- 639 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kan Kırmızı Kaldı Geriye...8...
Kafeterya derin bir sessizliğe bürünmüştü... Sanki her şey, yuvasına çekilmiş gibiydi... Sesler dinmişti... Az önce; insanın yüreğinin derinliklerine seslenen gitarın sesi de susmuştu artık... Bedeni ve ruhu gevşemişti adeta... Okudukları yazılar da müziğin ritmine eşlik etmiş; sanki ruhu ve yüreği bir başka bedende gezer olmuştu...
Hafif tonda söylenen müzikten hoşlanırdı... Gün içindeki koşuşturmalar bitip evine dönerken, yolun mesafesine aldırmadan açardı hafiften müziğin sesini... Hele gitarın sesine dayanamaz, dinledikçe ruhunun gevşediğini, günün yorgunluklarını unuttuğunu düşünürdü... İyi geliyordu ona müziğin sesi...
Alışılagelmiş şoför tiplemesine benzemezdi hiç... Gerçi yaptığı işi gereği taksisine binen müşterilerin isteğine uyması da gerekiyordu... Bu nedenle, her türden bir müzik koleksiyonu bulundurmak zorundaydı... Ne yapsın; ekmek kapısı işte derdi... Müşteri her zaman veli nimetti nasıl olsa...
Sanki sokak lambaları birer birer söndürülmüş gibiydi... Gecenin sessizliği ruhunun sessizliğine eşlik ediyor; içeride loş bir ışık yanmaya devam ediyordu...
Ahmet; masasındaki dağılmış kâğıt parçalarına bakıyor, öykünün gerisini merak ediyordu... İlerleyen zamanın farkında değil gibiydi... Kafasını şöyle bir kaldırıp etrafına baktığında, kendisinden başka hiç bir müşterinin kalmadığını gördü...
Yine yalnız kalmıştı işte... Yalnızlık duygularını, hep ıssız yolda tek başına evine dönerken yaşardı... Eşinden ayrılalı üç yıl olmuştu... Son zamanlar geçinemez olmuşlar, gönüllüce ayrılmışlardı... Basit bir kıskançlıktı nedeni...
O tarihten sonra yalnızlığa gömülmüştü adeta... Yalnız yaşıyordu ve her eve dönüşünde hüzünleniyor, yalnızlık içinde gün geçtikçe büyüyordu... Her eve dönüş, büyümesiydi içindeki yalnızlığın... Kolay değildi; evin her noktasında anıları saklıydı... Nedense aynı duyguların ruhunda yeniden yükseldiğini hissetti... Demek; eve dönme vakti geliyor dedi içinden...
Garsonlar; yavaş ve yorgun adımlarla masaları topluyorlar, özenle örtüleri kaldırıyorlardı... Gitme ve yarına hazırlık aynı anda yaşanıyordu sanki... Bir çay daha içmek istedi... İyi bir çayı bu saatte bulması mümkün değildi elbet... Sadece biraz daha oturmak istiyor, yazılan notları okumanın heyecanını duyuyordu... İşin aslı geciktirmek istiyordu eve dönüşünü...
Gözleri ile garsonlara baktı... Onların gözü son müşteride değildi... Bir süre daha bakındı etrafa... Hesabı isteyeceğini sanan garsonlardan biri yavaş adımlarla yaklaştı şoför Ahmet’in yanına...
—Bir çay daha alma imkânım var mı garson bey... Gerçi toplandığınızı görüyorum ama...
—Özür dilerim efendim; servisimizi kapattık... Birazdan da kafeteryamızı kapatacağız...
—Haklısınız aslında ben de çok geç kaldım... Sizleri de beklettim anlaşılan... Okuduğum bir şeyler vardı dalmışım... Kusuruma bakmayın...
Zaten gün içinde kazanamayan ve son hastaneye taşıdığı yolcusundan da para alamayan Ahmet, cebindeki son parayla hesabı ödedi... Hatta bolca bahşiş yerine geçebilecek paranın da üstünü almadı bile... Bu günlük de böyle olsun bakalım diyerek önündeki kâğıtları özenle topladı... Bir kısmı ıslanmış olan kâğıtları da ayrı bir yere koyup kalktı masadan... Ağır ağır ve aheste adımlarla taksisine doğru yöneldi... Dışarıda yağmur dinmiş, ortalığı tertemiz bir koku sarmıştı... Derin derin nefesler aldı... İçine düştüğü girdaptan kurulmak ister gibiydi...
Taksisine binerek evinin yoluna doğru sürdü arabasını... Bir yandan yorulmuş ve uykusuz kalmış bedenini eve atmak istiyor; öte yandan da dönüşü geciktirmek için haklı bir mazeret arıyordu kendine...
İşte; yine eve dönüş başlamıştı bile... Acaba evde içecek bir şeyler kalmış mıdır diye düşündü... Hatırlamıştı... Dün gece aldığı rakısının dibinde bir kaç çift kalmış olmalıydı... İşi ihtimale bırakmak istemedi ama cebinde de parası yoktu ki...
Aklı da hastanenin aciline bıraktığı adamda kalmıştı nedense... Birden arabanın hızını azalttı ve durdu... Hastaneye gitsem, durumunu sorsam diye geçirdi içinden... Ama kararsızlığı kısa sürdü... Ve yeniden yöneldi evine doğru... İnşallah yaşıyordur diye de geçirdi içinden... Sahi ismi neydi acaba... Sormamıştı ki... Gerçi sorsa da cevap verecek bir durumda değildi... Sadece kısa bir konuşma yapabilmişlerdi hepsi o kadar...
Oysa taksiye binen müşterilerle hep kurulan diyaloglarda; nerelisin, ismin ne, ne iş yapıyorsun tarzından sorularla başlardı sohbetler... Klasik sorulardı bunlar elbet... Tabi bunlar olağan hallerde yaşanırdı...
Evine varmıştı... Arabasını her zaman park ettiği yere bıraktı... Kapıları yokladı son bir kez... Şöyle kafasın kaldırıp etrafa baktı bir kez... Sanki tüm şehir uyuyor dedi... Sessizliğe gömülmüş her şey... Bu saatlerde rastladığı sokak kedisine bakındı... Bir de ellerine... Elleri boştu bu kez... Demek kedi bile farkında her şeyin... Gülümsedi...
Cebinden çıkardığı anahtarlardan, evinin kapına ait olanı aradı bir süre... Buldu ve açıp girdi içeriye...
Evi darmadağındı; tıpkı duyguları gibi... Her şey bir yerlere savrulmuştu sanki... Ortalıklara atılmış çoraplar, gömlekler, pantolonlar... Mutfakta derin bir içki kokusu yayılıyor... Mutfak masası ve mutfak taşanının üzeri günlerdir yıkanmamış bulaşıklarla dolu... Yerlere saçılan gazete kâğıtları... Dağınık bir yatak... Pijamanın biri bir yerde; diğeri başka bir yere savrulmuş... İçleri izmaritlerle dolu kül tablaları... Birikmiş çöp poşetleri... Toz ve keskin küf kokuları... Sehpanın, televizyonun üzeri toz bulutlarına dönmüş adeta... Odaların kapıları açık... Dikkati çeken şey; bir tek odanın kapısının kapalı olduğu... Mutfağa yöneliyor... Sanki sek sek oynar gibi... Hatıraların üzerindeki tozları kaldırmazsan; tozlanıyordu her şey demek ki... Hüzünlendi...
Buzdolabını açıyor... Seviniyor nedense... Rakısı hala bitmemiş... Üstelik tahmininden de çok görünüyor... Temiz bir bardak arıyor... Rakısını dolduruyor... Yanına bir şeyler hazırlamak gelmiyor içinden... Kapalı odasına yöneliyor...
Olamaz! Böyle bir şey... Bir büyük çelişki var içeride... Sanki iki farlı hayat, iki farklı bir ruh... Başka bir hayat karşılıyor onu sanki... İnanılacak gibi değil... Her şey düzenli... Masasında düzenlice duran kitaplar... Zengin bir kitaplık... Tertemiz bir masa... Masanın üzerinde duran küçük bir resim çerçevesi... Bir kız resmi... Kızı olmalı... Düzgün tertemiz bir yatak... İki ayrı ruh, iki ayrı bir hayat yaşanan...Hem de aynı evde...
Bir müzik seti... Elleriyle uzanıyor ve’Andres Segovıa’ nın gitarının sesine bırakıyor kendini... İçkisinden kocaman bir yudum alıyor... Elindeki kâğıtlardan bir tanesini okumak için alıp, sırt üstü uzanıyor yatağına... Okumanın keyfine dalıyor yeniden... Öykünün akışına bırakıyor kendini...
‘’insanlığın uzun koşuşu, toplumsal var oluşu, genlerine, kültür kökenine, ekonomik ve sınıfsal yapısına göre biçimlenirdi’...Okuduklarından aklında kalmıştı bu satırlar... Hangi kitaptı, yazarı kimdi, ne önemi vardı ki şimdi bunun... İlaç gibi gelmişti bu sözler işte... Ve ölüm bana hep uzak ve şah damarımdan daha yakın derdi...
Köylüydü ve ilk defa köylü olmasıyla övündü yıllar sonra... Gerçi; köylü olmasından utanmamıştı hiçbir zaman ama... Yine de kızardı köylü zihniyetine... Köylü kurnazlığından ise nefret ederdi...
Medeniyet deyince; şehirler gelirdi aklına... Işık, oralarda yükselirdi dört bir yana... Köyler şehirleşmeden dünya güzelleşemeyecek derdi... Ama şimdi, böyle düşünmüyordu artık... Şehir bir süredir boğuyordu o’nu... İşte bu nedenle; tam da bu nedenle kaçmak istiyordu geçmişine...
Ne yaşanırsa yaşansın; hep ilk tortular kalıyordu geriye... Ve hiçbir değer onları yok edemiyordu işte... Bilinçaltı diyorlardı buna...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.