Rüya ve Gerçek
Rüya ve Gerçek
Bir kuştum. Girdiği kafese ve yaşadığı topraklara sığamayan...
Bir apartmanın çatı katında bir penceredeydim.Gecenin bir vaktiydi.İçerde bir kız vardı.Kafasında beresi, ellerinde yarım eldiveni, ayağında patikleri. Elektrikli soba yanıyordu.Yine de üşüyordu.Elinde kalem vardı.Ders çalışıyor ve notlar alıyordu kalınca bir kitaptan.Yalnız yaşıyor gibiydi.Çalışma masasında bir bardak su ve biraz kraker vardı.Acaba annesini özlüyor muydu? Arada bir telefonuna bakıyor, sanki birinin aramasını umuyordu.Yanakları pempeydi kızın.Birden ayağa kalktı.Kağıda döktüğü notları okuyarak odanın içinde volta atmaya başladı.Ne söylediğini duyamıyordum.Birden cama baktı ve beni gördü.O an uçmak istedim.Ama uçmadım nedense.Beni ürkütmemek için yavaşça cama yaklaştı, açtı pencereyi.Öyle şefkatli bakıyordu ki kaçamadım.Aldı beni ellerinin arasına, masanın oraya götürdü.Masaya biraz kraker ufaladı ve ben onları yedim.Tüylerimi okşuyordu, hissediyordum ellerini... Tanrım! şefkate ne kadar muhtaçtım.
Sonra birden gökyüzünde buldum kendimi.Hava aydınlanmıştı.Yerden onlarca metre yüksekte, dev bir metropolün üzerinde uçuyordum.Ayaklarım boşluktaydı ve ben havadaydım.Uçtuğuma inanamıyordum.Altımda milyonlarca insanın yaşadığı bir şehir vardı.Ben yukarından onu izliyordum.Gökdelenler, devasa köprüler, camiler, alabildiğine uzanan yollar, parklar, tepeler, viyadükler... Bir keşmekeş vardı aşağıda, biliyordum.Ama ben yukarıda özgürce uçuyordum.Bir an içimin yandığını hissettim.Aşağıda ilerleyen milyonlarca araba, bacası tüten fabrikalar, gökyüzüne duman salan binlerce devasa bina ve evler...Gözlerim taş yığınlarının arasına sıkıştırılmış yeşil alanlara kayıyor hep.Ne kadar da azdılar.
Hemen kurtulmalıydım bu çirkin görüntüden.Daha yükseklere çıktım.Çırptım kanatlarımı; yükseğe, daha da yükseğe çıktım.Bulutların içindeydim şimdi.Aşağıdaki şehir artık görünmüyor, temiz hava ciğerlerime doluyordu.Durmadan çırptım kanatlarımı ve daha da uzaklara gittim,özgürce.Bir zaman sonra bulutların içinden çıktığımda, altımda o koca şehirden iz kalmamış, yerini; gür ormanlar, boş araziler ve dağlar almıştı.Ama ben herşeye yukarıdan bakıyordum.Temiz, uçsuz gökyüzünde bembeyaz bir kuştum ve kanat kanat çırpıyordum.
Kanatlarımı genişce açıp, ayaklarımı geriye doğru saldım.Başımı biraz daha ileri uzatıp, havayı delen bir ok gibi olmuştum.Süzülüyordum havada, kanat çırpmıyordum artı.Kaç mil hızla ilerliyordum kim bilir.Pürüzsüz gagam, havayı deliyor ve iki tarafa, kanatlarımın altına doğru itiyordu.Hava
kanatlarımın gövdemle birleştiği yerdeki boşlukta, önce bir daire çiziyor, sonra en uçtaki tüylerime değip,oradan geriye doğru ilerliyordu.O kadar özgürdüm ki, hiç bu kadar özgür hissetmemiştim kendimi.Gözlerimi kapadım.Göz kapaklarıma değen hava; sadeliğe ve hayallere itiyordu beni.
Birden kanadımın birinden bişeylerin beni, kendine doğru çektiğini hissettim.Gözlerimi açtım.Altı yaşındaki kızım yatağımın kenarında ayakta durmuş, kolumdan tutup çekiyordu.Üzerinde anneannesinin aldığı, pempe ayıcıklar olan pijamaları vardı.Saçları dağılmış,bir eliyle kolumu çekiştiriyor, bir eliyle de gözlerini ovuşturuyordu.
’’Ben uyandım baba, sen de uyan’’ dedi.
Bütün özgürlüğümün bittiğini sandım herşeyin bir rüya olduğunu anladığımda.Meleğim benim deyip kucakladım onu ve sırt üstü uzanarak, göğsüme yatırdım. Bugün haftasonu olduğunu biraz daha uyayabileceğimi söyledim ona.Bana haftasonu ne demek diye sordu.Yanıtlamak zor geldi.Göğsüme yasladığı başından saçları yüzüme gelmişti.Simsiyah saçlarından şampuanının kokusunu çekiyordum içime.’’Tanrım! güzel kokan ne’’ diye içimden geçirdim.
Birkaç dakika sonra uyuyakaldı göğsümde.Onu uyandırmamak için kıpırdamamaya çalıştım.Başımın altındaki yastığı ikiye katladım.Ve ay parçamı, kızımı izledim.Onu böyle güzel uyurken, en son bir buçuk yaşında, eşimin son günlerini geçirdiği hastanede, babaannesinin kollarında izlemiştim.Bir an düşündüm.Keşke bu ufak beden, şu an göğsümde değil de annesi ile aramda uyusaydı diye.Ama eşim artık yoktu ve bana kendinden bir parça olan bu meleği bırakmıştı.
Tekrar uyumak istedim.Gözlerimi kapadım.Aynı rüyaya kaldığım yerden devam etmek umuduyla.Ama uyuyamadım bir türlü.Gözlerimi kapattığımda, bir camın ardından, dokunamadan izlediğim eşimin görünütüsü geliyordu hep.Daha az acı çekmek istercesine açtım gözlerimi.Seyretmeye devam ettim kızımı.Gözleri göz kapaklarının ardında hareket ediyordu.Rüya gördüğünü, belki de kaldığım yerden o devam ediyordur diye düşündüm.
Bir kaç dakika sonra uyandı.Ben çaktırmadan kapadım gözlerimi.Ani bir hareketle kalkıp, karnıma oturdu.
’’ Baba! baba! uyan baba’’ dedi.
Açtım hemen gözlerimi.Heyecanlıydı, çok tatlı bir gülümseme vardı yüzünde.Ağzını doldurarak, devrik ve kuralsız cümlelerle rüyasını anlatmaya başladı. Annesini gördüğünü, bir ışığın içinden kendisine doğru yürüdüğünü anlatıyordu.Kocaman ve bembeyaz kanatları varmış.Öyle güzel tasvir ediyordu ki annesini, ağlamamak için kendimi zor tuttum.
’’ Baba, annem bir melek mi şimdi?’’ diye sordu.Annesinin çok güzel bir melek olduğunu söyledim.
’’ Sen bana o yüzden mi hep meleğim diyorsun?’’ diye bir soru daha sordu. Gözyaşıyla dolan gözlerimi ona belli etmeden bir çırpıda sildim elimle.
’’Evet kızım senin annen bir melek ve ben sana o yüzden meleğim diyorum’’ dedim fazla uzatmadan, hıçkırır bir tarzda.Sarıldı bana, teselli etmeye çalışan bir dost gibi.Öptü beni boynuma sarılarak.
’’ O zaman her haftasonu ben senin göğsünde uyuyayım ve annemi göreyim baba, olur mu?’’ diye sordu.Kelimeler demir bir lokma gibi dizilmişti boğazıma.Sadece bir tamam kelimesi çıktı ağzımdan.
Annesini hiç görmeyen, onunla hiçbir hatırası olmayan altı yaşındaki bir çocuğa annesi başka nasıl tarif edilebilirdi...
Feride B.
26.01.2009