- 662 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
İhtiyarları Anlamak (Paylaşmak istedim)
İhtiyarları Anlamak
Dr. Kemal SERÇE
Ölümün kendisinden uzak olduğunu düşünen insanoğlu, bir gün kendisinin de yaşlanacağı fikrini kabullenmekte zorlanır. İnsanın gönlünde ebediyet arzusu dâima depreşir durur. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bu duruma "İnsan yaşlandıkça, iki şeyi gençleşir: Uzun yaşama arzusu ve mal sevgisi."1 hadîsiyle işaret eder. İnsanlar umumiyetle "amca, dayı, teyze, dede" gibi hitaplarla karşılaştığında ve çocuklarının büyüdüğünü fark ettiğinde yaşlandığının farkına varır. Saçlarındaki akların arttığını, bedenindeki dinamizmin azaldığını ve belinin bükülmeye başladığını fark eden insanın içinde bulunduğu ruh hâlini şair ne güzel ifade eder:
"Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allah’ım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?"
Gerçekte aciz bir varlık olarak dünyaya gelen insanoğlu, kendisine takdir edilen süre kadar yaşar. Zîrâ her canlıya kader programı çerçevesinde ölümle biten fıtrî bir ömür verilmiştir.
Neden yaşlanıyoruz?
İnsanoğlu yaşlanmayı ve ölümü geciktirme gayreti içinde olmuş; ebedîliğin sırlarını keşfetme adına asırlardır birtakım gayretler içinde bulunmuştur. Gerek yaşlanma sebeplerini ortaya koyma, gerekse yaşlanmayı yavaşlatacak veya durduracak metotları keşfetme düşüncesi, insanoğlunun zihnini hep meşgul etmiştir. Bugün gelinen noktada, ilmî araştırmalar, yaşlanmanın en temelde canlının genetik programında (kromozomlarda) yazılı olduğunu göstermektedir.
Hayatın devamı için, çeşitli sebeplerle hasar gören organ ve dokuların yerine hücrelerin bölünerek çoğalmasıyla yenileri konur. Hücrelerin bölünme sayısına yaratılıştan belli bir sınır konmuştur; bu eşik değerden sonra hücreler, gelişme ve bölünme kabiliyetini kaybeder ve yaşlanma başlar. Metabolik olarak faal olmakla beraber, bölünemeyen yaşlanmış hücrenin kendisi de sonunda ölür. Vücut hücrelerindeki yaşlanma, organizmanın yapıtaşlarındaki yaşlanma olduğundan zamanla bütün bedeni kuşatır ve geri dönüşü olmaz. Yaş ilerledikçe, insan zindeliğini kaybeder, fizikî gücü azalır; duyu organları ve hafızası zayıflar; vücut giderek "Her canlı ölümü her ân tatmaktadır."2 hakikatinin tecellisine hazır hâle gelir.
Gelecekte, ilmî gelişmeler sayesinde doku ve organ nakilleri ile ortalama insan ömründe bir miktar uzama sağlansa bile, insanın genetik yapısında kodlanmış bulunan mekanizmalar ve hücre yaşlanması sebebiyle, "Allah, ihtiyarlık müstesna, mutlaka her hastalık için bir deva yaratmıştır."3 hadîsinin de işaret ettiği gibi, biyolojik yaşlanmanın önüne geçme mümkün olmayacaktır.
Yaşlılık psikolojisi
Hayatın güz mevsimi olan ihtiyarlık, insana, dünyaya hüzünlü bir ruh hâleti ile baktırır, dünyadan ve sevdiklerinden ayrılık vaktinin yaklaştığını hatırlatır. Gençliğini arayıp hayata yeniden başlamayı arzu eden ihtiyar insan, çabucak geçen hayatın kısa oluşuna üzülür ve kendisini bekleyen, nasıl olacağını ve sonrasını bilmediği ölümden endişe eder.
İhtiyar insan, eğer huzur verecek manevî zenginlikler ve bilgi birikiminden mahrumsa, kendisini ifade etmekte ve çevresiyle iletişim kurmakta zorlanabilir. Fikir ve his dünyasında bazı değişiklikler görülür, şuuraltında bastırılmış huyları açığa çıkabilir ve çocuksu davranışlar sergiler. Bu durumda, artık yavaş yavaş kendi iç dünyasına kapanıp hırçınlaşabilir. Zamanla, yeni fikirleri kendisine mal edemeyen, eski fikirlerinde ısrar eden ve fikirlerine karşı çıkıldığında öfkelenen bir kişi hâline gelebilir. Akranlarını ve dostlarını birer-ikişer kaybeden yaşlı, yeni dostlar da edinemediği için, dertleşeceği, hislerini paylaşacağı birilerini bulamaz ve gittikçe toplumdan uzaklaşır.
Hayata ve ölüme iman zaviyesinden bakmayı bilenler için yaşlılık, gençlik uykusundan ihtiyarlık sabahı ile uyanıp kendine gelme vaktidir. Yaşlılık döneminde dünya artık farklı bir pencereden görülür. İhtiyarlık gelip çatmış, kendisini bu dünyaya bağlayan his ve arzuları birer birer koparmaya başlamıştır. Geçmişine ve gidişatına baktığında, çok sevdiği ve daimi zannettiği dünya hayatının süratle bir sona doğru gittiğini, ölümle beraber başka bir âleme sevkiyâtın başladığını görür. Yaşlılığın "Sen bu dünyada dâimî değilsin, bir yolcusun ve bir gün ayrılacaksın. Hem de o gün yaklaşmıştır; hazırlan, artık başka bir diyara gidiyorsun." diye ihtar ettiğini anlar.
Yaşlılıkta ebediyete açılan pencere: Âhiret inancı
Her insan, sağlıklı ve mutlu, uzun bir ömür yaşamayı arzu eder. Bu ise, insanın sahip olduğu maddî-mânevî değerlerin farkına varmasına bağlıdır. Akıllı ve düşünen bir varlık olarak yaratılan insan, bu dünyada belirli bir süre yaşayacağının, kalıcı olmadığının ve bir gün yaşlanıp öleceğinin farkında olduğundan ’Âhiret’e iman’ sayesinde geçmiş ve geleceği birlikte değerlendirebilir. Ruhunda ebedilik arzusu taşıyan, ölümü istemeyen ve yaşlılığın getirdiği değişik hisler içinde bocalayan bir insanı ancak Âhiret’e iman teselli edebilir. Kişinin imanı, gönlünde ebede açılan başka bir kandil yakar. Gideceği yere hazırlık içinde, vakarla yüzünü ukbâya çevirmiş kâmil bir ihtiyar için ikinci bir ledünnî güzellik vardır. Maddenin bittiği yerde, mânâ imdadına yetişmiş; cismi solduğunda, ruhun ölümsüz soluğu yaşlı insana yeni can olmuştur.
Âhiret’e iman, ölüm hakikatini Cennet’e açılan bir koridora ve Sevgili’ye kavuşturan bir vuslat törenine dönüştürür. Ölümün, fena ve hiçlik değil, ebedî âleme açılan, insana dâimî bir gençlik ve mutluluk kazandıracak bir kapı olduğunu bildirir. Ebede açılan bir pencere olan Âhiret’e iman hakikati olmazsa, insan bu ayrılık acısından kurtulamaz. Allah’a ve Âhiret’e iman, insana; "Merak etme, ölüm, hiçlik ve yokluk değil, bir tebdil-i mekân, vazifeden terhis, iman eden için ebedî bir âleme ve bir saadet diyarına geçiştir. Korkma, ebedî gençliğin var... Üzülme, ebedî varlık kazanacaksın... Mahzun olma, Sonsuz Kerem sahibi bir Rabbin var... Ebedî gençlik olan, bitmeyen bir saadet ve mutluluk yurduna gideceksin, eski dostlara ve sevdiklerine tekrar kavuşacaksın."4 diyerek karamsarlıkları yok edip insanı teselli eder. Güçsüz ve yardıma muhtaç durumdaki insan, âdeta en bahtiyar bir kimse ve saadet yurduna çağrılmayı bekleyen bir talihli hâline gelir.
İhtiyar insanlar, hayatlarını huzurlu bir şekilde idame ettirebilmeleri için bazı temel prensipleri kendilerine rehber edinmelidir.
Bir işe yaramaz olduğu fikrinden kurtulmak, yaşlıların kendilerini değersiz ve güçsüz hissetmelerine ve hayattan kopmalarına mâni olur. Çünkü artık bir işe yaramadıklarını düşünen yaşlılar, sıkıntılara ve buhranlara girebilirler. O hâlde ihtiyarlar, "İnsan bilsin ki, kendisi için çalışmasından başka bir şey yoktur."5 prensibine sımsıkı sarılmalı, iradesinin hakkını vermelidir. Bu ikaz, insana çalışma azmi, yeni hizmetlere karşı arzu ve iştiyak verir. Çalışma diyarı olan bu dünyada atalete ve tembelliğe yer yoktur. Hareket ve çalışma, var olma şuurunu hissettirir; insana yaşama şevki, ruhanî bir lezzet verir, yüksek bir moral gücü olarak kendisine geri döner. Sürekli faaliyet içinde olan ve çalışan insan, huzur bulur; şikâyetle değil, şükür hissiyle dolar; metafizik gerilimi güçlü, morali yüksek olur. İçtimaî yönden aktif, üretici ve dinamik bir ruha sahip, ideal sahibi bir insanın entelektüel yönü güçlü, zihni aktif ve hisleri canlıdır. Zihnî melekelerdeki ciddî gerilemeler, umumiyetle aklını az kullanan yaşlılarda görülür. Başarabildiği şeylerle meşgul olan, dinî ve içtimaî vazifelerini îfa eden bir ihtiyar, huzurlu ve mutludur. Böylece "çalışarak dinlenme, dinlenirken çalışma" metodu ile dinamik bir hayat tarzı ortaya koyabilir. İnançlı insan, hayatta olduğu müddetçe devamlı faaliyet hâlinde ve gayret içinde bulunur. "Sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabbine kullukta bulun." 6 emrini kendine rehber edinir.
Aktif hayat tarzı, yaşlıların vücut sağlığının korunmasında mühim bir yere sahiptir. Düzenli yapılan ibâdetler, fizikî egzersizler ve yürüyüşlerin, vücut kompozisyonu ve kas kuvvetini geliştirdiği; düşmeleri önlediği; kalb hastalığı ve diyabet riskini, eklem ağrılarını ve depresyonu azalttığı, buna bağlı olarak hayat kalitesini arttırdığı bilinmektedir. Stresten uzak yaşamak, dengeli ve sağlıklı beslenmek, spor yapmak, kitap okuyarak zihnî aktivite içinde bulunmak ve ibâdet etmek gibi faaliyetler; ruh ve beden sağlığının muhafazasında, yaşlanmanın tesirlerinin geciktirilmesinde faydalı olabilecek hususlardır.
Huzurlu bir aile ortamında yaşamak, insana iki dünyada da mutluluk kapısını açacak mühim bir anahtardır. Bunun kıymeti yaşlılıkta daha iyi anlaşılır. Çünkü insan yaşlandıkça, evi biraz daha hayatının merkezi hâline gelir, zamanın büyük çoğunluğu evde geçmeye başlar. İnsan, çevresiyle alâkadar, tabiata açık, evlât ve torunlarıyla münasebettar fıtratta yaratıldığından, ancak bütün bunların hayatında yer tutmasıyla huzur bulur. Kişi, çocuklarını bağrına bastığı, torunlarını kucağına aldığı bir yerde huzurlu olur. Kendisine sevgi ve hürmetle nazar eden yakınlarının ve arayıp soranlarının bulunduğu, içinde bir tencerenin kaynadığı bir evde mutlu olur. Bir ihtiyarın yalnız yaşamaktansa, yakınlarının da bulunduğu, iş, güç, okul gibi hayatın tatlı telâşlarının yaşandığı bir aile ortamında bulunması, o insana aşk, şevk ve huzur verir. Aile ortamının sağladığı kaynaşma ve her türlü destek sayesinde yaşlı insan, dinî ve ahlakî değerleri cemiyete öğrettiği, tecrübelerini gençlere aktardığı hürmete lâyık bir mevkie sahip olabilir.
Geçmişe takılıp kalmama prensibine, yaşlılık döneminde daha çok ihtiyaç duyulur. Kaybettiği gençliğe, dinamizme ve güzelliğe takılıp kalan, hayatın gerçeklerini kabul edemeyen, karamsar bir hâlet-i ruhiye içindeki insan, hâdiselere müspet bakamaz. Kendisinden uzaklaşıp gitmiş olan gençlik, güzellik, makam ve şöhret gibi şeylere takılıp kalır. Bir iç itminana ulaşamamışsa, bunları sanki tekrar elde edecekmiş gibi arayıp durur; fakat bir türlü huzur bulamaz. Mutluluk ve huzuru hep geçmişte aradığı takdirde insan, dâima ileriye akan hayat ırmağında karamsarlıklar içinde boğulur. Dünyanın geçici ve fânî yüzünü bilen insan ise, hayatın geçici süsleri ve kısa süreli bir faydalanma mesabesinde olan gençlik, şöhret, makam ve servet gibi hususlara gönlünü bağlamaz ve mutluluğu bunlarda aramaz. İbadet ve dua, Yaratıcı’ya bağlanma ve bir ilticadır; insanın karamsarlıktan, ümitsizlikten ve yalnızlık hissinden kurtulmasına vesile olur. Hayatın zorlukları karşısında yalnız olmadığını, dâima yardımını isteyebileceği, onu gören, gözeten ve her şeye gücü yeten bir Yaratıcı’sı olduğunu hatırlayıp mânevî bir güç kazanır. Bundan dolayı ihtiyarlıkta insan vaktinin çoğunu dua ve ibadete ayırmalıdır.
Hayata müspet bakabilmek, ihtiyarlığın, her şeyin bittiği, ümitsizlik ve korkuların hâkim olduğu bir zaman dilimi olmaması için daha fazla önem taşır. Mesuliyetini müdrik ve hâdiselere müspet bakabilen bir insan, yaşlanınca da topluma faydalı olabileceği hususlar olduğunu unutmamalıdır. Cemiyette yaşlı insanlara da çeşitli vazifeler düşer; onların bilgi ve tecrübelerine ihtiyaç hissedilir. Çünkü cemiyet hayatını ve insanlığın geleceğini alâkadar eden büyük işler, bedenle değil, bilgi ve irfanla yapılır. Tecrübeli, bilgili, kültürlü bir yaşlı, hâdiselere daha geniş zaviyeden bakabilir ve ortaya koyduğu eserleriyle insanlığa ufuk açar.
Cimrilikten uzak durmak, yaşlılıkta daha çok aranan bir fazilettir. Zengin olmalarına rağmen, servet hırsına kapılıp insanlara yardım etmekten imtina eden yaşlılar da vardır. Servetlerine öyle sıkı sarılırlar ki, bu servetin çoğu kez kendilerine bir faydası olmadığı gibi, evlatlarına da olmaz. Böyle bencil ve cimri ihtiyarlar, gerçek mânâda huzurlu ve mutlu olamazlar. İyilik yapmayı seven cömert insanlar, servetlerini başkalarının istifadesine sunup onları mutlu ederken, kendileri de mutlu olur. Cömertlik, insanı hakiki huzura kavuşturan mümtaz bir vasıftır. "Cömert; Allah’a, insanlara, Cennet’e yakın, Cehennem’den uzaktır. Cimri ise bunun aksinedir."7 Kendisinden ziyade milletini ve memleketini düşünen, ufku geniş, cemiyeti ile kaynaşmış hayırsever ve âlicenap ruhlar, dünya ve ukbâda huzura erişirler.
Kültürümüzde ihtiyarlara verilen değer
Kendi inanç ve kültürümüzün şekillendirdiği bir hanede ihtiyar anne ve/veya babanın bulunması, insan için bir fırsattır ve ebedî saadeti kazanmak için bir vesile kabul edilir. Yaşlılarla birlikte yaşamak ve onlara hizmette bulunmakla insan, hayatın geçici olduğunu ve bir gün yaşlanacağını anlar. Muhtaç durumda olan, hürmete ve şefkate lâyık o insanlara merhamet ve tevazu kanatlarını gererek sahip çıkmak ve ihtiyaçlarını karşılamak, Allah katında ebedî saadet ve Cennet kapısını açacak bir anahtar hükmündedir. Her bir evlât için, o muhterem, fedakâr dostlara hâlisâne hürmet ve samîmâne hizmet etmek, rızalarını kazanmak ve kalblerini hoşnut etmek bir vazifedir. Yanında yaşlı anne ve/veya babası bulunan birisi için hayırlı evlât olmanın alâmeti "Ey Rabbim, nasıl onlar beni küçükken besleyip büyüttülerse, Sen de onlara öylece merhamet buyur." diye dua etmek, "... Anneye ve babaya güzel muamele edin. Şayet onlardan her ikisi veya birisi yaşlanmış olarak senin yanında bulunursa sakın onlara hizmetten yüksünme, ’öff!’ bile deme, onları azarlama, onlara tatlı ve gönül alıcı sözler söyle."8 ilâhî mesajının yüklediği mesuliyeti idrak edip onların rızasını kazanmaya çalışmaktır.
Ebeveynin yaşlılıktaki muhtaç zamanlarında mevcudiyetlerini kendisine yük telâkki edip sabırsızlık gösteren ve anne-babasına hürmette kusur eden evlât "Anne-babası yanında yaşlanıp da Cennet’i kazanamayan kişiye yazıklar olsun!"9 Nebevî tokadını yer; hem dünyasını, hem de Âhiret’ini perişan eder. Her insan, Peygamberimiz’in (sallallahü aleyhi ve sellem) "Aranızda beli bükülmüş ihtiyarlarınız olmasa, belâlar üzerinize sel gibi yağardı."10 sözüne kulak vermelidir.
Dipnotlar:
1. [Hadîs; Müslim, Buhari]
2. Âl-i İmrân 185, Enbiyâ 35, Ankebût 57
3. [Hadîs; Ebu Ya’la, İbni Hibban]
4. Lem’alar -sh.233-
5. Necm 39
6. Hicr 99
7. [Hadîs; Tirmizî]
8. İsrâ 23
9. [Hadîs; Müslîm, Birr, 9, 10]
10. [Hadîs; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, 3/345; Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 5/432]