bu eğlenceden de haberi yoktu.
Emine/ Manisa/03/05/ 2010
YORUMLAR
EMİNE HANIM SİZİ CANİ GÖNÜLDEN TEBRİK EDİYORUM BİR EV HANIMIN DRAMINI BUKADAR GÜZEL KİM ANLATABİLİRDİ SİZİ KUTLARIM EVET BAZEN BU TÜR EŞLERDE OLUYOR BAZI EŞLER HEP KENDİ MUTLULUKLARINI DÜŞÜNÜYOR AMAN ONLAR MUTLU OLSUN AMAN ONLAR GÜLSÜNLER EĞLENSİNLER KUMANDA ONLARDA PARA ONLARDA YA BİZLERDE NE VAR BİZDE İSE KÖLELİK ASLINDA BAZEN İNSAN DÜŞÜNÜYOR BİZLER KÖLEMİYİZ YA BEN BUNU BUNDAN 3SENE ÖNCE ÇOK DÜŞÜNDÜM AAAA BAKTIM OLMUYOR KENDİMDE BÜYÜK DEĞİŞİKLİKLER YAPMAYA ÇEŞİTLİ İLLERE SEYAHAT ETMEYE BAŞLADIM BEYEFENDİ GELMİYORSA VALLA BIRAKTIM ONU İŞİYLE GÜCÜYLE BAŞBAŞBAŞA ALDIM OĞLUMU GEZMEYE DOKTORUMUN TAVSİYESİ BUYDU ÜZÜNTÜ KEDERDEN UZAK BİR YAŞAM SÜR DİYORDU TAVSİYEYİ DİNLEDİM VEDE SAĞLIĞIMA KAVUŞTUM HEP İŞ HEP İŞ İŞ OLMUYOR BAZEN BEN BİLE DELİRME NOKTASINA GELDİM ÇOK ŞEYLER YAPTIM KIRMADIĞIM CAM KALMADI:)İYİDE YAPMIŞIM OH STRESİMİ ATMIŞIM HAYAT YAŞAMAYA DEĞER BENCE YAZINIZDAKİ BAYANINDA ARTIK SABRI KALMAMIŞ BÖYLE İŞTE SABIR TAŞIMIZ ÇATLIYIVERİYOR HEM HÜZÜNLÜ HEMDE DERS VERİCİ YAZINIZI YÜREKTEN KUTLARIM EFENDİM SAYFANIZA KIR ÇİÇEKLERİMİ BIRAKTIM BAŞINIZA TAC YÜREĞİNİZE SAĞLIK MUTLULUK OLSUN SEVGİLERİMLE DOST ŞAİREM
Öyle kocalar coook var hemde en macosu aksama kadar kahve köselerinde ,eve döndügünde birde erkeklik tasla utanmaz arlanmaz.
Terside erkek aksama kadar onun bunun agiz kokusunu dinler evine döndügünde ya hanim gezmede yada surat iki karis falanin böyle koltuklari var .... bir güler yüzü cok görör
kqalemin var olsun
Ah Zeynep’im ah !
Ah Ali’m ah mı demem lazım yoksa
Her gün taze fasulyeye talim eden Ali’m, evdeki bulgurdan da oldun mu şimdi. Her akşam maç, maç bir yere kadar. La oğlum arada yengeyle yerli dizi seyretsen nolur la.
Şimdi ne alaka diyeceksiniz değil mi. İzah edeyim; Zeynep ablam bu Ali abiye bu vaziyette 30 yıl dayandıysa muhakkak yerli dizi manyağı bir hanım ablamızdır. Lafım meclisten dışarı, üzerine alınanlar istediği kadar alınabilir mahsuru yoktur. Tahmin ediyorum Ali abim hep maç hep maç yerine üç maç bir dizi takılsaydı Zeynep ablam bir 30 yıl daha katlanırdı.
Aslında eşler arasında bu tip karşılıklı trip atmalar memlekette televizyon hayatında tek kanallı(TRT) sistemden çok kanallı yayın sistemine geçildiğinde başlamıştı ufak, ufak. Günümüzde ise Ali abi ve Zeynep ablaların internet versiyonları mevcut. Allah yardım etsin, Allah ıslah etsin
Saygılar, selamlar
Ne sıklıkta yaşanıyor bilmem.Fakat kesinlikle hayatın bir parçası olduğu kanaatindeyim.son kısım istisna.Bu Millet eğer bir menfeat gözetmiyorsa Hanımı madur olmaktan kurtaracak adımları atmasını onaylamazki.Ablam Bıçakla karşısında durabilsin erkek bozuntusu tiplerin.Anne yada baba everince selamette olma hissinden.Asli vazifesini kucaklamadıkça da olmayacaktır.
Temenni olarak aldığım finalin.Yürek olarak yetişmesini.Hatta Rüştünü isbat edemeyenin yada istemediği evliliğin eşler arasında BIÇIKsız bite bilmesini temenni ediyor.Sadece ÜZÜLÜYORUM.El ve emeğinize sağlık.Hanımlarda bu cesaretin yazılması bile güzel.İki damla yaş kadar bile olsa Güzel işte.sevgi ve selam.
Her zaman veren taraf olup, hiç bir zaman kendi mutluluğunu düşünmeyen insan, bir anda çıldırma noktasına gelebiliyor,yazınızda olduğu gibi. Herkesin bir tahammül gücü var, sınırları çok zorlamamak gerekiyor.
Çok güzel bir konu, çok güzel işlenmiş, tebrikler sevgilerimle.
Sevgili Emine, yazını okurken ; Ankara'ya ilk geldiğimde Eryaman da oturmuştum 4 ay...Eryaman,Kızılay'a biraz uzak bir yer ama çok güzel...Alt katta ki komşu gelinini yanına almış, gelin kayınvalide birlikte oturuyorlardı.Gelin Ankara'ya geleli 4 yıl olmasına rağmen bırakın Kızılay'ı, Eryaman çarşısına bile gitmemiş...Şimdi aklıma o kızcağız geldi...Acaba onunda sonu Zeynep gibi mi olur?
Yine çok güzeldi...Sevgilerimle...
EMİNE HANIM,SENİN YAZILARINI OKUDUĞUM ZAMAN DOSTOYEVSKİNİN RUH HALİNİ GÖRÜYORUM KAHRAMANLARINDA...BENİ ALIP GÖTÜRÜYORLAR ÇIKMAZ SOKAKLARA SANKİ...
KENDİ DERTLERİYLE CEBELLEŞEN İNSANLARIN RUH TAHLİLLERİ,RUS EDEBİYATININ DÜNYA KLASİKLERİNDEKİ VAZ GEÇEMEDİĞİN KAHRAMANLARI GÖZLERİMİN ÖNÜNE GETİRİYOR...MUTSUZ İNSANLARIN KENDİLERİ İLE BOĞUŞMALARI,İÇSEL HESAPLAŞMALARI,KATİL OLACAK KERTEYE GELMELERİ,HEP DOSTOVESKİNİN ROMAN SERİLERİNİ HATIRLATIYOR BANA...
GÜZEL BİR ÖYKÜYDÜ...OKURKEN SORGULATAN TARZDA...
KUTLARIM YAZAN KALEMİ...
SELAM,SAYGI VE SEVGİLERİMLE EFENDİM...
ayhansarıkaya tarafından 5/17/2010 12:32:10 AM zamanında düzenlenmiştir.