- 689 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HANE Mİ, KONUT MU? ARDAHAN ÖYKÜLERİ 109 (kitap)
Haneler..
Konutlar..
Eski Ardahan’da ’EVLER’ hakimdi.
"Farkı mı varmış?" sorulabilir?
Binlerce yoldan, yegane delille somutlayabiliriz.
Eski Ardahan’a benzeyen Kars veya Ahıska evlerini modelimize karşıt unsur olarak inşaa edelim.
karşıt’ın karşısına Yeni konutları koyalım.
Konutlar barınaktır. Allem-i süslü olsa da. Konfora sahiptir.
Evler ise kurumsaldır. Yaşanılırlığın yanınca insanların belgesel aidiyetliğine ait nesneleri saklarlar. Yaşattıklarının ruhlarını yaslıyarak taşırlar.
Ev ile konutun kıyas aralığı modelimizin iki zıt unsuru; ev ve konutu karşılaştırarak kızıştırmaya devam edelim.
"PARÇALARIN TOPLAMI BÜTÜNDEN ÇOKMUŞ."
Evlerin içi uzun ömürlüdür.
Konutların ömrü kısa olur.
Konutlarda insanlar yaşar. Kitaplıkları olmaz. Uydurma raf odanın köşesine kurulmuştur. Gazetelerin verdiği kuponlu klasik romanlar falan raflara dizilmiştir.
Duvarlarında iki kuşaklık fotoğraf göremezsin. Hadi! Olsun olsun; önceki kuşağın siyah- beyaz bir fotoğrafı vardır. Daha ilerisi biri geçmez yağlı boya tablo olur; olursa!
Odaların sayısı az ve müsait değildir. Yüksekliği kazarma evlerinkiyle aynı olmaz.
Konutlardan kaç töremenin cenazesi çıkmıştır?
-İki mi?
- Üç mü?
Misalen örnek gösteriyoruz. Hoş emsal değil belki.
Bir hanede birkaç neslin yaşaması elzemdir. Nesillerin çoğaldığı; her neyse onların toplamı eve kurumsal hane kisvesini kazandırır. Vesselam.
Hanelerin içini boşaltsan, bahçeye yığsan, parçaları sayıp toplasan geriye dolduramazsın. Parçalar büyümüştür.
Bütün parçalardan büyüktür. Yanlış yazdık dosdoğru okunması:
PARÇALAR TOPLANINCA BÜTÜNDEN BÜYÜKTÜR.
Kırılmış bardağın parçalarını toplayalım. Bütünden çok olduğunu göreceğiz. Çünkü; genleşme vs. ile parçalar bütün eskisinden artık olacaktır.
Hanelere özgüdür yalnızca bahse konu etmek.
Konutlarınsa böyle bir sinerjisini biz görmedik."
" Bene sebep mi mahsussen diyersin? "
" Sene yalan borcum mu var? "
" Sene ne? "
" Bene ne? "
" - Saçmalamayın!.."
Bir transatlantik yolcu gemisi okyanusta seyrederken şamandıra gibi patlayıcıların içine düşmüş. Şamandıralara dokunduğunda patlayacakmış. Hava püskürten brülörle etrafa def ederek yol açılabilmiş.
Kaptan mürettebat ve yolculara konsultasyon yapmış.
Bir yolcu ki sanatçıymış. Fikri gelmiş ve söylemiş:
- Üfürelim şamandıralara anasını satayım! Açılsın saçılı versin. Demiş.
Herkes; hep bir ağızdan:
- SAÇMALAMAYIN BAYIM. Demesin mi?.
Kaptan eski kurtlardan.
- Gülmeyin ulan!.. Adam sizin üç asır evveliniz de fikre sahip çakallar!..
- Getirin büyük hava borularını yani Brülörleri onları şamandıralara hava basarak püskürtmeyle savuşturup yolumuzu açalım da kadaklayıp gidelim.
" Kaptan Kondurual’lu ya da İmişli’ydi. Estağfurullah Salut’uydu O şeylerin eniştesiydi.
- Ki mgilin?
- Varidiye...
- Ola onlar Duduna’lı değil mi?
- Ya Morofka’dan getmişler...
- Bırak Allah’ın seversen
- İki tene köv ismi geçer
- Bayrahatun mu?
- Oraya yakın...
- Aşağı Çayıs, Yukarı Çayıs...
- Ha baban rehmet..
- Ola get... Yürügitt. Hemen atladın. Yerli Çayıs eses ismi öbürü de Yedi Deliler’in köyüydü.
- ...
- Baban gibi yalan etme oğlum."
Hanelerin ev olanı vardır. Boş büsbütün ruhsuz, cansız merek gibi konut olanı vardır. Bazen fiziksel yapısı yüzünden bazen yorumlanışından kaynaklanır.
Seksen, doksan senelik yüz ve daha aşırısı evleri: Posof’ta, Ardahan’da, Göle’de görmek işten değildir.
Evginlerin ev, (yıkılmış), Serhat Aslangörür’lerin, Gadana Zikrilerin, Zekeriye Işık’ların, Muğan’ların, Kulu Akçay’ların, Şefik’lerin, Akoş Emigilin Şimdiki binanın arkasındaydı. Gülsenem Halamgil otururdu. Karşıda Aslan Ekmekçi’nin evleri..
Posof’ta Ergezer’lerin, Bedrettin Ocak’ların, Emin Can’ların evleri canlı, ruhlu. İnsan gibi akıllı evlerdi.
Bu evlerde hatıralar, fotoğraflar, sandıklar eksik olmaz.
Yetişen nesil birikim içinde yetişir. Onları ileri taşır.
Akşamdan sabaha bir şeyi: Boyacı küpüne batırıp çıkaramazsınız.
İngiliz Keynes’ler ki çok ünlü ekonomistlerdir. Dört kuşakmış ekonomi eğitimleri. Fürurunun füruru. Dede’den toruna... Fürurunun füruruna.
Şimdi keyfiyet çıktı.
1) Evren bir bütün halinde bir lisana sahipmiş ve onun içinde ki her şey canlı, gönüllü, gönlü varmış.
2) Evi dercediyoruz ki canlı, gönüllü ise insan medeniyetine yarar verir...
3) Konut bir barınaktan öte gitmeyen Modern çağın hanesidir. Konutu gönlü ve gönüllü ’hane’ yapmakta bize bağlıdır.
"Beni bir dağda buldular,
Kolum kanadım kırdılar,
Dolaba lâyık gördüler,
Derdim vardır inilerim."
- Yunus Emre
Gönül; Sevgi... Gönül... Ruh, can içi, kalp, yücelik, bir şeyin özü...
İnsan vücudunda tırnak; Aynı organizmadaki beynin söylediği:
"Ben ölmek istemiyorum." Cümlesindeki amacın dışında değildir.
Tırnakta aynı şeydedir. Fakat söylemek durumunda değildir.
Söylersen söylersin yahut söylemezsen söylemezsin.
Amaç aynıdır.
Hangi formda olursa olsun nesneler bir öykünün karakterlerinden başka şey değildir.
İnsanın, toplumsal tarihin ve doğanın amacı aynı.
Eşlem amacı: İnsanlara komplikasyon nedeniyle açıklanamayabiliyordur. Karışık ve güçlüğünden izah imkansızlığını doğurmuş olabilir.
Evrensel hayatın bir bütün oluşu. hayatın, insanın, toplumsalın, bitkinin, geçmişin ve diğerlerin tümelselliğini ifade etmeye yeterdir.
Sorunsallık: Geminin kendinden ziyade dümenin kırılacak doğrultusudur.
En tepeden en zerreye her şeyin bir iletişimi , canı, ruhu kesben bilvücuttur.
Kaval’ın nennisi kendisinin iletisidir. İnsan ondan göstergesel si mge hasledebilir.
Zerrelerden... Evrenlere gittikçe büyük düzeneklere doğru mükemmellleşen iletişimler...
" Kozmik zeka" dediğimiz iletişim araçları ve bilgileri.
Her şey benzer ve birdir.
Fırtınalar streslere benziyor.
Gülüşmeler, güneşe benziyor.
Yağmurlar ağlamalara benziyor.
Doğa tarihi, Toplum tarihiyle birleşiktir. İki şey senteze "Hayatla "erişiyor.
Hayat içinde değişime, ölüme, ağaç, güvercin, insan her biri muhatapdır.
O halde her form bir bütünde toparlanabilir; o çerçevenin ismiyse: Hayattır.
Dertli dolap insan için inlemiyor kendi için inliyor. Dolap ta canlı ve ruhlu bir şey, kendi realitesi ve varlığı için ağlıyor.
İnsan bunu sembol olarak kendi için kullanıyor ama o yanda dertli dolap diye bir ’ontik’ de var.
Zurnanın zarıldaması mesala: Kendi ve toplumsallık içre bir sızlanıştır.
Zurna: Bir ölümü kabul edemeyişe atfen hem insani hem doğal ağlayışı birlikte yapar. Fakat bunun analizi insan aklı için zor olsa da bu böyledir.
Bizim gönül kavramı, batı da şimdi pek moda; Kozmik bilinç ismiyle matuf kılımışlar. Gönül Evren’e kapsam olarak deruhte eden tüm astrofiziksel evren bilgisi ve onun sevgisidir.
Kozmik bilinç ve zeka diye değerlendirilmektedir.
Sanırız şunu anlayabiliriz. Uzaydan Dünya’ya baktığımzda lastik top büyüklüğünde ki gezegenle toplu haldeyken kuracağımız iletişim ile topoğrafya’da tek tek insanlarla kuracağımız iletişim farklı olacaktır. Yani en üst düzeylerde evrensel iletişim olasıdır.
Stanislav Lem’in Solaris romanında ve Tarkovsky’nin bu isimli filmi bir olgusal hakikattir.
"- Onlar nereli?
- Zerebük’lü...
- Okkam’lı mı?
- Allah Allah, Şahmarlı mı!
- Anladım, anladım neye bağıriyersin? "
" - Hane’nize bir mi desem, beş mi desem misafir var.
Üç vakte bilemedin dört vakte kadar."
" - Sefoş; benim evime niye gelmiyorsun?
- Ola senin evinde ne var? Senin even ne gelim?
- Şükür na olmuş? Şor var, etmek var!
- Göğ tuluk peynir de var mı?
- Baba sen buyur gel hele, helbet ögen çıkaracağımız şey vardur.
- Ola heç bişeye ikram edemezsem de davulum var. Kahar çalar oynarım ki anasını satem!
- Ha şimdi oldu! Babası rehmetlik. Desene baştan! "
yalçıner yılmaz
20-05-2010
gebze
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.