- 3537 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
ELSA'NIN GÖZLERİ
Ella Iurevna Kagan, 1896’da Moskova’da doğdu. Letonyalı bir Yahudiydi. On beş yaşında Mayokovski ile tanıştı. İç mimari okudu. 1915 yılında Mayokovski’yi kız kardeşi Lili ve kız kardeşinin kocası Osip Brik’le tanıştırdı.
Ella üç yıl sonra, bir toplantıda Andre Triolet adlı gençle karşılaştı. Genç adam, Fransız ordusuna mensup bir subaydı ve Moskovoda görev yapıyordu. Ella ve Andre 1918 yazında evlendiler. Ela Iurevna Kagan, artık Elsa Triolet’ti.
Düğün Paris’te yapılmıştı ve çift düğünde çok mutlu görünüyordu. Fakat bu mutluluk uzun sürmedi. Elsa ve Andre beraberliği iki yıl sonra, 1920 yılında sona erdi. Elsa Triolet; Paris, Tahiti, Londra derken Berlin’de Lili’sine, arkadaşları Brik Çolovski, Jocobson ve Mayakovski’ye kavuştu. Çolovski, 1923’de Elsa’nın mektuplarını içeren “Hayvanat Bahçesi” adlı romanı yayımladı. Gorki’yle de tanışan Elsa, büyük ustanın teşvikiyle yazmaya başladı. Artık Paris’te yaşıyordu.
Louis Aragon, 1897 yılında Paris’te doğdu. Bir burjuva ailenin oğlu olan Aragon, iyi bir öğrenim gördü. Edebiyat çalışmalarına tıp fakültesinde okurken başladı. Birinci Dünya Savaşı’nın son yıllarında silah altın alınan Aragon, ilk şiir kitabını 1920 yılında çıkardı. Kitabın adı “ Sevinç Ateşi” ydi. Hemen bir yıl sonra Anicet ya da Panaroma adlı uzun hikayesi yayınlandı. Arogon’un eşsiz hayal gücünü ve derin şiir duygusunu açıkça ortaya koyan bu yapıtlar, büyük yankı uyandırdı. Öyle ki, o dönemde ünlerinin doruğunda bulunan iki büyük yazar, A. Gide ve P. Claude, Anicet için: “20. yüz yıl Fransız edebiyatının hiç şüphesiz en büyük baş yapıtı, üstelik kitap değil bir kırbaç” diyeceklerdir.
Ve bir gün… Elsa, La Coupole Lokantasının barında, Louis Aragon ile göz göze geldi. Saatlerin durduğu andı o an. Aragon, Elsa’da; Elsa, Aragon’da eridi. Birbilerine bakarken sanki kendilerini görüyorlardı. Ve belki de, o an şekillenmişti Aragon’un beyninde “ Elsa’nın Gözleri” adlı şiiri:
Öyle derin ki gözlerin içmeye eğildi de
Bütün güneşleri pırıl pırıl orada gördüm
Orada bütün ümitsizlikleri bekleyen ölüm
Öyle derin ki her şeyi unuttum içlerinde
Uçsuz bir denizdir bulanır kuş gölgelerinde
Sonra birden güneş çıkar o bulanıklık geçer
Yaz meleklerin eteklerinden bulutlar biçer
Göklerin en mavisi buğdaylar üzerinde
Karanlık bulutları boşuna dağıtır rüzgar
Göklerden aydındır gözlerin bir yaş belirince
Camın kırılan yerindeki maviliğinide
Yağmur sonu semalarını da kıskandırırlar
Ben bu radyumu bir pekbilent taşından çıkarttım
Benim de yandı parmaklarım memnu ateşinde
Bulup yeniden kaybettiğim cennet ülke
Gözlerin Perumdur benim Golkondum, Hindistan’ım
Kainat param parça oldu bir akşam üzeri
Her kurtulan ateş yaktı üstünde bir kayanın
Gördüm denizin üzerinde parlarken Elsa’nın
Gözleri Elsa’nın Gözleri Elsa’nın gözleri.
Elsa Triolet ve Louis Aragon 1939 yılında evlendiler. İki güzel insan, Fransız yurt severlerinin Nazilere karşı İkinci Dünya Savaşı boyunca yapmış olduğu direniş hareketi sırasında, Fransa’nın güneyinde kimliklerini gizleyerek etkin bir şekilde mücadeleye katıldılar. Louis Aragon, bu süre içinde yazdığı yurt sever şiirlerle dünyaca ün kazanmıştı. Öyle ki, bu yapıtlardan dolayı, büyük şaire Komünist Partisi üyesi olmasına rağmen, resmi askeri madalya verilecekti.
Elsa Triolet – Louis Aragon aşkı, artık bir efsaneydi. Çoğunlukla otel köşelerinde yaşayan bir efsane. Merkez Montparnasse’daki Istria oteliydi. O zamanlar tüm edebiyatçılar otellerde yaşıyorlardı. Paris’n küçük otelleri bir çok entelektüeli barındırmıştı o günlerde. 1951 yılında Aragon, eşi ve yoldaşı Elsa’ya bir armağan vermek istedi. Bu armağan bahçe içinde bir evdi. Varsıl dostları fotoğrafçı Bresson’dan altı hektarlık bir ormanın içinde, eski bir su değirmeni satın aldı. Değirmeni, yaşanacak bir ev olarak iç mimar Elsa döşedi. Picasso, Pablo Neruda, Paul Eluard, Jean Richard Bloch, bu evin sürekli konuklarıydı. Abidin Dino ve Nazım Hikmet’de zaman zaman konuk oldular bu eve.
16 Haziran 1970 günü Elsa, yağmur renkli gözlerini kapadı dünyaya “Beyaz At” ın sayfalarına yazdığı gibi, değirmenin bahçesine gömüldü. Kalbi acıyla yanan Aragon, eşi ve yoldaşına şu dizelerle sesleniyordu :
Nerdesin gecemin zevki
Yok oluveren kaçağım
Sultanım eğrelti saçlım
Ey gözleri yağmur rengi
On iki yıl sonra Aragon’da geldi yanına. İki güzel insan, özel bir yasayla yan yana yatıyorlar o bahçeli evde şimdi.
Değirmen evin içinde, zaman Elsa’nın öldüğü gün durmuş gibi. Etajer in üstünde Aragon’un mor kravatı duruyor. Mor kravatın yanında Pablo Neruda’nın onlar için düzenlediği bir aşk mönüsü var. Evin dışında ise Rostropovitçh’in, Elsa bahçeye gömülürken çaldığı Bach müziği ve Elsa’nın çok sevdiği bülbül sesleri duyuluyor.
Değirmenin sahipleri ve konukları hepsi öldüler. Artık hiç biri yaşamıyor. Ama dünya onları bıraktıkları ölümsüz eserleriyle tanıyor. İşte bu yüzden dünya sürdükçe unutulmayacaklar.