ÇOCUKLUĞUMUN KAHRAMANI
’’O an tüm yaşamı, çocukluğu bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçiyordu.Zamanın durmasını istiyordu, belki bir sonraki karede göreceği kötülükleri engellemek, belki de o anki güzelliklerin tadını doyasıya çıkarmak istiyordu.’’
... Haydarpaşa limanı yine olağan günlerinden birini yaşıyordu.Limanda yine müthiş bir kalabalık vardı.Kısa pantolonu, önden arkaya uzanan siyah beyaz çizgili lastik askıyla tutturulmuş, beyaz gömlekli, kocaman kırmızı papyonlu 5 - 6 yaşlarındaki küçük erkek çocuğu, yanındaki şık giyimli, genç adama gözleriyle birşeyler anlatmak istiyordu. Adam ona bir kez baksa ne demek istediğini anlayacaktı. Küçük daha fazla dayanamadı ve adamın ceketinden tutarak sallamaya başladı, adam küçük çocuğa baktığında, gözlerinin köşede pamuk şekeri satan, beyaz önlüklü, pos bıyıklı, iri cüsseli adamı işaret ettiğini gördü... Haydarpaşa - Karaköy seferini yapan vapur çoktan mavi dalgalarda süzülmeye başlamıştı...
Genç adam gözlerindeki ışıltıyla, bir taraftan elindeki pamuk şekerini yiyen, bir taraftan kendisine gülücükler saçan, arada bir dönüp bakıp ağzının şırasıyla yanağına öpücük konduran oğluna bakıyordu... Bu anı tekrar tekrar yaşayabilmek, oğlunu mutlu edebilmek için ömür boyu bu limanda kalabilirdi... Kemal elindeki şekerin çubuğu göründüğünde göz ucuyla babasına şöyle bir baktı. Acaba bu bugün Haydarpaşa - Karaköy seferini yapan yapan son vapur muydu? Ya öyleyse... Geceyi burada mı geçireceklerdi? Sonra birden içini bir sevinç kapladı.
Ne de olsa babası yanındaydı, herşeye olduğu gibi buna da bir çözüm bulurdu, ’’O, kahramandı...’’
... Beşiktaş, Kuştepe, Tophane pazarlarından aldıkları, lastik kamyonlarıyla. küçük askerleriyle kimsenin oynamasına izin vermezdi, çünkü onları babası almıştı.
Her Pazar eve dönmeden önce Emirgan’da yedikleri ızgara balığın tadına doyamazdı.
Her iş dönüşü babasını bahçede beklerdi. O akşam üstü bahçedeki toprakları büyük bir özenle süpürdü.Elleriyle küçük bir kuyu açtı, bilyelerini kuyunun yanına dizdi, oyuna başlamak için babasını beklemeye başladı. Bugün bir başka heyecanlıydı, çünkü babası söz verdiği sarı kırmızı futbol topunu ve bilye takımını getirecekti...
İşte onun çocukluğu bu kadardı, ya da bu o kadarını hatırlamak istiyordu. Ne fark ederdi ki? O günden sonra bilyelerden , futbol topundan ve hatta babası olan çocuklardan nefret etti. Çünkü artık onun ne futbol topu , ne bilyeleri ne de babası vardı.
Yıllar sonra karşısına çıkan bu adam ona babasını olduğunu söylüyordu. Çocukluğunun, yüzünü hayal meyal hatırladığı kahramanı olduğunu...
Aradan tam 25 yıl geçmişti. Yıllar önce onu annesiyle bir başına bırakıp giden o adam, şimdi karşısındaydı, aynı zamanda o çocukluğunun kahramanıydı. Ona çok şey söylemek istiyor, ama bir türlü ağzını açamıyordu... Bir an herşeyi unutup , sarılmak istedi, ama yapamadı... Yıllarca komşu çocuklarının eskileriyle büyüyen, hayatının en güzel yıllarını yetimhanelerde geçiren, küçük yaşta annesiz kalan, en çok ihtiyacı olduğu zaman kahramanının kaybeden küçük çocuk buna izin vermedi, çünkü çok öfkeliydi. Zavallı, yetim Kemal bugün Kemal Bey’di. Ama küçük Kemal hala onun içindeydi. O, yıllar oldu ki Haydarpaşa - Karaköy vapuruna binmiyor, Beşiktaş, Kuştepe, Tophane pazarlarına gitmiyor, Emirgan’da ızgara balık yemiyor, pamuk şekerinden, futbol toplarından, bilyelerden nefret ediyor ve hala babasının çok özlüyor...
Kemal çocukluğunun kahramanına sırt çeviremedi... Uzun zamandır babasıyla aynı evi paylaşıyordu. Aynı evi paylaşan iki yabancı... Ona hiç ’’Baba’’ dememişti, o kadar öfkeliydi ki, ’’insan babasını 25 yıl sonra mı hatırlardı?’’ Bugün O, çaresiz olduğu için oğlunun kapısına gelmişti. Bunları düşündükçe içindeki öfke daha da artıyordu.
Orhan defalarca oğluyla konuşmaya çalıştı, ama bir kez olsun bunu başaramadı. Çünkü oğlu ne olursa olsun onu dinlemiyordu. Böyle tam 6 ay geçti...
Gün yeni aydınlanmıştı. Kemal aşağı salonda kahvaltı yapıyordu. Orhan kararlıydı bugün ne olursa olsun oğluyla konuşacaktı. Aşağı indi tam karşısında ki sandalyeyi çekti. Büyük bir içtenlikle söze başladı; ’’ Bak oğlum, beni bir kez olsun dinle...’’ devamı yoktu, her zaman olduğu gibi Kemal kapıyı vurup çıkmıştı... Yol boyu düşündü, keşke babasını affedebilseydi!
Neden bu kadar geç kaldı ki? Neden zavallı Kemal’ini ona ihtiyacı olduğu zaman değil de, o Kemal Bey olduğu zaman... Keşke babasıyla konuşup bu soruları ona sorabilseydi, ama bir türlü öfkesini yenemiyordu...
O gece eve geldiğinde, saat gece yarısını çoktan geçmişti. Ortalık sessizdi. Babası yatmış olmalıydı. Her gece yatmadan önce mutlaka bir kadeh içerdi, içkisini hazırladı, günü yorgunluğuyla kendini koltuğa bıraktı, tam içkisini yudumlayacaktı ki, gözü sehpanın üzerindeki poşete ilişti, paketi büyük bir özenle açtıı, içinden sarı kırmızı futbol topu ve bilye takımı çıktı... Aslında paketin içinden çıkan şey yarıda kalmış çocukluğuydu, şaşkındı, bilyeleri, sarı kırmızı futbol topu ve çocukluğunun kahramanı yarıda kalan oyunu tamamlayabilerler miydi acaba?
Paketin yanında kalın sarı yapraklı yeşil ciltli bir defter vardı. Kemal defteri aldı, sararan sayfaları tek tek okumaya başladı, aslında okuduğu şey kendi hayatıydı, onunla ilgili gençlik yıllarına ait kendisinin bile hatırlamakta güçlük çektiği her şey o defterdeydi. Babası sandığı gibi 25 yıl sonra karşısına çıkmamıştı, yıllarca bir yabancı gibi oğlunun her adımını uzaktan izlemiş bir türlü karşısına çıkmaya cesaret edememişti... Bu hikayenin sonunu merak etti, defterin en son sayfasını açtı... En son satırlar yaklaşık bir saat önce yazılmıştı; ’’ Ben küçük oğluma bilyelerin ve futbol topunu getirmek için gelmiştim, belki herşeye kaldığımız yerden devam edebiliriz diye, düşünmüştüm. Bir şeyi hesaba katmadım, küçük oğlum büyümüş bilyelerden, futbol topundan VE BABASINDAN NEFRET EDİYOR... Eğer birgün babanı affedip, kaldığın yerden başlamak istersen Haydarpaşa Limanındaki pamuk şekeri satan adama gel...’’
Hoşça kal!
İnci Kandemir (hires)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.